Das Das’ın düzenlediği ve Leman Yılmaz’ın direktörlüğünü üstlendiği İO Uluslararası Tiyatro Festivali 2023/2024 sezonunu Milo Rau’nun La Reprise’i ile açtıktan sonra Belçika’da yaşayan Mesut Arslan’ın yönettiği Gılgamesh/Gılgamış’ı ile programına devam etti. On soruluk sohbetler İO festivali serisinde Mesut Arslan’a merak ettiklerimizi sorduk
Röportaj: Ayşe Draz & Mehmet Kerem Özel
İstanbul seyircisi bu sene gösteri sanatları sezonuna İstanbul Fringe Festivali, Doğaçlama Dans Festivali, İKSV’nin düzenlediği İstanbul Tiyatro Festivali ve Das Das’ın yeni düzenlemeye başladığı İO Uluslarası Tiyatro Festivali ile yoğun bir başlangıç yaptı. Gözlemlediğimiz bir şey ise seyircinin, bir yandan festivallere katılan uluslararası sanatçılar ve toplulukların gösterileri ile deneyimleri zenginleşirken öte yandan ceplerinin hızla boşaldığı ve hatta bu yüzden gösterilerin sadece sonbahar/kış aylarına değil tüm sezona yayılmasını diledikleri oldu. Muhtemelen seyircinin koşulları yeterince göz önünde bulundurulmadan ve kim bilir belki de birbiriyle rekabet halinde yapılan programlamalar sebebiyle ortaya çıkan bu yoğunluğun sadece seyirciler değil, yerel gösterilerin yer aldığı bağımsız mekanlar üzerinde de olumsuz bir etkisi olduğunu, seyircilerin paralarını ancak bir veya iki yabancı gösteri için denkleştirdikten sonra önündeki birkaç ay yereldeki oyunlara parasının kalmadığını da gözlemlediğimizi söyleyebiliriz. Gerçi İstanbul Fringe ile Doğaçlama Dans Festivalinin biletleri gayet erişilebilir bir çizgideydi. İO Uluslararası Tiyatro Festivaline geri dönecek olursak, festivalin tek bir döneme sıkışmaktansa sezona yayılacak bir program sunacağını ve Das Das’ta yer alan gösterilerin bilet fiyatlarının kısmen daha erişilebilir olduğunu söyleyebiliriz. Belçika’da yaşayan tiyatro yönetmeni ve Platform 0090’ın sanat direktörü Mesut Arslan da, İO Uluslararası Tiyatro Festivaline Belçika’da çıkarmış ve yönetmiş olduğu Gilgamesh/Gılgamış adlı yapımı ile 15 Eylül’de misafir oldu. Konsepti ve rejisinin Mesut Arslan’a, metninin Mesut Alp’e, dramaturjisinin Ata Ünal’a, sahne tasarımının ise Stan Wannet’e ait olduğu Gilgamesh/Gılgamış KVS yani Belçika Kraliyet Tiyatrosu ile 0090 ortak yapımı olarak 2022 yılında Belçika’da Flamanca prömiyerini gerçekleştirmiş olan bir yapıt. Gılgamış destanındaki Enkidu ile Gılgamış’ı iki kadın olarak yorumlayan yapıt, aynı zamanda seyirci ve performansçılarını 1960’larda Performans Sanatı örneklerinin içinde yer aldıkları mekânları andıran bir estetikle bir "beyaz küpün" içine yerleştirerek farklı bir seyir deneyimi öneriyor. 1 Kasım’da Zorlu Sky Lounge’da yer alacak Türkçe gösterimde, yapıtın orijinal Flaman versiyonunda da yer almış oyuncu Layla Önlen’e Derya Alabora’nın eşlik ettiği ve Türkçe versiyonunun Ekim ayında Bağdat Tiyatro Festivali’nde de gösterildiği Gilgamesh/Gılgamış’ın yönetmeni Mesut Arslan’a merak ettiklerimizi sorduk.
Gilgamesh/Gılgamış, Fotoğraf: Danny Willems
Tiyatronun özü sizce nedir?
Bu satırları Gılgamış’ı oynayacağımız Bağdat Tiyatro Festivaline doğru uçakta yazıyorum. Batı’dan Doğu’ya uçarken bedenim, sanki yüreğim Doğu’dan Batı’ya uçuyor. Sanki bir şeyleri hatırlıyor. Bundan üç bin yıl önce Konfüçyüs zamanı Batı Çin değil miydi? 2000 yıl önce Mezopotamya/Orta Doğu? Medeniyet nerede ise oraya Batı dedik bizler. Ama özünde akıl bedenin en Batı’sıdır. Benim açımdan soru belki de “tiyatro ne değildir ki?” olmalı. Ailesi Balkanlarda doğmuş, sonra Türkiye’ye yerleşmiş ve kendisi de İzmir’de doğup uzun yıllardır Belçika’da yaşayan bir sanatçı olarak Batı ve Doğu arasında kalan bir çok alan gibi tiyatro’nun özü de bence arada kalmış ve hatta araya kaynamış gibi duruyor. İnsanı, insana, insanla ve insanca anlatan bir estetik nasıl olur da Antik Yunan’da doğar? Antik Yunan’da doğan tiyatro değildir, olsa olsa onun konseptidir, onun lineer olma halidir. Bundan on bin yıl önceyi düşünün. Hep beraber bir ateş yakmışız. Birimiz vurduğu ayının postu üzerinde dans ederek, şarkılar söyleyerek bize ayının büyüklüğünden bahsediyor. Bazıları tahtalarla hayvan derilerinden yapılmış aletlerle sesler çıkartıyor. Birimiz makyaj yapıyor, ben ölü bir ayı objesi gibi yerde kıpırdamadan duruyorum. İnsanlar bize bakıyor, arada gülüyor, korkuyor ve ayıyı vuranın anlatımı bittiği gibi sevinçlerini paylaşıyorlar bizimle. Tiyatronun özü hayatın kendisidir. Yaşamın bir parçasıdır. Tıpkı fizik gibi, kimya gibi, matematik gibi, dil gibi yaşamın bir parçasıdır. Doğanın içinden çıkmıştır. Orada ışık vardır, müzik vardır, söz vardır, makyaj vardır, görsel sanat vardır, dans vardır. Tek bir şey yoktur, o da perde! Bir anlamda da 4. duvar.
Gilgamesh/Gılgamış, Fotoğraf: Danny Willems
"Son 20 yılın kültür politikaları ve gitgide estetik kaygının yerini gişe kaygısının alması dünya ile İstanbul’un arasını açık ara açtı. Bir zamanlar her hafta dünyanın bir yerine giden yönetmenlerimiz ve koreograflarımızın sayısı gitgide azaldı. Sermayenin sayesinde yeni tiyatrolar kuruldu İstanbul’da ama birinci dert gişe kaygısı olunca ortalama sekiz saat televizyon izleyen bir seyirci kitlesinin, sahnede sadece ünlü yüzler görmek isteyen ve sadece eğlenmek isteyen bir seyirci kitlesinin estetik anlayışına kaldı Türkiye Tiyatrosu."
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Başka bir şeyin dönüştürücü gücü olduğuna inanmıyorum ben. Yani bugün Felsefe düşüncenin estetiğini tartışıyorsa, sanat da duyularımızın estetiğini tartışıyor. Hani o eskiden beri bizde var olan, doğayla diyaloğu sağlam ve evrende sadece bir zerre olduğunu kabul eden, erdemini ne tanrılara ne şeytanlara satmayan, korkularla boyun eğmeyen ama medenileştikçe kaybolan o içimizdeki çocuğun gülümsemesi gibi en berrak halimiz olan duyularımız. Onlar körelmesin diye sanat var. Onlar beslensinler diye var. Dışımız 100 yıl yaşarken içimiz ölmesin diye. Anlayamıyoruz ama algılayabiliyoruz diye var.
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinizde etkisi olur mu?
Ben kendimi rüyalarımda, rüyalarımı sahnede, sahneyi dünyada arıyorum. Shakespeareyen bir söylem oldu biliyorum ama gerçek göründüğü gibi bir şey değildir. Sonradan uydurulmuş bir yaşamın, bize öğrettikleri gibi giyinmenin, yemenin, içmenin, konuşmanın, sevmenin, çocuk yapmanın gerçeklikle ilgisi yok. Bizler gündüzleri gözü açık uyuyoruz, geceleri ise gözümüz kapalı rüyalarımızda tek gerçekliğimiz ile tanışıyoruz; tekrar tekrar. Hani gözü kapalı gelirim seninle der gibi. O kadar güvenli yani. Rüyalardan besleniyorum. İnsanlardan besleniyorum. Sokaklardan, ağaçlardan, kedilerden. Bu matrix'in içinde kaçabildiğim ve sığınabildiğim her köşeden, her nefesten, her gözyaşından, her rüzgârdan ilham alıyorum ben ki ilham verebileyim. Ama kalıplardan, dogmalardan, metotlardan, kanunlardan beslenmiyorum ben.
Gilgamesh/Gılgamış, Fotoğraf: Danny Willems
Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?
Ne güzel bir soru. Bana her yapıt adıyla gelir. Doğaya doğan çocuklar gibi. Kiraz mevsiminde doğduğu için adı Kiraz olan. Artık son çocuk olduğu için adi Songül olan gibi. Ya adı vardır çocuğun ya da bana gelirken adını fısıldar.
Sanatınızı etkilediğini düşündüğünüz biri veya bir sanatçı var mı, varsa kim?
Spinoza’nın tanrısı gibi en büyük sanatçı bu tabiat beni etkilemiştir ve etkiliyor. Bugün matematikteki Kaos teorisi gibi, fizikteki Kuantum teorisi gibi ya da Kairo’da şehir merkezindeki o müzenin önündeki akıl almaz karmaşıklık gibi bir “düzen” yaratan bu tabiat, bu doğa beni çok etkiliyor. Ama illa da isim istersen; Nasreddin Hoca, Ömer Hayyam, Halil Cibran, Celalettin Rumi, İspinoza, Charlie Chaplin, Kandinsky, Duchamp, Eric De Volder, Şahika Tekand, Karagöz diye aklıma geldi şimdi.
"Daha iyi politikalar mı istiyorlar? Adil bir düzen mi istiyorlar? Sırf kendini düşünmeyen politikacılar mu istiyorlar? Herkese eşit demokrasi mi istiyorlar? Uluslararası normlarda hukuk mu istiyorlar? Enflasyonun altında ezilmeyen bir maaş mı istiyorlar? Hatta takımlarının Avrupa şampiyonu olmasını mi istiyorlar? Çok net söylüyorum: Tiyatroya gitsinler, sergiye gitsinler. Politikayla iyi bir kültür yaratamazsınız; ama iyi bir kültürle iyi politikalar yaratabilirsiniz. "
Dünyanın mevcut durumunu değerlendirdiğinizde, bir sanatçı olarak sizin için en önemli ve acil konu nedir?
Düşünmek ve yaşamak arasındaki ilişki! Şöyle diyeyim. Hayvanlar ile insanları ayıran en büyük özellik bizim beyin kapasitemizin özellikle ateşi fark ettikten sonra artması. Düşünce yeteneğinin çoğalması ve varlıklar zincirinde ortalarda bir yerdeyken insan denen hayvan, beyninin büyümesi ile en üste geçip bu dünyaya hükmetme durumumuz. Hayvanlarda bu çok sınırlı! Peki hayvanlar ne yapıyorlar? Yaşıyorlar, yaşamaya çalışıyorlar, daha iyi yaşamaya çalışıyorlar. Peki insanlar? Onlarda yaşamaya, daha iyi yaşamaya çalışıyorlar. Soruyorum o zaman neye yarıyor bu üstün akıl? Bu fazla zeka? Eğer biz insanlar hayvanlardan daha fazlasını düşünebiliyorsak o zaman yaşamak yetmez! Yaşatmalıyız aslında!
Gılgamış destanı üzerine çalışma fikri ve bu destanı iki kadın oyuncu ile seyirciye aktarma düşüncesi nasıl ortaya çıktı ve gelişti? Bu iki kadın oyuncunun özellikleri nedir?
Tam Covid zamanının ortasında kötü bir sağlık sorunu yaşadım. Film bitti zannetmiştim. Nöroloğum “sana tanrılar ikinci bir hayat verdiler, iyi değerlendir” dedi. O zaman fark ettim hayatımda kızımı tekrar görmekten başka sahiplendiğim bir şey kalmamıştı. Tüm dünya Covid’le tekrar ölümü düşünür, ölümü konuşur olmuştu. “Bizim derdimiz ölmek değil öleceğimizi bilmektir kardeşim” der Enkidu, Gılgamış’a oyunun tam ortasında. Yukarıda dedim ya ismiyle gelir bana yapıtlar. Bu oyun oyunun yazarı “kardeşim” arkeolog yazar Mesut Alp ile beraber geldi. Ama binlerce yıldır yazılıp çizilen “ölümsüzlüğü arayan kahraman Gılgamış” gibi değil. “Nedir ölmeyi bilmenin sanatı bana onu anlat kardeşim” ile geldi. Bir post mitos anlatımı ile geldi.
Gilgamesh/Gılgamış, Fotoğraf: Danny Willems
Gılgamış farklı bir sahneleme tasarımına sahip, seyirci aslında siyah bir kutu yerine, adeta beyaz bir küpün içinde hareketli olarak ayakta takip ediyor performansı; bu tasarımı ve kavramsal çerçevesini biraz açar mısınız?
Çok da farklı değil sanki. Hani o ateşin etrafında toplanılmış tiyatroyu anlatıyor sanki. Hani o kasaba meydanlarına direkler dikilen sonra üzerinde oynanan o direkler arası oyunlara benziyor sanki biraz. Biraz da Karagöz’e. Orta oyununa? Batı ile Doğu arasında, medeniyet ile doğanın arasında bir yere. Homo Sapien ile Neandertallerin arasında bir yere. Her akşam tekrar tekrar kurup yıktığımız koca duvarlı ilk şehre? Ve tabi ki biraz da o 60’larda 70’lerde Kelly’lerin, Wilson’ların, Abramovic’lerin o garajlarda, apartmanlarda görsel sanat ile tiyatro arasındaki performanslarına. Prop theater’dan, obje performanslarından da örnek verebilirim.
IO Festivali çok yeni bir festival, bu festival sizin için ne ifade ediyor?
Ama adı çok eski. Boynuzların üstünde bir dünya. Bu boynuz hikâyesi bence bu dünyadan da eski olabilir. Sanırım Leman (Yılmaz) ve Mert (Fırat) bu festivalle yeni bir dünya yaratmak istiyorlar İstanbul’da. Garajistanbulları hatırlayalım, iDanslari, “2010 İstanbul Kültür Başkenti”ni. Sanki üzerinden yüzyıllar geçmiş gibi değil mi. Son 20 yılın kültür politikaları ve gitgide estetik kaygının yerini gişe kaygısının alması dünya ile İstanbul’un arasını açık ara açtı. Bir zamanlar her hafta dünyanın bir yerine giden yönetmenlerimiz ve koreograflarımızın sayısı gitgide azaldı. Sermayenin sayesinde yeni tiyatrolar kuruldu İstanbul’da ama birinci dert gişe kaygısı olunca ortalama sekiz saat televizyon izleyen bir seyirci kitlesinin, sahnede sadece ünlü yüzler görmek isteyen ve sadece eğlenmek isteyen bir seyirci kitlesinin estetik anlayışına kaldı Türkiye Tiyatrosu. Malzemeden çalıyor bu ortamlar. Estetikten çalıyor bu yeni oluşumlar. Halbuki Tolstoy ne demişti; “Mesele Gogol’u halka götürmek değil, halkı Gogol’a götürmektir.” IO festivali bu kanayan yaraya merhem olabilir mi? Umarım. Ben bir sanatçı olarak sayenizde burada tarihe not düşüyorum. Bu estetik hepimizin, ben elimden geleni yapıyorum, yapacağım.
Gilgamesh/Gılgamış, Fotoğraf: Danny Willems
İstanbul seyircisine söylemek istediğiniz özel bir şey var mı?
Daha iyi politikalar mı istiyorlar? Adil bir düzen mi istiyorlar? Sırf kendini düşünmeyen politikacılar mu istiyorlar? Herkese eşit demokrasi mi istiyorlar? Uluslararası normlarda hukuk mu istiyorlar? Enflasyonun altında ezilmeyen bir maaş mı istiyorlar? Hatta takımlarının Avrupa şampiyonu olmasını mi istiyorlar? Çok net söylüyorum: Tiyatroya gitsinler, sergiye gitsinler. Politikayla iyi bir kültür yaratamazsınız; ama iyi bir kültürle iyi politikalar yaratabilirsiniz. 1 Kasım’da herkesi Gılgamış’ın Türkçesi ile Zorlu Psm’ye bekliyorum. Bağdat’a inmek üzereyiz. Bundan 5000 yıl önce yazıldığı topraklara.
Comments