Norveçli koreograf, dansçı ve performans sanatçısı Mette Edvardsen, Arter’in Selen Ansen küratörlüğündeki performans programının "katılma" bölümü kapsamında, 15 ve 16 Şubat’ta İstanbul’a misafir oldu. Sanatsal pratiği kapsamında yazma eylemine de odaklanan Edvardsen’in oslo adlı işi biz seyircilere minimal malzemeyle çok şey ifade etmekte yetkin, ışık ve koro vokallerinin önemli bir yer işgal ettiği "nordik" bir deneyim yaşattı. Edvardsen’in Norveçli olmasından da ötürü ilk başta akla Oslo şehrini getirtmiş olsa da aslında oslo, aynı zamanda sanatçının bu "solo" işinin bir anagramı. Dilin sınırlarını ve imkanlarını hem gerçek hem de hayali bir mekânsal düzlemde sorgularken Edvardsen, oslo ile bizleri, varılması gereken hedefi kaybettiğimiz anda ortaya çıkan ve aslında çok daha değerli olan bir yolculuğa çıkardı. Mesafeli ancak samimi, minimal ancak mizahi, varoluşçu bir yaklaşıma sahip ancak odadaki diğer insanlarla beraber bizlerde ritüeli andıran kolektif bir deneyim duygusu yaratan oslo'da, "bir odaya girdik" ve hem kendi mevcudiyetlerimizin hem de (Wittgenstein’in söylediği gibi) sınırları dünyamızın sınırlarını belirleyen "dil"in hareketinin tadını çıkardık. Henüz o odaya girmemişken ise Edvardsen’e sorduğumuz sorularla sizler için kendisini daha yakından tanımaya çalıştık
Röportaj: Ayşe Draz & Mehmet Kerem Özel
Mette Edvardsen, Fotoğraf: Antero Hein
Performansın özü sizce nedir? Çağdaş performansı günümüzde nasıl tanımlarsınız?
Bence performans bir dinleme biçimi. Şimdiki zamanda mevcut olma halinin ve mekânı paylaşmanın kendine has bir yanı var. Bu gerçekten harika bir şey olabilir. Performans diğer alanları mümkün kılıyor.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Evet, ama bu tekil bir jest, kendi başına bir operasyon değil. Bu bir süreç, sürekli olarak yakından ilgilenilmesi gereken bir şey.
Dünyanın günümüzdeki halini/gidişatını her anlamda göz önünde bulundurduğunuzda, bir sanatçı olarak sizin için en önemli konu hangisi?
Devam etmek.
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işleriniz üzerinde etkisi var mı?
Uyurken ve rüya görürken bir çok şey yaptığımıza inanıyorum. Bazı rüyalar işlerime dahil olabilir ama bu bir olgu veya durum olarak rüya görmekle ilgili olduğu anlamına gelmez. Ayrıca bana ilham veren birçok şey var ve bazı işlerim için belirli kaynaklardan söz edebilirim. Bu, belirli bir işi mümkün kılmak, hakkında birlikte düşünmek üzere konuşma ortakları, içinden bakacak bir lens bulmakla ilgili.
Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmış olduğunuz bir yapıta adını vermeye ne zaman karar veriyorsunuz?
Bazen yapıtın adı başlarken vardır, diğer zamanlarda ise çalışırken gelir. Genellikle bu sürecin oldukça erken bir aşamasında oluyor. Ancak bir seferinde, bir yapıtın prömiyerine iki hafta kala adını değiştirmem gerektiğini, halihazırdaki adın artık ona uygun olmadığını anladım.
Oslo, Fotoğraf: Antero Hein
Bu işinizde sizin için en favori an veya cümle hangisi ve neden?
Mekânın açıldığını, genişlediğini hissetmek. Orada daha önceden olmayan bir şeyin olduğunu hissetmek.
İnternet sitenizde oslo işinizin sayfasına girdiğimizde sadece yosun tutmuş bir taş fotoğrafı görüyoruz. Performansınızı izlediğimizde bu görselin anlamına vakıf olacak mıyız yoksa bu görsel sizin kendi işinizle olan kişisel ilişkinize dair bir söz mü ediyor?
Taşın görseli de muhtemelen taşın kendisi kadar opak. İçini açığa çıkarmıyor ama onu olduğu gibi tutuyor. Benim için mesele, taşla kişisel değil soyut bir ilişki ve zaman içinde kesişen bir düşünce. Bir performansın görüntüsü ne yapmak üzere orada; iletişim kurmak mı, örneklendirmek mi? Benim için bunu takip etmek ilginçti. Başka kriterler olabilir mi?
Oslo, bir üçlemeye eklemlenen dördüncü parça olarak tasarlanmış. Üçlemeyi seyretmemiş bizler için bu dört işin arasındaki ilişkiyi ve ortak yönlerini anlatır mısınız?
Oslo, her biri dil, ses ve yazı ile uğraşan ve bir üçlemenin parçası olan işleri takiben geliyor. Bu üçlemenin ilki Black (Siyah) (2011), bir şeyleri isimlendirerek ortaya çıkarmakla ilgiliydi. Aslında başlarken bir üçleme fikri yoktu, sonradan ortaya çıktı. No Title (İsimsiz) (2014) 'da ise olumsuzlama ve her şeyi ortadan kaldırmak üzerine çalışıyordum. We to be (Olacağız) (2015) bir oyun olarak yazılmıştı. Bu işlerin hepsi malzeme olarak dili kullanıyor ve sadece anlam değil, dilin farklı kapasitelerini ele alıyorlar.
Koreografiye dayalı bir geçmişiniz var ancak işleriniz video, kitap ve yazıdan performansa değin, çok geniş bir spektrumdaki medyum ve formatlara yayılıyor. Ancak, yukarıda bahsi geçen üçlemeniz Black, No Title ve We to be de olduğu gibi, görünen o ki ve de siz kendiniz böyle olduğunu söylüyorsunuz, dil ile çalıştığınız işlerinizde bile onları gösteri sanatları ile ilişkili bir pratik ve bir durum olarak ele alıyor, dile de hareket olarak yaklaşıyorsunuz. Bunu biraz açıklayabilir misiniz?
Her zaman bir dil, bir şeyler nasıl yapılır, diyalog içinde olmak nasıl başarılır, başka bir şeyin ortaya çıkması nasıl sağlanır arayışındayım. Ben kendisi olarak dil ile ilgilenmiyorum, ancak onun farklı şekillerde yapmayı mümkün kıldıkları nelerdir, bunlarla ilgileniyorum. Benim için medyum veya format da bir dil bulmanın bir yolu, bir yol üretmenin veya bir yol açmanın aracı olabilir. Bu yüzden bazen yazı yazsam bile bunu bir 'yazar olarak gerçekleştirmiyorum. Ben işler üretiyorum. Dolayısıyla, dil ve hareket arasındaki ilişkiyi araştırmak yerine, bunun ne tür bir yazımı mümkün kıldığıyla ilgileniyorum. Bu 'mekânda ve zamandaki yazım' nedir?
Oslo, Fotoğraf: Antero Hein
İnsanlara bu performansı deneyimlemeden önce söylemek istediğiniz herhangi bir şey var mı? İstanbul izleyicisine söylemek istediğiniz özel bir şey var mı?
Hayır, seyircilere hiçbir şey söylemek istemiyorum. Onların bilmediklerini sandığım veya onlara söylemem gereken bir şey bilmiyorum. Benim için bu, deneyimlemek, dinlemek, hissetmek, düşünmek ve olmak için başka bir alanla ilgili.
Comments