28. İstanbul Tiyatro Festivali’nin uluslararası sanatçılarıyla yaptığımız söyleşi dizisinin son konuğu, 12 ve 13 Kasım tarihlerinde Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda gösterimleri gerçekleşen, Sırbistan Ulusal Tiyatrosu yapımı Macbeth’in yönetmeni Nikita Milivojević
Röportaj: Ayşe Draz
Nikita Milivojević, Fotoğraf: Jelena Ivanovic
28. İstanbul Tiyatro Festivali bu sene ilk kez Mehmet Birkiye küratörlüğünde ve en azından uluslararası seçkisi bakımından geçen senelere göre daha dar kapsamlı bir programla gerçekleşiyor. Bu seçkide öne çıkan yapımlardan biri ise özellikle özgün Shakespeare yorumlarıyla dikkat çeken Nikita Milivojević’in Sırbistan Shakespeare Festivali için sahneye koyduğu Macbeth. Kabare, pantomim, gölge tiyatrosu ve müziği iç içe geçiren, aynı anda hem zamansız hem de çağdaş bir dünya sunan Macbeth’i Milivojević “rüya” metaforu üzerinden kurguluyor ve cadıların kehanetleriyle gerçekliğin kabusa dönüştüğü bir anlatı sunuyor. Biz de sizler için Milivojević’e sorularımızı yönelttik.
Macbeth
Sizce tiyatronun özü nedir?
Bence tiyatro insanoğlunun en heyecan verici icatlarından biri. Esasen tiyatro, farklı bir zaman ve mekân kurarak izleyiciyi mümkün olduğunca o yeni gerçekliğin içine çekmeye çalıştığımız sanal bir gerçeklik yaratma çabası. Bazen öyle oluyor ki, bir an için o gerçeklik, yaşadığımızdan daha gerçek hâle geliyor. Tiyatroya ihtiyaç duymamızın nedeni, diğer şeylerin yanı sıra, bizim gerçekliğimizin mümkün olan tek gerçeklik olmadığını bize hatırlatması. Benim için tiyatro her zaman kendi iç dünyamla bir bağ. Kendimden bir parça bulduğum bir yer tiyatro. Hepimizin en az iki hayat yaşadığına inanıyorum: Gerçek olan ve hayali olan. Kendimizden çıkmaya, başka biri olmaya, başka bir hayat yaşamaya temel bir ihtiyaç duyuyoruz. Tiyatro, daha doğrusu genel olarak sanat, olduğumuz kişi ile olmak istediğimiz kişi arasındaki boşluğu doldurur. Hepimizin içinde çok farklı, birbirine zıt karakterler var, birçok farklı soruyu içimizde taşıyoruz ve dolayısıyla tiyatro da bu soruların bazılarının cevabını aradığımız bir yer.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Sanatın değiştirebileceği neredeyse hiçbir şey olmadığını bilsem de değiştirebileceğine inanıyorum. Tıpkı, öyle olmadığını bilmeme rağmen sahnedeki yanılsamanın gerçek olduğuna inanmam gibi. Bildiklerimiz bir şey, inandıklarımız ise tamamen farklı bir şey. Bence hepimiz hayatlarımızda biraz Çehov'un kahramanlarına benziyoruz; çeşitli gerçekleşmemiş hayallerimiz var ve bazen bize öyle geliyor ki olmak istediğimiz ya da olabileceğimiz gibi değiliz ve hayatın kendisi de pek de bizim olmasını beklediğimiz veya istediğimiz gibi değil. Sanatın amaçlarından biri hayatımızda artık inanmadığımız ya da inanmayı bıraktığımız her şeye yeniden inanmaya çalışmamızı sağlamak. Hepimizin bir şekilde buna ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Macbeth
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işerinizde etkisi olur mu?
Tiyatromu bir şekilde tanımlamam gerekse, gerçek ile gerçek olmayanın bazen birbirinden ayırt edilemeyecek kadar iç içe geçtiği bir dünya derdim. Her şey, bir şeyin nerede başlayıp bir diğerinin nerede bittiğini tam olarak söyleyemeyeceğiniz belirsiz bir sınır üzerinde gerçekleşiyor. Performanslarımın çoğuna bu deneyim damgasını vuruyor. Genelde bir oyun üzerinde çalışırken her şey ilham kaynağım oluyor. İçine her türlü çağrışımı, fikri girdiğim yepyeni bir "dosya" açıyorum. Hemen hemen her şeyi not alıyorum. Başlangıçta tamamen hayal gücüme teslim oluyorum ve beni istediği yere götürmesine izin veriyorum. Daha sonra elbette bir seçim yapıyorum ve sadece oyun için önemli olduğunu düşündüğüm şeyleri alıyorum.
Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?
Sabit bir kuralım yok. Kendi yazdığım projelerim üzerinde çalışırken ya oyuncularla ortak bir süreçte geliştiriyorum ve bazen ilerledikçe buluyorum başlığı, bazen de daha başlangıçta biliyorum. Her hâlükârda başlığın çok önemli olduğuna inanıyorum, izleyicinin performansa ilk girişi gibi bir şey başlık ve zaten başlıkla birlikte izleyici üzerinde ilk izlenimi yaratıyorsunuz.
Sanatınızı etkilediğini düşündüğünüz biri veya bir sanatçı var mı, varsa kim?
Somut bir kişi var diyemem. Sanırım farklı aşamalarda farklı etkiler altında kaldım. Pek çok yönetmen, özellikle de film yönetmenleri bana ilham verdi. Ama aynı şeyi birçok besteci, ressam, yazar için de söyleyebilirim. İlginç olan şu ki, performanslarım için tiyatrodan çok diğer sanatlardan ilham alıyorum. Bu arada eserlerine büyük sevgi ve saygı duyduğum yazarlardan biri de Orhan Pamuk.
Dünyanın mevcut durumunu değerlendirdiğinizde, bir sanatçı olarak sizin için en önemli ve acil konu nedir?
Açıkçası, dünya liderleri hayatlarımızı her geçen gün daha da kötüleştirmek için ellerinden geleni yapıyor gibi görünüyor. Her geçen gün beraberinde yeni bir belirsizlik ve korku getiriyor. Bir sanatçının sesi hiçbir şey ifade etmiyor. Ancak bir sanatçı için böyle bir dünyada bir nevi denge sağlayan ve onu daha katlanılabilir kılan şey yanılsamalar. Tiyatronun kendisi de böylesine büyük bir yanılsama. Mevcut dünyaya alternatif bir şey. Küçükken tiyatronun hayatımızda özel bir rolü olduğuna gerçekten inanırdım. Ve bugün inancım farklı bir açıdan olsa da hâlâ bir şekilde bu gençlik ideallerinden ilham alıyor. Mesela hâlâ bugün, her zaman seyirciler arasında oyunumun ithaf edildiği, ortak bir yanımın olduğu, bir şeyler paylaşabileceğim bir seyirci olduğuna inanıyorum. Bu benim tek inancım. Gönülden yapılanlar, biz bilsek de bilmesek de, her zaman birinin duygularında ya da hafızasında bir yerlerde not ediliyor. Bu konuda defalarca haklı çıktım.
Macbeth yorumunuz rüyalar temasını vurguluyor; rüya imgelerini sahnede nasıl kullanıyorsunuz?
Shakespeare'in ünlü ve çok alıntı yapılan düşünceleri arasında "Macbeth uykuyu öldürür. Macbeth artık uyumayacak”" sözü özel bir yere sahiptir. Shakespeare'i ve oyunlarındaki rüyaları konu alan ilginç pek çok çalışma var. Shakespeare'in tüm büyük trajedileri arasında rüyalarla en çok bağlantılı olanın Macbeth olduğu düşünülüyor. Freud da Macbeth'i ele aldı. Bu anlamda performansımız rüyaların kendisiyle ilgili bir araştırmadan kaynaklandı. Çeşitli rüya imgelerinden esinlenildiği için performansın ana karakterinin "rüya" olduğunu söyleyebilirim. Ne gerçekleşiyorsa Macbeth'in kafasında gerçekleşiyor. Bir noktada şöyle diyor Macbeth: “Olmayandan başka bir şey yok/Olmayan bir şey olandan çok sarsıyor beni: Tek o kalıyor ortada, o olmayan şey.” (Nothing is but what is not) Bu harika düşünce bana tüm oyunun yorumu için bir başlangıç noktası olarak hizmet etti. Cadıların Macbeth'e kehanetleri söylediği andan itibaren gerçeklik bir kabusa dönüşüyor, her şey onun dengesiz zihninin bir meyvesi gibi görünüyor, sahneler gerçekten rüyalardan çıkmış gibi görünmeye başlıyor: Macbeth'in tehlikeli bir biçimde sürekli üzerinde bocaladığı bir bıçağın sivri ucuna dönüşüyorlar.
Yapıtlarınız kurduğunuz benzersiz estetik ve kışkırtıcı unsurlarıyla biliniyorlar. Rüya benzeri bir atmosfer yaratmak için Macbeth özelinde bulduğunuz görsel ve işitsel çözümler hakkında yorum yapabilir misiniz?
Öncelikle, kadronun oluşturulması zaten "rüya benzeri" bir şeye doğru ilerlemeyi içerdi çünkü Macbeth üç oyuncu tarafından ve Leydi Macbeth altı kız tarafından canlandırılıyor. Hepsi kesinlikle birbirinden çok farklı olan bu oyuncular karakterlerin her birinin kişiliklerinin sadece bir bölümünü temsil ediyor. Performans rüyalardaki çeşitli imgelerden esinlendiği için, her şeyden önce çok görsel ve duyusal bir dünya kurduk. Ve yapıt da, rüyalarda olduğu gibi anlatıyı takip etmekten çok belirli deneyimleri aktarmaya çalışıyor. Yapımın tüm unsurları (müzik, ışık, ses) aynı mozaiğin parçaları.
Macbeth
Sahnelemeniz hem zamansız hem de çağdaş olmayı hedefliyor. Shakespeare'in orijinal metni ile modern yorum arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz ve Macbeth'in günümüz dünyasında ne gibi bir önemi olduğunu düşünüyorsunuz?
Bana göre bizim Macbeth yorumumuz bir bakıma şu anda yaşadığımız her şeyin bir teşhisi. Gerçekliğimiz için bir metafor. Dünya tamamen kabus gibi, kaotik, "gerçek dışı" bir yer hâline geldi. Ne yazık ki, gerçeklik bazen en büyük kurgu gibi görünebiliyor.
İstanbul seyircisine söylemek istediğiniz özel bir şey var mı?
Birkaç yıl önce İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda Çehov'un Üç Kız Kardeş adlı oyununu çalıştım ve bu iş birliğinin en güzel anılarını saklıyorum. Tekrar İstanbul'a gelmekten çok mutluyum ve o performanstaki bazı oyuncularım ve tanıdıklarımla tekrar görüşeceğime inanıyorum, bu da özellikle kalbimi ısıtıyor.
Comments