Performans sanatçısı Marina Abramović ve kurucusu olduğu Marina Abramović Enstitüsü’nün (MAI) Sakıp Sabancı Müzesi’nde 31 Ocak 2020’de açılan Akış / Flux sergisi pandemi nedeniyle uzun bir süre kapalı kaldı, daha sonra alınan önlemlerle, lakin insanların bir mekanda toplanmaya ve bir topluluk oluşturmaya daha temkinli yaklaştığı bir dönemde yeniden ziyarete açıldı. Sergide Abramović’in performanslarının dokümantasyonlarının yer aldığı ana bölüme eşlik eden canlı performans programına, yapılan açık çağrı sonrasında Türkiye’den 12 sanatçı davet edildi. Biz de sergide hem pandemi öncesi hem de pandemi esnasında ‘canlı’ performansları ile yer almış bu sanatçılarla On soruluk sohbetler serimize devam ediyor ve sıradaki sohbetimizde, Dikine performansını birlikte gerçekleştiren Umut Sevgül ile Metehan Kayan’ı misafir ediyoruz
Röportaj: Ayşe Draz & Mehmet Kerem Özel
Umut Sevgül & Metehan Kayan, Fotoğraf: Mert Çakır
Performansın özü sizce nedir? Performansı günümüzde nasıl tanımlarsınız?
Umut Sevgül: Mekanda/zamanda zihne dolaylı ya da doğrudan temas eden eylemlerin, imgelerin üretimi. Günümüzde yaratım biçimlerinin sınırında bulunan mekanı/zamanı düşünmedeki, ele/eyleme almadaki farklar tanımlanmaya çalışılıyor. Beden odaklı sanat üretim pratikleri üzerinden kabul edilegelmiş, kurumlarca statikleştirilmiş tanım ve kavramlar evrensel düzlemde eriyor. Doğası gereği dinamik olan kavram ve bedenin hareketliliğinin dikte edilen koşullardan özgür olduğunu düşünüyorum.
Metehan Kayan: Bedensel bütünlüğümüzün derimizin sınırlarının da ötesinde olduğunu düşünüyorum. Beni ne durdurur? Dans ederken size söylenildiği gibi durmaz, dinlemez ve hareket etmezsiniz. Eşyanın tabiatına göre eyler, hakikat olanı düşlersiniz. Bu durum hiç de ruhani değil basbayağı gerçektir. Performans anı gibi… Beden kendi manifestosunu açıklar ve ne isteyip-ne yapacağını, nasıl düşündüğünü ilan eder. Bu bir eylem çağrısıdır, katılan herkes kendinden sorumludur. Nasıl yapılacağı öğretilemez, olur ve geçer. Harekete kimse mani olamaz. Beni ne durdurur? Hiçbir şey.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
US: Kontrol edilemeyen, öngörülemeyen, beklenmedik durumlar/karşılaşmalar dönüştürücü olana giden yolları görünür kılıyor. İnancın da ötesinde, yolu yürüme cesaretiyle gerçekleşecek olan değişimi arzuluyorum.
MK: Dönüştürücü gücüne inanıyorum ama o gücün kimin elinde olduğuna göre değişir.
Size ilham verdiğini düşündüğünüz biri/leri var mı, varsa kimler?
US: Üretim sürecinin her aşamasında beni düşüncesi, yazısı, sorusu, varoluşu, gözü, eli, eylemi ile besleyen dostlarım.
MK: Dikine’nin birbirine ilham veren çeşitli disiplinlerden sanatçılarla bir bağı var. Fotoğraf sanatçısı, kardeşim Barbaros Kayan’ın estetik dilinden ilham alıyorum. Ekip arkadaşım ve aynı zamanda bir yeşil parmak olan Umut Sevgül, yazar Medine Mayıs Akın, bio hacker Serhan Hasdemir, müzisyen Aydın Akın, mimar ve sirk sanatçısı Özgür Kavurmacıoğlu, koreograf Aydın Teker son zamanlarda beslendiğim-ilham aldığım kişiler.
Umut Sevgül & Metehan Kayan, Dikine, Fotoğraf: Mert Çakır
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi olur mu?
US: Dokularındaki geçirgenliğiyle bir mekan olarak bedenim. Paylaşılan, saklanan, dışında tutulan, bilinmeyen, girilmeyen, içinden çıkılmayan mekanlar... Yeryüzünden yükseğe, yeryüzünün dibine yönlenen, değişen, yol alan, şimdi burada olan, geçmişte olmuş, yokmuş gibi, varmış gibi yapılan mekanlar... Kaynaktan hareketle çıkar, düşünceden göç ederim.
MK: İş üretirken her şeye gözlemci olarak yaklaşırım. Hayatın ve doğanın mekanik işleyişi bana ilham verir. Son zamanlarda göstergebilim, mimari ve beden üzerinde temellendirdiğimiz bir çekim merkezimiz var. Fizik ve biyoloji içine dalmaktan zevk aldığım konular. Anatomi ve sinir sistemi okumaları bana mikro bir coğrafyayı haritalamak gibi hissettiriyor.
Bilmediğiniz bir şeyi rüyanızda göremezsiniz. O yüzden daha çok işlerimin rüyalarıma etkisi oluyor.
Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?
US: Başlamayan ya da bitmeyen bir soruya işaret ediyorsa; iş bittikten sonra bile.
MK: O gelir ya da sen onu bulursun. İlla ki olur ama. Uzun zamandır Umut ile beraber Dikine isimli devam eden projemizde yolculuk yapıyoruz. Dikine nereye gidecekse o zaman düşünüyoruz.
2015’te başlayan ve 2018 Aralık’ından beridir yere-özgü (site-specific) duraklarla devam eden “Dikine” projenizi Bakış/Flux sergisinin performans programı kapsamında Sakıp Sabancı Müzesi’nde gerçekleştirirken, bir çağdaş sanat müzesinin beyaz küp mantığındaki mekanıyla nasıl söyleştiniz?
US: Benim 2017 yılında dahil olduğum Dikine projesi 2019 Ocak ayında oluşturduğumuz manifesto ile Dikine Ongoing Project olarak hareketine ve göçüne devam ediyor. Videografi çalışmalarının mekana özgü gerçekleşen hareket araştırmalarıyla eş zamanlı yürütüldüğü üretim pratiğinde süreksizlik, göçerlik, geçicilik gibi kavramları inceliyor, bellek kavramının da madde, yüzey ve süre gibi alt başlıklarına odaklanıyoruz.
Uzun süreli performans odağında yapılan açık çağrıya bireysel olarak kulak verdik. Sergi küratörleri Dikine ile programa dahil olmamızı istediler. Biz de daha önce de kullandığımız bir materyal olan tuğla ile çalışmayı tercih ettik. Mekan olarak bize ana galeriyi önerdiler, orası yerden ve yukarıdan olmak üzere iki farklı izleme olanağı sunuyordu. Mekanın yüzölçümü üzerinden tuğlaların miktarını belirledik. Manifestomuzla, steril bir galerinin içerisinde, sessizce eserlere uzaktan bakmaya alışık olan seyirciyi harekete çağırdık. Seyirci/ziyaretçi içeri adım attığı anda eylemin içindeydi; değişen mekanın belleğindeki hareketini seçti. Ziyaret ve seyir, katılım ve paylaşıma dönüştü. Materyal sert, ağır ve pürüzlü yapısıyla parçalandıkça çoğalarak mekanı kapladı, boyadı ve mekanın yüzeylerini erozyona uğrattı. Performansın ikinci haftasının sonunda pandemi nedeni ile ara verildi. Bu ara tam olarak 7 ay sürdü. En son bıraktığımız haliyle 14 ton toprak tuğla 7 ay müzede yaşadı. Döndüğümüzde, tuğlalarla temas eden zemin yosun tutmuştu.
MK: Dikine projemizin Akış/Flux kapsamında yer alması fikri konuşulmaya başlandığında aklımıza “Nereye gidiyoruz?” sorusu geldi. Dikine’nin daha önceki duraklarından bir farkı yoktu aslında. Sadece henüz denenmemiş olandı. Geçtiğiniz yollardan edindiğiniz belleği inşa ediyorsanız, bu belleği paylaşıma açmakta, ortak bir alana sunmakta tereddüt etmemelisiniz. Bir yere gitmek nasıl geçici bir eylemse bir yerde kalmak da öyledir. Dinamikleri önceden belirlenmemiş, uzun süreli olması açısından değişime müsait bir akış planladık biz de. Müzeler bu tür performans sergilerine alışık ancak böylesine bir projenin bir müzede gerçekleşecek oluşu cesaret isteyen ortak bir çalışma gerektirdi. Alanımızdaki materyaller ve onlarla olan ilişkilenme şeklimiz mekanı ele alışımıza epey etki etti. Mekanın yüz ölçümünü tam olarak kaplayan toprak tuğla, alanı sembolik olarak temsil ediyordu. Bu aynı zamanda tonlarca yük, efor ve mekanın bütünlüğünü sarsabilecek bir güç demekti.
Umut Sevgül & Metehan Kayan, Dikine, 2. ve 4. fotoğraf: Mert Çakır,
1. ve 3. fotoğraf: Medine Mayıs Akın
Akış/Flux sergisinin performans programı kapsamında yer alan sanatçılar olarak aslında hepiniz Marina Abramovic’in yaklaşımıyla bir şekilde ilişkilendiniz, sizin için bu ilişki nasıldı?
US: Bu ilişkilendirilme dış göze ait. Süreç içerisinde Marina Abramovic Enstitüsü çalışanları ile ilişkilendim. Tanışmadan itibaren yaklaşımlarımızın anlaşıldığı ve karşılıklı olarak ne için orada bulunduğumuzun bilindiği bir iletişim oluştu. MAI tarafından yürütülen kürasyon ve Cleaning the House atölye süreçlerinde ortak paydalarda buluştuğumuzu düşünüyorum. Performans ile odanın içinden, harekete dahil olan herkesle bir yolculuğa çıktık. Atölye ise kişisel deneyimimde, eylem ve temasla birlikte bedendeki enerjinin çevrimini farklı katmanlarda canlandırmaya yönelikti. Etkisini hissettim ve bazı araçlar yolculuğumda bana hala eşlik ediyor.
MK: Evet, Marina Abramovic’in kişisel sergisi de oradaydı ama eş zamanlı olarak MAİ ile birlikte bir performans sergisi gerçekleştirildi. Enstitü, Abramovic haricinde de çok fikirli ve ortaklıklara açık bir şekilde işlemekte. Okul gibi bir düşünce-deneyim aktarımı yok. MAI’ye bağlı sanatçıların yürütücülüğünde Marina’nın derlediği metot çalışmasından esinlenilen bir atölye çalışması gerçekleştirdik. Burada pratik edilen evrensel çalışma araçlarını kullanmak sizin kişisel tercihiniz.
Enstitü, özgünlüğe ve yeni fikirlere alan açmada oldukça olumlu bir tavır sergiledi. Bu tür ilişkilenmelerin yayılmasını umut ediyoruz.
Bu işinizi Sakıp Sabancı Müzesi’nde gerçekleştirirken seyirci ile yaşadığınız etkileşim anlarından sizi en çok etkileyeni hangisiydi?
US: Merkezden dışarı doğru yükselen, kalın ve sağlam merdiveni kararlı bir odakla inşa eden kişi. Zamanla eriyerek azalsa da alan açtığı eylemlerden dolayı mekanda uzun süre kalan yapılardan biri oldu.
MK: Umut ile ağırlıklı olarak zeminde harekete yoğunlaştığımız bir performans günüydü. Mekan boşken içeri bir çift girdi. Yaklaşık 35 dakika bizi takip ettiler. Gitmelerinden hemen sonra oje ile “dur” yazılmış bir kağıdı not defterimin kenarına sıkıştırılmış olarak buldum. Burdan sesleniyorum, belki beni duyarlar; o gün ne demek istemiştiniz?
Dikine, sergi süresi içinde müze binasının her yerinden hissedilebilen bir performans oldu. Ses ve titreşim seyircilerle aramızda büyülü bir iletişim yarattı. Tuğla yapıların yer değiştirmesi sırasında oluşan ses ve titreşimlerin çağrısı, binanın başka bir alanında yürütülen bir seminerden duyulabiliyordu.
Serbest çalışan sanatçılar olarak pandeminin yarattığı zorlayıcı koşullarla nasıl başa çıkıyorsunuz?
US: Başa çıktığımdan emin olmayarak. Dayanışmanın ve iletişimin yeni yollarını yaşamın hareketinde görmeye çalışıyorum.
MK: Daha fazla çalışarak.
İnsanlığın küresel ölçekte içinden geçmekte olduğu bu yeni pandemi süreci sizce gösteri sanatlarını gelecekte nasıl dönüştürecek?
US: İçinde bulunduğumuz mekanlardan dışarı çıkma dürtüsü güçlendi ve bu mekanları yeniden düşünme ihtiyacı oluşuyor. Bu çıkışla gerçekleşecek karşılaşmalarda ve yeni kanallara ulaşılmasıyla canlılığın bu yeniden düşünmenin hareketinde kendini bulacağını umuyorum.
MK: Bir yandan üzücü bir yandan da umut verici. Sanatın hayatın içine karışmasında bazı yükleri hafifleteceğini düşünüyorum. Sahneleme geleneği vazgeçemediğimiz bir organımız gibi. Evden çıkamayan bir hastaysan ve dostlarınla aran bozulduysa yapabileceğin tek şey onların sana gelmesini beklemek olacaktır. Davet etmeden olmaz ama nereye davet edeceğiz, nasıl bize ulaşacaklar? Olmaz denilenlerin dünyasına hoş geldiniz.
Kommentare