Umut Azad Akkel’in Ortada/It isimli kişisel sergisi 24 Ekim - 29 Aralık 2024 tarihleri arasında İMALAT-HANE İMÇ Proje Alanı’nda gerçekleşiyor. Ozan Ünlükoç küratörlüğündeki sergiyle birlikte sanata içkin politika üzerine düşünüyoruz
Yazı: Oğuz Karayemiş
Umut Azad Akkel, Cube With Holes In It, 2023, Katılımcı Obje
İçinden geçtiğimiz zamanlar aşırı sağın yükselişi, ayrımcılığın normalleşmesi ve insanların kendi çıkarlarının emniyetinden başka şeylere ilgi göstermeye eskisi kadar gönül indirmemesi gibi can sıkıcı fenomenlerle kuşatılmış durumda. Bu da mevcut hâlin yani etnik, cinsel, inançsal ve benzeri eşitsizlikler ile bu eşitsizlikleri yaratarak onlardan istifade eden toplumsal yapıların ziyadesiyle mütehakkim hâle gelmesine yol açıyor. Sahiden 90’lara gelirken çığırtkanlığının pek bol yapıldığı üzere “Çıkış yok!” mu?
Sanat, çıkışı düşünmek üzere çok sayıda imge üretir. Bu imgeler, namevcut bir dünyanın ve potansiyel ilişkilerin duyulur kılındığı, şimdiye kıstırılmış ruhlarımızı ferahlatıp geleceğe giden yolları düşünme imkânı sağlayan pencereler gibidir. Lâkin sanat bazen de şimdiyi tesis eden ve onda yerleşikleşen, neredeyse ebedîleşme iddiasında olan boğucu gerçekliği problemleştiren imgeler de üretir. Ben bu iki imge üretimine sanatın sentetik ve analitik boyutları adını vereceğim. Bu ne ilk boyutta ikincisinden daha az analiz olduğu ne de ikincisinde ilkinden daha az yaratıcılık olduğu anlamına gelir. Aralarındaki ayrım daha ziyade iki boyutun ve iki boyutta yaratılan imgelerin seyirciyi gerçeklikle farklı bir şekilde mesafelenmeye kışkırtmasından geçer. Sentez-imge, seyirciyi gerçeklik karşısında namevcut bir gerçekliğin imkânı sorusu dolayımıyla mesafelendirirken analiz-imge, mesafeyi mevcut gerçekliğin bilhassa algılamaya ve düşünmeye dair uzlaşımlarını yerinden ederek kurar. İki durumda da soru, politik sanat sorusu değil sanata içkin politika sorusudur. Umut Azad Akkel’in Ozan Ünlükoç küratörlüğünde 24 Ekim - 29 Aralık 2024 tarihleri arasında İMALAT-HANE İMÇ Proje Alanı’nda gösterimde olan Ortada/It sergisi, bu sorunun mahiyetini düşünmek üzere mühim bir fırsat sunuyor.
Bir haz var bende, bedenden içeri...
Umut Azad Akkel, İp Cambazı, 2024
Sergi, sanatçının çeşitli unsurlarını herkesin paylaştığı deneyiminden hareketle öncelikle “tahakküm döngüsü” denebilecek bir fenomeni problemleştiriyor. Sergi için Paolu Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi’nden mülhem bu problematik, öncelikle serginin ağırlık merkezini oluşturduğu söylenebilecek ve bir zamanlar atari salonlarında boy gösteren konsollar şeklinde kurgulanmış yapıtlarda açımlanıyor. Oyunlaştıran kurgusuyla seyirciyi de yapıtın işleyişinin daha doğrudan icracısı haline getiren bu yapıtlar, sanatçının bedenine çeşitli şedit işlemlerin uygulanmasını gerektiriyor: Çıplak sırtında cam kırmak (Wet Games Console III [2024]), üzerine su dökmek (Wet Games Console I [2024]) gibi. İp Cambazı (2024) videosunda ise sanatçının omzunda taşıdığı ve bir boru yardımıyla birleştirilmiş garson tepsilerine rastgele yerleştirilen cam bardakların dengesizlikten dolayı kırılarak saçıldığı görülüyor.
Umut Azad Akkel, Wet Games Console III, 2024-Devam ediyor, Katılımcı objeler ve video performanslar
Bu gruptaki yapıtlar bilhassa “haz” mefhumunu ve onun tahakküm döngülerindeki rolünü düşündürüyor. Michel Foucault’nun çalışmalarından bu yana iktidarın özneleştirerek tâbi kıldığı beşerî bilimlerle ilgilenen herkes için açıkmış gibi görünen bir mesele. Fakat mevzûubahis yapıtlarla birlikte düşünüldüğünde durumun pek de göründüğü gibi olmadığını söylemek mümkün. Meselenin Foucault tarafından formüle edilişinin karmaşıklığı bir yana nihayetinde insanları bir tahakküm döngüsünün eyleyicisi olmaya iten şeyin ne olduğu açık bir sorudur. Sanatçının yukarıda saydığım yapıtlarında öne çıkan yanıt, “haz” yanıtı gibi duruyor. Zira seyirci olarak bir takım tuşlara basarak sanatçıya bir dizi işlem uygulamada oyunun bizzat doğasından gelen bir haz bulunur. Peki bu haz mefhumunu daha geniş bir çerçevede düşünmek mümkün mü?
Böyle bir çerçevenin temelde “bölüşüm” olacağını iddia ediyorum. Özellikle sermaye ile sömürgecilik, ataerki ve karnivorizm gibi tahakküm yapılarının bütünleştiği bir çağda bölüşüm, belirli toplumsal konumlara da tekabül eden öznelliklerin üretici ve istikrar sağlayıcı mekanizmasıdır. Ayrıca hazzın daima belirli bir toplumsal niceliği vardır ve bölüşüm, (ücret, kâr ve rant olarak) başta bizzat sermaye kadar bu haz niceliğinin de farklı eyleyicilere dağıtılmasıdır. Zira bir toplumun kurucu problemi ve ona karakteristiğini veren şey, fazlalıkla ne yapılacağıdır. Kapitalizm, fazlanın sermaye mantığınca bölüşüldüğü bir toplumsal formasyon olacaktır o halde. Bu mantık, fazlanın veya artığın (metadan dolaysızca çekip alınan artık-değer kadar artık-hazzın ve acının da) kapitalizmin ve iş birlikçi tahakküm yapılarının yeniden üretimini sağlayacak şekilde harcanmasıdır. İşte beşerî bilimlerde kesişimsellik gibi teorik girişimlerin de anlamaya çalıştığı ezme/ezilme ilişkilerinin iç içe geçen girift yapısı bu mantıkta temelini bulur. Böylece örneğin göçmen Türk, Almanya’da Alman tarafından ezilerek acıdan belirli bir fazla alırken kendi de Suriyeli Arap göçmeni ezerek hazdan da belirli bir payı fazladan alır.
Hazzın asıl tehdidi yine de kendi doğasından türer. Haz, tüketimiyle belirli bir ruhun veya öznelliğin zuhuruna yol açan bir kimyasaldır. Bu kimyasal, toplumlarımız tarafından tıpkı maden çıkarır gibi acılı bedenlerden çıkarılır. Bu değerli maden-kimyasal, ardından belirli işlevleri yerine getiren, belirli pratiklerin ve söylemlerin parçası olan bedenleri ödüllendirme usûlüyle davranışları pekiştirir. İşte ruh budur: bedenin yapabileceklerinden haz yoluyla çekip alınmış bir algı-eylem devresi: gerçekliği algılamanın ve onu (yeniden) üretmenin bir yolu. “Ey göçmen,” diye konuşur elinde haz şırıngasıyla sermaye, “bana isyan edersen, benim sana dayattığım işlevlere tâbi olmazsan seni acı bekliyor. Ama tâbiiyetini kabullenirsen, işte sana hediye: yeni, daha güvencesiz, daha zor durumda bir göçmen grubu. Onlarla dalga geçerek, onlara şiddet uygulayarak, kendini onlardan üstün hissederek alacağın bir miktar hazla ödüllendiriyorum seni.” İşte böylece ruh, bedenin; bu tahakküm döngüsü de başka eşitlikçi imkânların hapishanesi olur.
Yine de ben asla yerimde değilim...
Umut Azad Akkel, Otoportre, 2024
Sergideki ikinci yapıt grubu ise serginin girişine yerleştirilen Otoportre (2023) ile İMALAT-HANE İMÇ Proje Alanı’nın ofis kısmının önüne yerleştirilen Child’s Play (2024). Child’s Play, çocuklara şekillerle ilgili temel eşleştirme yeteneğini kazandırmak amacıyla üretilen küplerden mülhem bu yapıt, her yanındaki dörtgen boşluklara kırmızı bir üçgeni sokma oyunu olarak kurgulanmış. Fakat seyirci ne kadar çabalarsa çabalasın üçgen kendi ölçülerine uygun olmayan bu kare deliklerden geçemiyor. Otoportre ise dörtgen kesim camların arasına sert bir kürenin koyulmasıyla oluşturulan bir başka yerleştirme. Burada da kürenin camları kırdığı etrafa saçılan cam kırıklarından anlaşılıyor.
Umut Azad Akkel, Child’s Play, 2024
Akkel’in bu yerleştirmeleri, sanatçının oyuncul pratiğini sürdürürken bir yandan da “yerleşememe” veya eğretilik duygusu üzerine bir tefekkür sunuyor. Eğretilik kuşkusuz bir yanıyla varoluşsal boyutu haiz bir dünyevî deneyimdir. Varoluşçuların dünyada olma halinin kaçınılmaz bir parçası kabul ettikleri bu deneyim, bugünün toplumsal dokusunda katlanılamaz bir hale gelmiş görünüyor. Katı aidiyet bağlarını sürekli bastıran bir ethos içinde türlü sebeplerle bu bağların durmaksızın koptuğu, yeniden müzakere edildiği ve yokluğunun onulmaz bir eksiklik olarak deneyimlendiği söylenebilir. Öyle ki felâketlerle durmaksızın yıkılan yakın çevre ve sosyal ilişkilerden serbestleşen insanlar, telafi için giderek daha aşırı aidiyet biçimlerine sarılıyor: faşizm, ayrımcı gruplar, IŞİD gibi tedhişi ve yıkımı varoluş tarzı haline getirmiş örgütler. Nasıl ki haz, sistem içi göreli bir uzlaşmanın ödülü olarak bir öznelliği üretip pekiştiriyorsa eğretiliğin doğurduğu ve sanatçının işlerinde nesnelleşen kaygı da insanların giderek daha kapalı kimlikli gruplara doğru iter.
Ortada olandan başlamak
It/Ortada, sanatçı Umut Azad Akkel ile küratör Ozan Ünlükoç’un elbirliğiyle “ortada olan”ı seyircinin düşünme sürecine taşıyan bir sergi. Ezmenin, biri ve bir şey olmanın hazzıyla tam olarak olamamanın, eğretiliğin, ezilmenin kaygısını harmanlayarak tahakküm döngülerinin farklı boyutlarını seyirciye sunuyor. Hazza kaygıyla koşuyor, kaygıyı hazla bastırmaya çabalıyoruz. Ortada olan, gözümüzün önünde olup biten bunun neticesidir belki de: Tahakküm döngüsünü kaygı-haz döngüsü üretiyordur. Serginin kurduğu analiz-imgeyi böyle anlıyor, sergiden çıkarken sevgili dostum Murat Alat’ın sık sık dile getirdiği bir fikri kafamda evirip çeviriyor, bana musallat olmasına engel olamıyorum: İktidarlar için ölüm korkumuzdan, ölümsüzlük tutkumuzdan daha kullanışlı bir yanımız yok. Bu ölüm “biyolojik” bir ölüm olmak zorunda bile değil. Toplumsal dışlanmanın, ezilmenin, yok sayılmanın, eğretiliğin içine dokunmuş sayısız simgesel ölüm tehdidi var. Akkel’in sanatçı olarak başardığı şeyin toplumlarımızın devasa birer simgesel ölümler şebekesine dönüşmüşlüğünü düşünecek çarpıcı analiz-imgeler üretmesi olduğunu düşünüyorum: Sürekli bir şantaj altında yaşamaya mahkûm çağdaş insanı kuşatan döngülerin işleyişine bir bakış. Ortada olandan başlama cesareti... Sanatın bu kuvveti, bugün en çok ihtiyaç duyulan kuvvetlerinden biri ve It/Ortada sergisini bu kuvvetin katettiğini bütün şiddetiyle duyumsuyorum.
Comments