İki Perdelik Oyun, Şahin Domin ve Osman Nuri İyem’in 22 Eylül-22 Ekim 2020 tarihleri arasında Evin Sanat Galerisi’nde gerçekleşen düet sergilerinin başlığı olmasının ötesinde, Domin ve İyem’in uzun yıllara dayanan dostluklarının, kolektif çalışmalarının ve birbirlerini tamamlayan –veya çürüten– fikirlerinin farklı sanat pratikleri üzerinden sergilendiği en güncel oyunu. Bu bağlamda İki Perdelik Oyun, iki sanatçının bir çatı ve bir başlık altında bir araya gelerek açtığı bir sergiden çok daha fazlası, ortak bir sahne oldu
Derleyen: Elvin Evren
İki Perdelik Oyun sergi görüntüsü
İki Perdelik Oyun sergisinde Şahin Domin’in klasik bir yöntem olan mermer yontu tekniğiyle farklı dönemlerde ürettiği heykellerinden bir seçkiye, Osman Nuri İyem’in, pandemi döneminde üretimini tamamladığı Steril isimli serisinden 16 fotoğraf çalışması eşlik ediyor. İki Perdelik Oyun, Domin ve İyem’in uzun zamandır Evin Sanat Galerisi’nde gerçekleştirmeyi planladığı bir sergi projesi. Aynı zamanda sergi, içinde bulunduğumuz küresel pandemi ve çoğumuzu evlerimize kilitleyen karantina süreçleri göz önünde bulundurulduğunda sanatçılar, küratör ve galeri için operasyonel anlamda da bir deneyim oluşturuyor.
İki Perdelik Oyun sergi görüntüsü
Sergi hakkında konuşmaya başlamadan önce aranızdaki dostluk ve ortak ideolojilerinizden bahsetmek isterim. Daha önce uzun yıllar birlikte projeler üretmiş olmanızın verdiği alışkanlık üretim sürecine bakış açılarınızı etkiledi mi?
Şahin Domin: Her insan farklı birikim ve deneyime sahiptir, biz de öyleyiz. Önemli olan bu farklı değerlerin iyi niyet ve özveriyle bir noktada buluşup yeni bir değer yaratma çabasıdır. Bu bağlamda Osman ile birlikte 2009 yılından beri öncülük ettiğimiz inisiyatiflerle birçok serginin düzenlemesini, kurulumunu yaptık. Bu pratiklerden gelen deneyimimizi bu sergide de uyguladık.
Osman Nuri İyem: Şahin’e katılıyorum, önemli olan farklı değerleri ve karşıtlıkları iyi niyet ve özveriyle bir araya getirme çabasıdır aslında. Birlikten kuvvet ve karşılaşma doğar ama ancak birliğin içindeki tekil öznelerin kendi varlık sebeplerini koruması, kendi değerlerini, farklılıklarını masaya getirmesiyle bu birliktelik anlamlı olur. 1+1’in 2’den büyük olduğu durumlardan bahsediyorum yani. Mesela aynı durum küratörümüz için de geçerli. Fırat Arapoğlu’nun İki Perdelik Oyun’daki katkıları da böyle bir denklemde gerçekleşti. Üçümüzün ilişkisinde ve süreçte aldığı kararlarda kesin sınırlar, kırmızı çizgiler yoktu; bir araya gelip kendi başımıza yapabildiklerimizden fazlasını ortaya çıkarmak için uğraştık. Sonuçta mühendislik yapmıyoruz, duygu ve düşünce kümelerini bir araya getiriyoruz. Açık yapıtlar gibi, sergilerin de açık kalan kapılarının olmasının kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Serginin küratörü Fırat Arapoğlu, Domin ve İyem’in hem bireysel üretimlerine hem de ortak çalışmalarına pek çok kez tanıklık etmiş biri olarak, İki Perdelik Oyun’un sergi metninde bu iki sanatçının ilk düeti üzerine şunları söylüyor:
“İşte Domin ve İyem, bir yanda modernist bir görsel ideolojinin estetik mirasını sorgulamak hem de içinde bulunduğumuz dönemin durumu ve görsel stratejilerine dair bir diyaloğun başlangıç vuruşunu yapmak için bir araya geldiler.”
Domin ve İyem’in birlikte çalışma pratiği her ne kadar daha eskiye gitse de 2016 yılında kurdukları Taşeron Bağımsız Sanat İnisiyatifi’nin sergileri ile Türkiye’nin çağdaş sanat arşivinde yer almaya başladılar. Bugüne kadar İstanbul, İzmir ve Almanya’da disiplinlerarası, çok sanatçılı sergiler düzenleyen ve fuarlara katılan Taşeron’un çıkış noktası ise ortak söylemleri olan sanatçıları bir araya getirmek ve her sanatçının kendini ifade etmeyi seçtiği alan üzerinden üretimini desteklemek oldu. Bu sergilerin bir kısmında Domin ve İyem küratörlük rolünü de üstlenmiş; bulunduğu coğrafyanın ve dünyanın sorunlarını dert edinen, sanatsal üretimde evrensel estetik kaygılardan vazgeçmeyen, kolektif projeler hazırlamışlardır.
Taşeron’un 2019 yılında İzmir’de gerçekleştirdiği Konstrükt isimli serginin kataloğuna Domin ve İyem’in sergi üzerine diyalogları deşifre edilerek basıldı. Bir kâğıt ve bir kalem ile, mekânın fotoğraflarına bakarak – tesadüfen yine uzaktan – sanatçı yerleşimini, işlerin birbirleri ile olan diyaloglarını ve serginin adını tartıştıkları metin, Domin ve İyem’in İki Perdelik Oyun için de geçerli olan kolektif düşünme, planlama, üretme pratiklerinin en somut örneği olabilir.
Bu sefer kendi sergilerine, İki Perdelik Oyun’a dönüyoruz ve birbirinden farklı iki disiplin, heykel ve fotoğrafı nasıl bir araya getirdiklerini soruyorum. İki Perdelik Oyun, biçimsel olarak barındırdığı birçok zıtlığın içinde kendi bütünlüğünü yakalamış bir sergi. Bu zıtların oluşturduğu bütünlük sanatçıların eğitimleri ve üretim yapmayı tercih ettikleri disiplinleri de kapsıyor. Mimar Sinan Üniversitesi, Fotoğraf Bölümü mezunu Şahin Domin’in sanat eğitimine başlamasının arkasındaki asıl motivasyon heykel. Fotoğraf eğitimine devam ederken heykeltıraş Mehmet Aksoy’un atölyesine giriyor ve uzun yıllar asistanlığını yapıyor. Osman Nuri İyem ise Amerika (University of Miami) ve Türkiye’de (Bilgi Üniversitesi) aldığı fotoğraf ve sinema eğitiminin devamında İngiltere’de (University of Kent) film çalışmaları üzerine yüksek lisansını tamamlamış; ilk filmi Bulutlar ile 2019 yılında çeşitli festivallerde adını duyurmuş genç bir yönetmen aynı zamanda. Domin ve İyem, iki boyutlu, üç boyutlu ve hareketli mecralar arasında gidip gelen üretimleri sayesinde birbirlerinin sanat pratiklerine karşı empati kurabiliyor, sergideki biçimsel zıtları bir bütüne oturtabiliyorlar.
ONİ: Serginin dağılımında siyah-beyaz, iki boyut-üç boyut, figür-peyzaj gibi tezatlıkların varlığı zaten aşikâr. Şahin’e galerinin iki ayrı katında birbiriyle konuşan iki farklı sergi yapmayı, bazı yapıtları da birbirimizin katına yerleştirerek, aralara geçişler koymayı önermiştim. Şahin süreç içinde bu geçişleri arttırmayı önerdi. Bir sergiyi fiziksel olarak kurma süreci, benim için aslında bir yapıtın üretim sürecine benziyor. Öncesinde kâğıt üzerinde serginin yerleşimine dair çeşitli formasyonlar üzerine çalıştıysak da kurulum esnasında malzemenin, formun söylediklerine kulak kabartmak, iç güdüleri dinlemek gerekiyor. Sergiyi mekâna yerleştirmeye başlayınca, demin bahsettiğim tezatlıkların birlikte nasıl daha kuvvetlendiklerini, yeni anlamlar yarattıklarını gördük. Bu da tabii sergiyi iki farklı katta birbiriyle konuşan iki sergiden, mekânın içine yayılan bir ikiliğe çevirdi.
ŞD: Heykel ve fotoğraf sanatın temel kuralları içinde yer alır; fakat bu iki sanat disiplini boyutları, üretim tekniği, biçimi ve içerdiği zaman bağlamında birbirinden farklıdır. Sergide ilk bakışta yapıtların boyut, malzeme ve zaman farklılıkları göze çarpıyor. Heykeller değişken ölçülerde, ahşap siyah kaideler üzerinde sergilenirken, siyah-beyaz basılmış fotoğraflar beyaz paspartu içinde, siyah çerçeve ile sergileniyor. Sergideki bu iki farklı disiplini (fotoğraf ve heykel), mekânın rengi olan beyaz içinde siyah-beyazın uyumuna ve mekânın fiziki şartlarının işlere espas yaratmasına dikkat ederek yerleştirdik.
Domin ve İyem’in bireysel üretimleri ve sergideki işleri üzerine sorulara geçmeden önce biraz da sergiden ve işlerin birbirleriyle olan diyaloglarından bahsetmekte fayda var. İki Perdelik Oyun, başlığında da olduğu gibi, biçimsel anlamda tiyatroyu referans alan bir sergi. Galeri mekânın bir sahne gibi kullanıldığı sergide Domin ve İyem’in işleri birbirini kesen bir zaman çizelgesinde, tamamlayıcı bir senaryo içerisinde ilerliyor. Gerek üretim süreci gerekse işlediği kavramlar bütünü olarak güncel bir zaman çizelgesini sembolize eden İyem’in fotoğraflarının arasından Domin’in zamansız ve mekânsız heykelleri beliriyor.
Çalışmalarında genellikle insan ve doğa ilişkisini diyalektik biçimde ele alan Şahin Domin, yaşadığımız coğrafyanın ve dünyanın hallerini, insan doğa ilişkisinin uyumsuzluğunu, bu uyumsuzluğun yarattığı kırılmaları aktarmayı seçiyor. Diğer yanda ise kültürel değer yapıları üzerine çalışan Osman Nuri İyem, mekânlar üzerinden insan ilişkilerini ve şehirlerin yarattığı kültürün yansımalarını ele alıyor. İçinde bulunduğumuz pandemi döneminin simgesi olan tuvalet kağıtlarının ortasına açtığı deliklerden medeniyetin izi gökdelenleri, yine pandemi yüzünden boşaltılan kimliksiz imgeler halinde galerinin duvarlarında sergileyen İyem’in fotoğraflarını, Domin’in şiddet, masumiyet, göç ve yaşam döngüsü gibi doğaya ve insanlığa dair önemli kavramları figüratif formlar üzerinden işlediği heykelleri kesiyor.
Öncelikle Osman Nuri İyem ile yakın dönem üretimleri ve Steril serisi üzerine konuşuyoruz.
Osman Nuri İyem, Steril
Bugüne kadarki üretimlerine baktığımızda sıkça şehir ve insan ilişkisi, hatta şehirlerin insanlara dayattıklarını konu aldığını görüyoruz. Sanatçının bu dayatmaları topluma fark ettirmek gibi bir rolü olduğunu düşünüyor musun?
ONİ: Şehirlerin değil, sistemlerin, egemenlerin dayatmasından bahsetmek gerekir ama ikircikli bir noktaya da değindin; fark ettirme çabasının kendisinin de bir dayatmaya dönüşmemesi gerektiğini düşünüyorum. Soruna dönersek, sanırım sanatçıya dışarıdan rol biçemeyiz; sanatçı nasıl bir insansa, sanatı da zaten ona benzeyecektir. Dinî otoritelerden, krallara, aristokrasiden burjuvaziye, güç odaklarının kendilerine yakın sanatçıları kollaması Rönesans’tan beri sanatın bir gerçeği iken, sanatçıların hepsine muhalif bir rol biçmek de hatalı olur ne yazık ki.
Yani sanatçının karakteriyle alakalı bir durum sorunun cevabı aslında. İnsan, medeniyet ve doğa ilişkileri, kamerayı ilk kez elime aldığımdan beri benim ilgimi çeken noktalar oldu. Sonuçta bu konular benim ilgimi çektikleri için üzerlerine eğiliyorum. Ama nihayetinde, sanatsal üretimler kamusal alanda kendini ifade etme yollarıdırlar ve bu bağlamda da sanatçının yaptığı ortaya bir söz koymaktır. Eğer sanatçının insan olarak dünyaya dürüst ve eleştirel bir bakış açısı varsa, o zaman yarattıklarının toplum için özgürleştirici bir rolünden söz edebiliriz sanırım. Eğer benim üretimlerimde de böyle bir etki izleniyorsa, ne mutlu bana.
Pandemi döneminde ortaya çıkan Steril serisinin çok katmanlı ve deneyimsel üretim süreci nasıl şekillendi?
ONİ: Binaları, gökdelenleri daha önce çok fotoğrafladım. Söylediğin gibi sık sık medeniyetin doğadaki izleriyle alakalı çalışmalar yaptım bugüne kadar. Üretim süreci esnasında da yöneldiğiniz konuya göre bir yöntem, bir metot geliştirerek, bu sürecin sonunda bir seçki, bir seri ortaya koyuyorsunuz. Bu süreç de sizde belli izler bırakıyor. Ardından yeni bir konuya, yeni bir kavrama yöneldiğinizde, yeni metotlar ve yöntemler arıyorsunuz ister istemez; yani bir önceki deneyimin üzerine eklenecek taşları.
Ben de bu kez, içleri boşalmış bu dev yapılara nasıl yaklaşacağımı düşündüm. Pandemi hepimiz için yeni ve aşina olmadığımız bir süreçti. Sonuçta karantina şartları altında ben de evdeydim; ister istemez herkes gibi içe dönmüştüm. Yırtık formu beni etkilediği için uzun süredir kütüphanemin rafında sakladığım bir tuvalet kâğıdı parçasını görünce fikir belirdi aklımda. Gökdelenler ve tuvalet kağıtlarını bir araya getirmek, formal olarak da düşünsel olarak da içime sinen katmanlar çıkardı. İlginç yorumlar geldi, insanlığın dışkısını örtmüş diyen oldu mesela. Formal bir süreç, metaforik de olsa tarihe ufak bir not düşmeme sebep oldu.
Bu noktada sevgili Ahmet Elhan’a teşekkür etmeliyim; karantina günlerinde onlarca farklı sanatçının lens temelli üretimlerinden sunumlar hazırlayarak bizlere (9DOKUZ isimli çalışma grubu) çevrimiçi bir tartışma ortamı sağlamıştı. Bu süreç Steril serisinin üretimi esnasında beni çok besledi.
Steril başlığının hem içerik hem de üretim biçimi açısından taşıdığı referanslardan bahseder misin?
ONİ: Bir yapıtı okumak için öncelikle dümdüz, reel anlamda karşımızda ne olduğuna bakmak işe yarayabilir. Siyah bir fona dizilmiş tuvalet kağıtlarının pasaklı yırtıklarından kendilerini gösteren puslu gökdelenlerden oluşuyor seri.
Bu dev yapıların kendi habitatlarına sundukları tabiri caizse steril ortam, pandemi sebebiyle sekteye uğramıştı. Yarattığımız modern ve steril dünyanın parçalarına ayrılarak, hepimizin kendi küçük steril dünyalarına dönüştüğü bir süreç yaşadık. Ekonomi ve büyümenin sembolü olan bu yapıların, pandeminin yarattığı panikle sebepsiz yere tükenen, eski normalin sterili tuvalet kağıtlarının yırtıklarından bize bakmaları, bana biraz halının altına süpürmeye çalışılan şeylerin birikerek altında kabarıklık yaratmasını hatırlatıyor. Bugün toplumsal olarak bastırılmış her şey, çıkacak bir delik arıyor kendine.
Ama tüm bunlar eserler ortaya çıktıktan sonra yaptığım okumalar sonuçta, üretimin kendisi daha içgüdüsel ve forma yönelik bir süreçti. Yaratma esnasında, formun ve malzemenin söylediklerine içgüdüler ve hisler ile yaklaşmanın, entelektüel bilgilerle hareket etmekten daha önemli olduğunu düşünüyorum. Sanat yapıtının biricikliği, üretim esnasında sanatçının kendi varlığından ortaya koyduklarıyla oluşur. Sadece zihinsel formasyonlarla bir araya gelen yapıtlar, nihayetinde bu özü kaybederler.
Şahin Domin’e sorularımı yöneltmeden önce, sanatçı serginin genel çerçevesi üzerine şunları söylüyor:
Sergideki yapıtlar, yarattığımız medeniyetin doğa ve insan üzerindeki psikolojik etkilerine, karanlık noktalarına vurgu yaparak, insanı olanın başka bir düşünce biçimi ve anlayıştan geçtiğine işaret ediyor. Bu işaretler Osman’ın fotoğraflarında “dışın içi”, benim heykellerimde ise “için içi” olarak kavramlaştırabiliriz.
Bahsettiğim kavramları biraz daha açarsak; “dışın içi” yarattığımız medeniyetin doğaya etkilerine daha geniş perspektiften bakarak insanın doğaya ve hatta nefes alan her şeye olan tahakkümünü, sömürüsünü gösterirken, “için içi” tahakküm anlayışıyla sürekli büyüme eğilimi, mülk anlayışındaki çarpıklık, kaynakların yetersizliği ve paylaşım sorunu gibi doğaya ve insana uygun olmayan yaşam şartlarına ve bu şartların insana ve doğaya yüklediği psikolojilerin yansımalarına vurgu yapar.
Fotoğraf bölümü mezunusun, aynı zamanda yoğun olarak üretimlerini yapmayı seçtiğin disiplin olan ve İki Perdelik Oyun’da da sergilenen heykel çalışmalarını görüyoruz. Aldığın eğitimin şu anki sanat pratiğin olan heykel üretimine etkileri neler?
ŞD: Fotoğraf, zamanın çok kısa bir kesitini (anı) ele alıyor olsa da fotoğrafın konvansiyonel sanat dallarıyla aynı temele oturduğunu belirtmek isterim. Tabii bu her fotoğrafın sanat olduğu anlamına gelmez, her üç boyutun heykel olduğu anlamına gelmediği gibi... Fotoğraf, üretim biçimi olarak oldukça pratik ve efektiftir. Birçok özgürlük alanı tanır. Çekmek istediğin şeylere farklı açıdan bakmayı, ışığın etkisini öğrenmeyi, zamanın kısa bir anında istediğin imgeyi yakalamayı, gözlem ve planlama yapmayı gerektirir. Heykelde ise işlediğin konular form diliyle aktarılır ve aynı fotoğrafta olduğu gibi güçlü form algısı, ışık bilgisi, gözlem, deneysel ve farklı açılardan düşünmeyi gerektirir. Heykel disiplini için gerekli olan birçok şeyi fotoğraf eğitimim sayesinde pekiştirdiğimi düşünüyorum.
İki Perdelik Oyun sergi görüntüsü
Mermer, taş yontu tekniği sanat tarihi boyunca var olan en klasik ve estetik betimleme araçlarından biri… Sen de bu klasik yöntemi kullanarak soyut kavramlara imge kazandırıyorsun. Bu bağlamda seçtiğin malzemenin (mermer, taş ve benzeri…) yarattığın forma nasıl bir etkisi oluyor?
ŞD: Heykel her türlü malzemeden yapılabilir, ben çalışmalarımda mermeri ve farklı taşları, klasik yontu tekniğiyle işlemeyi tercih ediyorum. Her malzemenin dokusu, forma aktardığı duyguyu değiştirir. Klasik yontu daha çok el aletlerinin kullanıldığı ve üretim zamanı olarak da uzun süren teknik. Yontuyu yaparken taşın yapısını anlama, oluşumundan itibaren bana gelinceye kadar olan yolculuğundaki izleri görme, onunla iletişim kurma çabam var. Bu çabanın bende uyandırdığı duyguların heykellerime de yansıdığını düşünüyorum.
Kaide genelde sadece sergileme amaçlı, esere müdahale etmesinden kaçınılan bir araç olarak kullanılırken senin bazı işlerinde heykellerinin devamı, tamamlayıcısı olarak ortaya çıkıyor. Heykel ile kaidelerin hem üretim hem de içerik bağlamında ilişkisinden bahseder misin?
ŞD: İki Perdelik Oyun’da yer alan heykeller üretimleri uzun zamana yayılan yapıtlar. Kaidenin heykelin parçası olma fikri ise 2017 yılında, Santral İstanbul Enerji Müzesi’nde Taşeron olarak düzenlediğimiz Kısa Devre sergisiyle başladı. Sergideki Göç heykelinin kaidesi, insanın doğadan kendini soyutladığı en temel form olan evleri simgeliyor. Göç heykeli de insanoğlunun süregelen zaman içinde sürekli bir devinim, soyut ve somut yer değiştirme içinde olduğunu ele alıyor.
Sergide de aynı formları Medusa, Hafiflik, Rüya – Kâbus, Göç heykellerinin kaidelerinde uyguladım. Bu bağlamda kaidelerin düşündüğümüz sergi konseptini, yapıtların (fotoğraf ve heykellerin) birbirleri ile olan diyaloğunu ve de mekân içindeki espası güçlendirdiğini düşünüyorum.
İki Perdelik Oyun’da yer alan eserler ve Fırat Arapoğlu’nun Domin ve İyem’in sanat pratikleri ve serginin kavramsal çerçevesi üzerine hazırladığı metnin yer aldığı katalog için Evin Sanat Galeri web sitesini (evin-art.com); Taşeron Bağımsız Sanat İnisiyatifi’nin projelerini takip etmek ve yazıda bahsedilen Konstrükt sergisi üzerine Domin ve İyem’in sohbet metnini okumak için Instagram’da Taşeron Sanat İnisiyatifi’ni ziyaret edebilirsiniz.
Comments