top of page
Ayşe Draz

Pera'nın zamanı


Kumbaracı yokuşunda yer alan Kumbaracı 50 ile İstanbullu tiyatro severlere bir tiyatro mekânı kazandırmış olan Altıdan Sonra Tiyatro topluluğu aynı zamanda bir süredir imza attığı yapımlarla farklı mekânlarda tiyatro yapmanın olasılıklarını da araştıran bir topluluk.

Pera'nın zamanı, Fotoğraf: Elif Kahveci

İlk olarak 2012 yılında Alman tiyatro topluluğu Lokstoff ile birlikte ortak yapımları Yokuş Aşağı Emanetler’i Kumbaracı yokuşunda, kamusal bir alan olan sokakta sahnelemişlerdi. Oyun İstanbul’da kamusal mekân denince maalesef kaçınılmaz olarak ona eşlik eden kentsel dönüşüm sürecini bu dönüşümün bir parçası olan karakterlerin hikâyeleri aracılığıyla izleyicilere aktarıyor, bu süreç hakkında bir farkındalık yaratmayı hedefliyordu. Bu yapımı takiben topluluk bu sefer de Aksanat’ın içindeki galeri mekânında yer alan Sorumlu İnsan Kaynağı’nı gene Lokstoff işbirliği ile 2014 yılında sahneledi. Bu yapımda izleyiciler sadece alışılagelmiş tiyatro mekânlarının dışına çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda oyunun kurgusu içinde uluslararası bir STK olarak tanımlanan RHR’ın (Responsible Human Resource/Sorumlu İnsan Kaynağı) toplantısına katılımcılar olarak konumlandırılıyorlar, ‘oyun’ devam ettikçe bazı çocuk oyunlarını oynamaya davet edilerek kendileri de birer ‘oyuncu’ya dönüşüyorlardı. Vahşi kapitalist düzen içinde sürekli birbiri ile yarıştırılan beyaz yakalıların maruz bırakıldığı/kaldığı durumu eleştiren oyun, hem farklı mekânlarda tiyatro yapmanın hem de içinde bulunduğu mekânla da ilişkili olarak farklı bir oyuncu-seyirci ilişkisinin olasılıklarını araştırıyordu.

Pera'nın zamanı, Fotoğraf: Elif Kahveci

Altıdan Sonra Tiyatro bu sezonda ise Pera’nın Zamanı ile karşımıza çıkıyor. Topluluk bu projenin de dramaturji ve ön çalışmalarını Lokstoff işbirliği ile yürütmüş. Oyun mekânı olarak ise Pera Palas Hotel Jumeirah’nın odaları, balo salonu ve genel alanları kullanılıyor. Pera’nın Zamanı’nda ‘bellboy’lar tarafından karşılanan seyirciler, kendilerine verilen kulaklıklarla beraber gruplar halinde dağılarak Agatha Christie, Greta Garbo, Ernest Hemingway ve Franz Joseph gibi tarihi misafirlerin adlarını taşıyan odalara ‘misafir’ oluyorlar. Her odada, o odaya adını vermiş bu ikonik figürlere, belli belirsiz de olsa göndermeler içeren yeni hikâyelere, bazen konvansiyonel bir tiyatro sahnesinde alışık olduğumuz ‘seyirci rolü’nün dışına çıkmadan tanıklık ediyor, bazen ise oyuncular ile birlikte, hikâyenin içinde kendileri için tanımlanan ‘rollere’ bürünerek kurgunun bir parçası haline geliyorlar. Grand Pera Balo Salonu’nda sona eren bu tiyatro yolculuğunun mekâna özel (site-specific) kurgusu en dikkate değer yanı. Odalarda yer alan sahnelerde ise bazen oyuncuların anlattıkları hikâyeler, bazen oyunculuklar, bazen hikâyeyi aktarım/anlatım biçimleri, bazen ise sahnelerin içinde yer aldığı mekânın sunduğu farklı oyuncu-seyirci ilişkisi kurgulama olanakları, hem dramaturjik olarak yeterince organik bir bütün yaratılamadığı hem de kanımca yeterince risk alınmadığı için, sıradanlaşıyor. Ancak, böylesine bir deneyimin parçası olmanın beraberinde getirdiği tüm riskleri göze alan seyirci, en kötü ihtimalle, adını ikonik misafirlerden almış odaları ziyaret etmekte teselli bulabiliyor…

Comments


bottom of page