top of page
Gülnihal Yıldız

Potansiyeller gösterisi

Mert Diner’in Ankara’daki ilk kişisel sergisi Burada Bulacağımı Bilmiyordum Seni Oğuz Karakütük küratörlüğünde Ka’da gerçekleşti. Sergiden ve bir Ankara ziyaretinden geriye kalan izlere eşlik ediyoruz


Yazı: Gülnihal Yıldız


Soldan sağa: Mert Diner, These marks don't make any sense, do they?, 2022 Mert Diner, I have to go backwards to go further, 2022 Mert Diner, Crumbles of clues 110x100 cm, 2022


9 Ekim Ankara’ya vardım, istikamet Dou Printstudio, yani litografi atölyesi. Burada üç hafta vakit geçireceğim ve bu süreçte biliyorum ki Ankara’nın kalbi Ka’da Mert Diner’in sergisi Burada Bulacağımı Bilmiyordum Seni beni bekliyor ya da başka bir deyişle ben bu resimleri bulmayı bekliyormuşum. Mert de daha önce Mart ayında Dou Printstudio’da vakit geçirmişti. Biz Mert’le İstanbul’da hiç karşılaşmamıştık. Henüz atölyede üçüncü gün Mert bizi ziyarete geldi ve böylece Ankara serüveni benim için başlamış oldu.


Ertesi gün Ka’ya gittim.


Öncelikle serginin isminden başlayalım: Burada Bulacağımı Bilmiyordum Seni. Eğer cümleyi sesli söylersek biraz şaşırmış bir şekilde karşı tarafa soru soruyormuş gibi hissedebiliriz. Yani “o”nun orada olduğuna bir taraftan emin olurken bir taraftan da orada olduğunu, “o”nu orada bulacağımızı bilemiyor oluşumuza dair bir şaşkınlık hissinden bahsediyorum. Mert’in “sen” diye söylediği benimse “o”  dediğim şey ne peki? Sadece resimler mi? Sanmıyorum.


Mert hem bizi hem kendini bir şeylerden alıkoyuyorken aynı zamanda da ikna etmeye çalışıyor gibi hissediyorum. Bu çıkarımı yapabilmek için sergiye girdiğimizde tam karşı solumuzda duran üç adet büyük resimle (uncanny states series) bakışmamız gerekiyor bana kalırsa. Burada baktığımız şey sadece üç adet aynı boyutta yan yana duran soyut resimler değil, bunlar aynı zamanda Mert’in savunma mekanizmaları. Resimlerde bir şeyler parçalanıyor, sıyrılıyor, sığdırılıyor, kayıyor, üstü kapatılıyor; Mert bazen ilk katmanda boyadığı lekeyi saklıyor, belki sonra canı sıkılınca boyuyor. Tuvalin yüzeyi ile ressam arasında kurulan bu diyaloglar, gözün ve bedenin hamleleri resim bittiği anda görünür oluyor.


Mert Diner’in Burada Bulacağımı Bilmiyordum Seni sergisinden yerleştirme fotoğrafı, 2024, Ka, Ankara


Resimlerleki his alışverişi her bakan için aynı kuvvette olmayabilir, bu zaten pek mümkün de değil. Aslında bu resimler bizi daha çok kendilerinden uzaklaştıran resimler olabilir mi? diye düşünüyorum. Henüz cevabımı bulabilmiş değilim. Bir tanesine güzel derken neden onun güzel olduğunu düşündüğüm hakkında da net bir şey söyleyemiyorum. Tek emin olduğum onlara hem yakın hem uzak hissediyor oluşum. Resimlerin isimlerine baktığımızda bir şekilde Mert’in kendine sorduğu sorular ve cevaplarıyla karşılaşıyoruz. Sanki aklımızda soru düğümleri var ve cevaplar ise bu resimlerin isimleriyle çözülüyor. Bu kısım ressam ve resmiyle olabildiğince bağ kurabileceğimiz bir açıklık sunuyor. Eğer burada bir şeyler olmuyorsa, görmeyi tercih edeceğiniz resim, üzgünüm ki Mert’in resmi değil. Çünkü resimlerde gördüğümüz tüm değerler (renk, boşluk, doluluk vb) bize aynı zamanda ressamın savunma mekanizmalarını açık ediyor. Yani kısacası Mert köşeye sıkıştırdığı, üstünü kapattığı, zımparaladığı, sildiği her şey gibi kendini de köşeye sıkıştırıyor, üstünü kapatıyor, zımparalıyor ve siliyor.


''Çok uzaklara bakarken insan kendine bakarken bulabiliyor kendini; ya da gözlerimizi kapadığımızda, kendi içimize bakmaya çalıştığımızda çok uzaklara gidiyor zihin''


Oğuz’un sergi için yazdığı metinden aldığım alıntı, Mert’in resme olan yaklaşımını destekliyor. Bakmak istediği, bulmak istediği, aradığı her neyse ressam hem biliyor hem bilmiyor. Bunu kendimden biliyorum. Bir şeyi uzun bir süre pratik ettikten sonra eliniz ve gözünüz birlikte bir bütün olarak çalışıyor, bu sırada size yardımcı ya da düşman olan şey ise zihniniz oluyor. Bir resim çıkmaza girdiğinde onu düzeltmeye çalışan şey, zihniniz oluyor yani. Ancak bazen tam da o sırada gözümüz bir şeye bakarken elimiz başka bir şeyin potansiyelinin peşine düşmüş oluyor. Buradan hareketle Mert’in resminde göreceğimiz şeyin bir potansiyeller gösterisi  olduğunu söyleyebilirim. Onun eserlerinde bir şeyin kopyası değil de, oluşmaya başladığı andan itibaren kendini var eden ve her seferinde kendisiyle derdi olan o resme bakmaya başlıyoruz.


Mert’in serginin dışındaki vitrinde bize göz kırpan bir otoportresi bulunuyor. İçerideki soyut dünyadan ayrı olarak gözümüzün ve zihnimizin algıladığı somut olan tek imge bu portre. Dışarıdaki vitrinde sergi kapalıyken dahi görebileceğimiz bu resim, bize rehberlik ediyor, bizi içeriye hazırlıyor. Bu portreyi gördüğüm zaman aklıma Richard Diebenkorn’un bir portresi geliyor. Daha sonra içerideki soyut resimlerle birlikte Diebenkorn ve Mert arasında kendi kendime benzerlikler bulmaya başlıyorum…


Solda: Mert Diner, Otoportre, 2012 Sağda: Richard Diebenkorn, Girl in Tiled Room, 1957


Mert’in figürle ilişkisi nasıl bilmiyorum. Diebenkorn’un ise resimlerinde kolay bir şekilde figüratif dönemi ile soyut dönemi arasında yumuşak geçişini görebiliyoruz; yani figürün varlığının gitgide soyutlaşması, daha sonra resmin tamamen soyuta dönüşmesini. Mert’in pratiği için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil, eski resimlerine baktığım zaman gördüğüm keskinlik (parça-bütün ilişkisi) -soyutlaşan bir bütünden ziyade- zamanla yumuşak, iç içe geçen, birbirlerini daha çok kucaklamaya başlayan bütünlüklü bir parçalanmaya dönüşüyor. Mert’in resimlerinde bazen açık ettiği, bazen üst üste katmanladığı, tekrar bulduğu tekrar kaybettiği bütünlüğe bakarken bulacağını bilmediğini aslında tam olarak bulmuş oluyor mu diye düşünüyorum...


Solda: Mert Diner, İsimsiz, 2024 Sağda: Richard Diebenkorn, İsimsiz (Albuquerque), 1952


Mert’in otoportresine biraz daha yakından bakalım. Baktıkça Mert Diner, resmini yüzünde taşıyor gibi hissediyorum. Eğer sadece yüze odaklanırsak görebileceğimiz şey bir yüzden ziyade Mert’in resim pratiğinin tüm etkilerini kendi yüzünde topladığı bir bileşim. Bu yüzden aslında bu resmi otoportre yapan şey de onun ressamın portresi olması değil, resminin bir portresi oluşu bana kalırsa. Kendinin resmini yapmak değil de, kendi resminin portresini otoportreyle yapmak yani. Deli işi. Bu noktada pratiği Diebenkorn’dan ayrışmaya başlıyor. Bir benzerlik, başka taraftan benzeşmiyor yani, ayrılıyor. Zaten resim yapmanın büyüsü bu değil mi? Kendine yakını ararken bir yandan kendinin bile onun ne olduğunu bilmiyor oluşun resim yapmaya olan tutkuyu arttırıyor. Heyecanlanıyorum. Ankara’da büyüdüğüm şehre ziyarete gelirken her zaman hissettiğim kopukluk hissi, yabancılık hissi tam olarak Mert’in sergisiyle birlikte parçalanmaya başladı sanki. Zamanda boşluklar doldu, bir şeyler yeniden eklendi, eskimiş olanla yeniden tanışıldı. Mert’in resimde yaptığı katmanlar arası potansiyeller gibi, şehre her yeni bakışımda katmanlar eklemeye başladım. Mert’in bulmayı beklemediği her neyse, aslında benim de bulmayı beklemediğim şey sanki Ankara’da aynıydı, yani benim için. 


Mert Diner’in sergisi Burada Bulacağımı Bilmiyordum Seni 14 Eylül - 9 Kasım tarihleri arasında Ka’da izlendi, ne şanslıyım ki oradaydım. Oldurmaya çalışmadan, görerek resmetmeye devam edelim. Birlikte nice zamanları kucaklayalım. Mert’e çok teşekkürler.


Mert Diner’in Burada Bulacağımı Bilmiyordum Seni sergisinden yerleştirme fotoğrafı, 2024, Ka, Ankara

Comments


bottom of page