top of page
Mahsum Çiçek

Resimde zamanın rengi

Abdo Yalçınkaya'nın Misantropik Hümanist başlıklı kişisel sergisi, Doart Galeri ev sahipliğinde izleyici ile buluştu. Küratörlüğünü Selman Akıl’ın yaptığı sergi, Abdo’nun son dönem işlerini odağına alıyor ve modern dünyanın zıtlıklarını ironik bir okumayla sunuyor. Sergi 31 Ocak'a dek görülebilir



Abdo Yalçınkaya, 135x150 cm, Tuval üzerine akrilik, 2020


Guillaume Apollinaire’in, Zamanın Rengi kitabı, II. Dünya Savaşı’nda, “ölümün toprakları”ndan kaçan, barışa gönül veren iki askerin barışın hüküm sürdüğü topraklara, ekvatora gitme serüvenini anlatır. Apollinaire, dönemin Avrupa’sını ölümün gölgesinde soluk, mat ve kasvetli bir görüntüsünü tasvir eder. Her yerde uzanan mezar tarlaları, yaşamsal bir şey barındırmamaktadır. Yeryüzü, sanki güneş hiç yokmuş gibi karanlığın hükmü altındadır. Sürekli yağan yağmur, gözyaşları ile beraber hem toprağa bulaşmış kanı hem de acıları bitirecek tek eylem biçimi olarak genelleşir. Savaştan kaçan bu askerlerin barışın olduğu topraklara yolculuğu farklı insanlarla kesişerek genişler. Kahramanlar ekvatora yaklaştıkça adeta doğa canlanır. Tropikal iklimin sahip olduğu aydınlık gökyüzü, parlak canlı renklerle şekillenen yeryüzü, her çeşit hayvana ev sahipliği yapan ormanlar, sıcak altın sarısı kumlar ve mavi deniz ile karşılaşmalarını, bu karşılaşmadan güzellikten çıldırarak birbirlerini öldürmeleri ile kitap son bulur. Her türlü güzelliğin Avrupa için savaş sebebi olması ve ancak renksiz yıkıntıda yaşam bulması onun karanlık tarihinin estetik bir yansımasıdır. İnsanın doğal olana renk, ses, hareket ve hava sıcaklığına karşı beslediği bu arzu şüphesiz bir mite, “doğal durum”a geri dönmek isteyen insanın arzusunu da taşır. Modernizm, toplumsal bir durum olarak insanları bir eşitlik fikrinde bir araya getirecek her nesnel buluş ile patolojik bir hal almıştır. Nesnenin bu negatif korelasyonu ve meta olarak bir yerde birikmesi onu savaşın zorunlu nesnesine de geri götürür. Kaldı ki Batı ya da sanayisi olan toplumlar nesne ile olan ilişkisini tarihsel bir bağlamdan alırken, Doğu ya da sanayisi olmayan coğrafyalarda nesne tıpkı doğadan edinilen bir ürün gibi ele alınır. Üretim araçları ile kesişmeyen bu coğrafyalarda -ki coğrafya kader değil, üretim araçlarına sahip olmamak kaderdir- nesne bu açıdan bir söylence (mit) konumundadır. Bu mit, nesnenin üretim koşulları dışında toplumsal yaşama kattığı söylem ve irrasyonel dil hakkında bilgi verir.



Abdo Yalçınkaya, 50x70 cm, Kâğıt üzerine akrilik, 2021


Aydınlanmanın renkli diyalektiği


Abdo, resimlerinde tema olarak kırsal ve şehir hayatından köprüler, binalar, gemi iskeleleri, metro istasyonları veya çöplük gibi pek çok yapıyı ele alır. Bu yapıların salt görsellikleri yanı sıra fuar, metro ya da bir köprüde yolları kesişen yolcuları, araçlarla miting alanına götürülen, bir olaya dönüşen kalabalıkları, koronada yağmalanan dükkanları, sel felaketinde felç olan şehir hayatı gibi politik, güncel ve toplumsal olayları da dahil ederek tastamam bir “günce”de sunar. Bu günce, görünen olanın olaysal netliği yanında bir de duyumsanan, herkesin farkında olduğu ama söze dökülmeyeni de dile getirir. Dünyasalın zorunlu okumasında gerçekleşen bu resimler bir tür “aydınlanmanın ‘renkli’ diyalektiği” olarak her şeyi göz önüne serer. Tamamen aydınlanmış yeryüzünde ki Abdo resimlerinde ortam ve güneş ışığını ya da ışık gölge oyunlarını doğrudan kullanmaz. Bunun yerine yeryüzünü ve nesneleri bir prizmadan geçen ışığın renk tayfları gibi ayrıştırır. Abdo için renk tuvalin doğasıdır ve her şey renge göre tekrar varlık kazanır. Onun rengi her türlü formun temel göstergesine dönüştürmesi ve görünenin her şeyi anlattığına dair kompozisyonlar önümüze serer. Görünen olanın üst bir anlatıma ihtiyaç duymaması -ki bu durum tamamıyla paradoksal bir durumdur çünkü bilginin daha duyumsal bir sezgi olduğu- bu bilgi türü müdahil olmadan da edinilen bir olağanlık durumudur. Abdo için sokak daha doğrusu dış dünya, akış halindeki insanlar, kriz ya da istisna durumu yaratan bir kurguda gerçekliğe dönüşür. Kalabalığın mekân ile sınırlı teknik bir unsura dönüşmesi ki basit bir analojiler tekrarı olarak sıralar; bir sarayın önüne boşaltılan bir kamyon insan ya da merdiven ve metro istasyonunda sıkışan yabancılar sayısal bir kütledir, yığının en olağan tanımıdır. Görselin idealize edilen bir hakikate değil, görünen bir gerçekliğe ki bu gerçeklik absürt siyasal haberler, doğal felaketler karşısında şehrin düzleminin değişimi hep bu aydınlanmış renkli diyalektiğin kendinden bir durum olarak varsayılmasıdır.


Abdo Yalçınkaya, 120x160 cm, Tuval üzerine akrilik, 2021




Abdo’nun resminde tüm nesneler gerçeklik kadar grotesk öğeler de taşır ve söylencelerdeki doğal halin renkliliğine götürür bizi. Zırhlı askeri araçlar böceklere dönüşürken, inşaat makineleri bir obur gibi her şeyi kemirmekte. Elektrik direkleri kablolarından kurtulmuş aylak serseriler gibi hayatın tadını çıkarırken ya çimenlere uzanmış kafa tütsülemekte ya da başka bir direk ile sevişmektedir. Hurdalıklarda çoktan farklı bir birlikteliğin (toplumsallığın değil) formu, ilişki biçimi, renkli demir yığınlar arasında gerçekleşmektedir. Bu sapkın hurdalar yan yana, üst üste, alt alta her türlü pozisyonda çılgın bir renk gösterisi altında bir arada adeta çılgın bir tekno partide gibi eğlenir. Bir iskelede bekleyen gemiler geçen insanları huzursuz izlerken, kamyonlar boyutsuz bir alana, toz pembe bir dünyaya, fiziki olmayan bir boyuta insanlar taşır. Bu renkli cehennemde bir zebaniye dönüşen eğri büğrü elektrik direği, şizofren bir görünüm takınarak her an size bir espri yapacak gibi bir pozisyon alır. Abdo, bize böyle bir dünyanın görsel diyagramını sunarken nesnel olanın canlanıp şehir hayatına katılması çevresel ve siyasal olandan etkilenmesi kadar doğal bir durum olamaz.



Abdo Yalçınkaya, 60x120 cm, Tuval üzerine akrilik, 2017



コメント


bottom of page