top of page
Yazarın fotoğrafıOğulcan Yiğit Özdemir

Rüyaların maddesinden: Bilge Alkor’un Shakespeare’i

Bilge Alkor’un Hoffmann’ın Masalları & Tango de la Rose sergisi 15 Ekim-12 Kasım 2022 tarihleri arasında Ekavart Gallery’de izleyiciyle buluştu. Sergiyle birlikte Alkor’un sanat pratiği sahnesine, Shakespeare’le karşılaşmalarına ve rüyaların maddesine uzanıyoruz


Yazı: Oğulcan Yiğit Özdemir


Bilge Alkor, Tango de la Rose serisinden, 2022, arşivsel pigment baskı, 34x68 cm


Sanıyorum konu Shakespeare olduğunda, söylenmemiş bir cümleye rastlamak zor olacaktır. Bilimkurgu yazarı Nabokov 1969’da Time dergisine verdiği mülakatta Shakespeare’in “şiirsel dokusunun dünyanın şimdiye dek gördüğü en güçlüsü” olduğunu ifade eder. Hayranlığını gizleyemeyenler çoktur; Joyce’un kahramanları Dublin’de bir barda aralarında atışır ve sohbet ederken Shakespeare’in de adı dile gelir, kitap boyunca İngiliz şairden sık sık bahsedildiğine tanık oluruz. Edebiyat eleştirmeni Harold Bloom’a soracak olursak, bütün Batı Kanonu aynı resim sanatının dönüp dolaşıp Rönesans’tan bahsetmesi gibi Shakespeare’in dizelerinin dibinde oynar, ayaklarına dolanır. Kapıştığı ve örnek aldığı sürekli odur.


Hakkında bunca şey söylenmiş bir “yazar-ı azam”ın iki oyunundan hareketle resimler boyayan Bilge Alkor’un girişimindeki cesaretin kendisi, sanıyorum onun bu metinlerle kurduğu yaşamsal bağdan neşet ediyor. Kendi yaşamıyla Shakespeare’in oyunları arasında attığı yatay, dikey ve çapraz dikişler onu sürekli bu metnin yarattığı karakterler aracılığıyla düşünmeye, hayatı algılamaya ve algı kapılarını bu yönden zorlamaya itiyor. Sıkı bir Shakespeare okuru olmanın yanı sıra, onun metinlerini yaşamına katık etmiş bir imgelemin dönüp dolaşıp hangi renklere, hangi biçemlere dolaştığını kendi nezdinde açıklayan bir ressam, Bilge Alkor.


Bilge Alkor, Serpentina serisinden (Altın Çanak), 2022, arşivsel pigment baskı, 75x64 cm


Prospero’nun Caliban’ı, Puck’ın aşıkları

“Ulu mabetler, hatta şu yüce yerküre

Ve üstünde var olan ne varsa, bir gün eriyecek

Biraz önce uçup giden şu hayali gösteri gibi

Dumanı bile kalmayacak ardında

Rüya dediğin şey de bizlerden olur işte

Ve minicik ömrümüzü yine bir uyku noktalar.”

  • Prospero, IV. Perde, I. Sahne, Fırtına


Meşum bir fırtınayla isimsiz bir adaya düşmesinin sonrasında on iki yıl çalışıp edip büyücülük güçlerini geliştiren müstakbel Milan Dükü Prospero’nun Caliban’a hükmetmesinin bir evveli ve sonrası var tabii ki. Prospero’yu kabuğundan soyduğumuzda Antik Yunan tragedyalarındaki sürgün kralların (misal, Oidipus) soyunu, biraz zamanı ileri sardığımızda ise Robinson Crusoe’nun öyküsünü buluruz. Caliban üzerindeki hükmü, Cuma’yla Robinson’un girift efendi-köle ilişkilerinde yankılanıyor, tabii, fantazya edebiyatına da ilham verecek büyülü bir atmosferin ışığında. Bir Yaz Gecesi Rüyası’ndaki cin Puck’ın aşk iksiri ise, “aşkın gözü kördür” klişesinin belki de icadı, işleri rayından hem çıkartan hem gerisingeri yerine koyan bu çiçeğin tiyatro sahnesinde ilk alacalı belirişi.


Solda: Bilge Alkor, Olympia serisinden (Kum Adam), 2022, arşivsel pigment baskı, 60x47 cm

Sağda: Bilge Alkor, Serpentina serisinden (Altın Çanak), 2022, arşivsel pigment baskı, 40x32 cm


Bilge Alkor’un tam da Shakespeare’deki bu fantazya dokusunu modern sanatın getirileriyle beslediğini söylemek, yerinde olur belki. 20. yüzyılın resim sanatına tanıdığı serbestiyi de kullanarak klasik iki Shakespeare metnini, Bir Yaz Gecesi Rüyası ve Fırtına’yı yeniden, kendi tanıklığı eşliğinde yorumlamak üzere 1996 senesinde fırçasını kuşanıyor. Yaz Gecesi’nin periler sultanı Titania’nın başı ve gövdesi Max Ernst’ün resimlerindekine benzer bir dokunuşla fantastik bir rüyadan fırlamışa benziyor. Alkor, metinden aldıklarının yanında, hayatın getirdikleri içerisinden metne işaret edenleri eliyor, ince ince dokuyor.


Böyle bakıldığında dünyanın teni de zaten metinsel bir doku olagelmemiş midir? Aynı döngüler yazarların baştan çıkartıcı cümlelerini hatırlatan bir eşlikle, ufak farklarla terakki ederek başa gelmez mi? İşte Alkor’un aradığı ve belki “bulduğu” da bu motif, yaşamının içerisinden çekip çıkardığı Shakespeare.


Bilge Alkor, Rene Cardillac serisinden (Matmazel Scuderi), 2022, arşivsel pigment baskı, 75x65 cm


Ressamların edebiyatı, edebiyatçıların ressamları


Konu uzun, Dali ve Picasso’nun Don Kişot resimlemeleri kadar, yine Dali ve Blake’in İlahi Komedya’ya getirdiği yorumlar akla geliyor ilkin, sanıyorum. Keza Max Ernst’ün Bir Şefkat Haftası adlı kolaj kitabını da unutmamakta fayda var. Her halükarda, orta çağ yazarlarının Umberto Eco’nun tabiriyle uzağı görmek için “antik devlerin sırtına binmiş birer cüce” olduğunu düşünürsek, modernlerin de benzer bir yöntem izleyerek klasik metinlerle haşır neşir olup onları kendi hayal güçlerinin imbiğinden geçirmiş olmaları kadar doğal bir şey olamaz.

Keza Oscar Wilde’dan José Saramago’ya, Balzac’tan Pavese’ye ressamlar gerek başrol, gerek yan oyuncu olarak edebiyata konu olmuş, resim pratiğinin kendisi yazarlar nezdinde bir merak konusu oluşturmuş. Böyle bakıldığında, disiplinlerin arasındaki bu ilişkide, bu kıta sahanlığında çok adalar, karalar belirmiş.


Bilge Alkor, Elmacı Kadın serisinden (Altın Çanak), 2022, arşivsel pigment baskı, 60x64 cm


Bilge Alkor da Ekavart Gallery’de 15 Ekim’de açtığı son sergisi Tango de la Rose & Hoffmann’ın Masalları’nda resmine E. T. A. Hoffmann’ın gotik düş âlemini davet ederken, aslında benzeri merakların peşi sıra sürükleniyor, edebiyatın sözcüklere verdiği oylumu imgenin doğrudan göz merceğine takılan yansısında arıyor. Bir ihtimal, resmin teknik problemlerini biraz olsun dışarıda bırakmak pahasına, anlatım, kurgu, atmosfer gibi meseleleri odağına koyuyor.


İşbu yazı da, bu sergi vesilesiyle Bilge Alkor’un geçmiş pratiklerinden birkaçını gerisingeri geri su yüzüne çıkarmak ve oeuvre’ü içerisindeki sürekliliği tespit etmek üzere meydana geldi, “işte bu hatıralar o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde sahneye dökülürler”.


Solda: Bilge Alkor, Serpentina serisinden (Altın Çanak), 2022, arşivsel pigment baskı, 40x32 cm

Sağda: Bilge Alkor, Rene Cardillac serisinden (Matmazel Scuderi), 2022, arşivsel pigment baskı, 60x48 cm


Bir sahne olarak tuval


Bu açıdan bakıldığında, gerçekten de Alkor’un resim sanatını sahne sanatlarına, bilhassa da tüm grotesk ve gotik öğeleriyle birlikte, masklar eşliğinde ve olanca karnavaleskliğiyle bitiştirdiğine şahit oluyoruz. Sanat yaşantısının tümüne yayılan teatral olana duyduğu bu merak onun neden Shakespeare’e yöneldiğine dair bir fikir de veriyor bizlere. Sahiden de, figürlerin olmadık biçemlerde, temaşalarla ortaya çıkışlarında sahneye çıkan oyuncuların oynadıkları karakterler ve bir ihtimal seyirciyle buluşturdukları alter egoları arasında bir ilişki gözlemlemek mümkün.

Öyleyse Hoffmann’ın masallarındaki karakterlerin, anlatıların bir kuklacı misali önümüzde belirmesine neden şaşalım; gerçi görünüşte olanın kendisi yeterince şaşırtıcı: gözleri oyulmuş, kan ağlayan oyuncak bebekler, cam bir fanusta yer alan prensesler ve her an can üflenerek hayata döndürülecekmiş gibi duran tekinsiz maskeler… Bilge Alkor’un Shakespeare’le olan bir diğer karşılaşması, kesinlikle teatral, ayinsel olanın kesişmelerinde gerçekleşiyor.


Solda ve Sağda: Bilge Alkor, Tango de la Rose serisinden, 2022

Ortada: Bilge Alkor, Giacinta serisinden (Prenses Brambilla), 2022, arşivsel pigment baskı, 70x53 cm



Alkor’un boyadığı figürler Aristotales’in Poetika’sında tiyatro sanatına ölçülendiği gibi “olduğu ya da olabileceği gibi” değillerdir yalnızca. Alkor, bu figürlerin “gerçekten de bu şekilde”, yani asla akla gelmeyecek bu biçimlerinin onların neredeyse asli oluşları oldukları yönünde şamanik bir itikatla, doğaüstü bir belgelendirmeyle hareket ediyor, resim sanatını da bu anlamda bir vasıta haline getiriyor. Aynı Shakespeare’in köleleştirilmiş ruhları Caliban’ın canavarsı tavırları ve diyaloglarında, kıskanç âşıkların akıl almaz oyunlarını Helena, zorba babaların ayrıcalık sevdaları ve hükmetme arzularını Egeus’un nobran tavırlarında cisimleştirmesinde yaptığı gibi.

Öyle ki, tuvalde beliren her figür, yalnız resim sanatının değil edebiyat tarihinin de elekten geçtiği bir geçit, bir sahnede görünüp kaybolana, bir gölge oyunu misali ışıklar söndüğünde geri yuvasına kaçıp sisler ardında eriyene kadar aslına dönüyor.


Bilge Alkor, Lindhorst serisinden (Altın Çanak), 2022, arşivsel pigment baskı, 60x61 cm


Bilge Alkor Sanat Koleksiyonu


Bu yazıya vesile olan toplaşma, Bilge Hanım’ın sanat koleksiyonunu bize bir kahvaltı eşliğinde açması vesilesiyle gerçekleşti. Bu koleksiyonda yalnız Alkorların çeşitli sanat dallarına duyduğu merakı ve şiirden resme uzanan kendi eserlerini değil, bu zamana değin biriktirdikleri kendi koleksiyonlarını da bulmak mümkün. Aralarında heykeltıraş Mari Gerekmezyan’ın Bilge Hanım’ın babasını yonttuğu bronz büstünden, Afrika’nın çeşitli beldelerinden toplanmış masklara kadar pek çok parçayı bulmak mümkün.


Bu kısa süreli ziyaretin ardından Narmanlı Apartmanı’ndan, adeta düşsel bir mevziye konuşlamış olmanın getirdiği şaşkınlıkla ayrılırken, insan Nişantaşı’nın bu köşesinde kim bilir daha ne gibi buluşmalar ve karşılaşmalara tanık olmuş bu resimleri aklına getiriyor. İşbu resimlerin öykülerini yazmak üzere makinenin başına oturduğumda, geç kalınmış bir mazinin izlerini bulmak üzere zihnimi yokladığımda, şu hissi buluyorum: Bilge Alkor’un resimleri gerçekten tarafımızca görüldü mü, yoksa hepsi rüyalı bir deneyim, bir hatıra mıydı?


Belki de, Fasulyeciyan’ın tiradında bahsettiği gibi, biz sahneden gözlerimizi ayırıp salonu terk ettiğimizde, “tiyatro işte o zaman yaşamaya başlar”.


Comments


bottom of page