top of page
Fisun Yalçınkaya

Sana kimse benim gibi bakmadı


Londra'da bulunan Tate Britain, 29 Ağustos'a dek All too Human: Bacon, Freud and a Century of Painting Life (İnsanca: Bacon’dan Freud’a hayatı resmetmenin bir yüzyılı) adlı sergiyi ağırlıyor. İnsanlar arasındaki bağın resme yansımalarını araştıran sergiyi Fisun Yalçınkaya değerlendirdi

Francis Bacon, Figure in a Landscape , 1945, Tuval üzerine yağlıboya, 1448 x 1283 mm, Tate

All too Human: Bacon, Freud and a Century of Painting Life (İnsanca: Bacon’dan Freud’a hayatı resmetmenin bir yüzyılı), 20. yüzyıl İngiltere sanatında özellikle de Londra’da üretilmiş figüratif akımın izini sürerken, İngiliz resminin günümüzdeki yansımalarına en çok etki eden ve şekillendiren iki ismin, Francis Bacon ve Lucian Freud'un insana ve figüre yaklaşımını temel alıyor. Onların açtıkları sorulara yanıt aramaya çalışırken aynı zamanda bu iki ismin sanatına nelerin etki ettiğini de araştırıyor.

Sergide bir araya getirilen 96 eser var. Bunların hemen hepsi resimden oluşuyor. Resmin haricinde yalnızca beş adet fotoğraf, bir de heykel var. Bu seçim, video sanatı ve enstalasyonların domine ettiği güncel sanat ortamına karşı da resmin gücünü vurgulamaya yarıyor. Elena Crippa'nın küratörlüğünü yaptığı, Laura Castagnini'nin ise yardımcı küratör olduğu sergi kapsamında King's College London'ın sanat ve felsefe bölümlerinin de işbirliğiyle "Bizi insan yapan nedir?" sorusunun yanıtını arayan bir dizi sanat ve felsefe odaklı konuşma da düzenleniyor.

Serginin arayışı, insanlar arasındaki bağın resme yansımalarını bulmak üzerine. O bağın sözle ifade edilemediği, ancak ve ancak resimle yansıtılabildiği yeri keşfetmek ve oradan anlatısını yakalamak. Medeniyeti, kasveti, kırları, işçileri ve kraliyetiyle Londra'nın bir kent olarak bu anlatıdaki şekillendirici rolünü takip etmek.

Francis Bacon, Study After Velasquez, 1955, Tuval üzerine yağlıboya, 1980 x 1370 mm, Fotoğraf: Prudence Cuming Associates Ltd.

"Bizi insan yapan nedir?" sorusu ise belki sadece havada gezinen bir cümle kalabilirmiş tüm bunların arasında. Ancak bu soru her adımda git gide önem kazanıyor sergiyi gezdikçe. Serginin başarısı da bu soruyu anlamlı hâle getirebilmekten geliyor, eser seçimi, yerleştirmesi ve cesurca sanatçılar arasında kurduğu bağlarla. Bu soruyu değil havada bırakmak, farklı bağlamlarda düşünmemize de izin veriyor. İnsanlığın geleceğini en çok merak ettiğimiz bugünlerde git gide önem kazanan bir soru bu. İnsanı merkeze koyan, insanı öncelik ve iktidar hale getiren tavır dışına çıkabilecek miyiz? Yoksa insanın koşulsuz iktidarı ve kibri, savaşlar ve yıkımları mı getirecek? Bu sorularla sergiye adım atmak mümkün.

Sergi 11 odadan oluşuyor. 11 odadaki gezintinizde yaratıklaşan, tanrılaşan adamlar, arasında gözünüze çarpan ağlayan, bağırıp çağıran ama sesi duyulmayan bir Papa olabiliyor. Sadece kendi düşüncelerinizi dinleme şansı veren berraklıkta manzara resimlerine bakıyor, kan ter içindeki ağızların yanından geçip, güneşli bir öğleden sonra havuzda toplanmış bedenler yığını içinde duraksıyorsunuz. Bir nefeste tüm bu imajlarla kuşatılmanız mümkün ya da sevdiklerinizi seçip onlarla biraz daha fazla vakit geçirmenizin. Sergi kurgusu kendi cüretkârlığını izleyiciye yansıtmaya ve izleyiciye tüm bu resimleri yeniden düşünmenin bir yolunu buldurtmaya çalışıyor.

İlk odada David Bomberg, Walter Richard Sickert, Chaïm Soutine ve Stenley Spencer'ın eserleri var. Bu başlangıç odası sonraki kuşaklara ilham veren 20. yüzyıl başında yaşamış bu isimlerin önemli eserlerinden yapılmış bir seçkiyle dolu. Bu odada Chaïm Soutine'in 1920-1921 yılları arasında yapmış olduğu Landscape at Ceret adlı eseri Francis Bacon'ın üzerinde bıraktığı etki bağlamında yer buluyor. Eser yanındaki notta Bacon’ın bu eserle ilişkisine değiniliyor. Birkaç adım sonra Bacon'ın bu resme bağlanarak yaptığı benzer bir manzarayı görüyoruz. Bacon’ın 1956 sonbaharında, uzun uzun Soutine’in resmini izledikten sonra yaptığı Figure in Mountain Landscape, Bancon'ın Soutine ile aynı yerden aynı manzaraya bakma çabası gibi de okunabiliyor böylece. Manzara resmi, nerede olduğunu ve kim olduğunu, neden orada olduğunu anlama çabası olarak düşünüldüğünde anlamı derinleşiyor.

Chaïm Soutine, Landscape at Céret, 1920-1921, Tuval üzerine yağlıboya, 559 x 838 mm, Tate

Serginin daha güçlü başlangıcı da Bacon’ın bu ikinci manzara resminin olduğu ikinci odada. Burada Giacometti'nin bir heykeliyle Francis Bacon'ın 1950 tarihli Study after Valesquez’i de bir arada sergileniyor. Eserler, varoluşçuluk akımına göndermeyle izleyiciyi, ikinci dünya savaşı sonrası yıkımın insan üzerinde bıraktığı yüke bakmaya zorluyor. Papa, Bacon'ın elinde çığlık çığlığa bir figür ve bu resim özelinde daha önce çizdiği Papa resimlerinden çok bir iş adamına benzediği de özellikle vurgulanıyor. İş adamı ve Papa, iki farklı kurumda iktidarı hem elinde tutan hem de iktidarları bu kurumlar tarafından ellerinden alınmış iki figür olarak birleşiyorlar.

Alberto Giacometti, Woman of Venice IX, 1956, Bronz, 1130 x 165 x 346 mm, Tate

Üçüncü odada "Rönesans ressamları, erkek ve kadını melekler gibi göstererek çizdiler. Bense melekler için çiziyorum, meleklere erkeklerin ve kadınların gerçekte neye benzediklerini göstermek için" diyen Francis Newton Souza'nın sert, kalın, güçlü çizgileri, aynı dönemde insanın zor şartlar altındaki hâline işaret ediyor.

Bir sonraki odada ise William Coldstream'in etkisi ve özellikle Euan Uglow'la ilişkisine odaklanılıyor. Daha önce de sanatsal bağları hakkında çalışmalar yapılan iki ressamın eserlerinde birini karşınızda saatlerce günlerce resmetmek, onun üzerinden kendinizi çizmek, bulmak, izlemek ve görmek meselesi ortaya çıkıyor… Artık sergi bu odada izleyiciyi iki insan arasındaki bu derin bağı incelemeye bırakıyor. Euan Uglow, "Sana kimse benim gibi bakmadı, benim kadar derin." cümlesinin sahibi. Bu cümlenin hakkını da veriyor. Resmin kenarındaki notta, Uglow’ın Coldstream’in nüleriyle ilişki içinde yaptığı Georgia resminden önce modelin saç kesiminden giysisine kadar kurguladığı yazıyor. Uglow bunları yapmış gibi duruyor ama bu hesaba bir serbestlik de eklemiş. Resimde modelinin yüzünü izleyiciye, bakışlarını ise uzaklara çevirmiş. İzlediğimiz bu genç çehre bizim ötemizde bir yere bakıyor. Böylelikle ressam, hesabı kenara bırakıp modelinin bakışında bir yeni yer, yeni alan arıyor.

Euan Uglow, Georgia, 1973, Tuval üzerine yağlıboya, 838 x 1118 mm

Serginin en güçlü odalarından biriyse Lucian Freud'a özel mini bir kişisel sergi olan Lucian Freud: In the Studio adlı oda. Burada sanatçının özellikle sanat yaşamının bir noktasından sonra seçtiği tarzını inceleyebiliyorsunuz. Freud, karşısındaki insanı resmettiği özenle, insan figürünün yanındaki köpeği, masayı ve yatağı da çiziyor. İri tuvallere büyük resimler çalıştığı için ayakta resim yapıyor bu yüzden resimlerde biraz yukarıdan aşağı bakan bir perspektif var. Küçük boyutlu resimlerindeki dikkatin aynısını burada da gösteriyor. Bizi insan yapan, bize ben olgusunu kazandıran şeyi bu resimlerde hissedebiliyorsunuz. Tüm nesne ve canlılar resimdeki figürün parçalarına dönüşüyor.

Lucian Freud, Girl with a White Dog, 1950-1951, Tuval üzerine yağlıboya, 762 x 1016 mm, Tate

Benliğin gelgitleri daha ileri yılları kronolojik bir sırayla yansıtan ileriki odalarda yadsınamayacak şekilde erkek figürün kadın figüre bakışında yaşanan kırılmayla şekilleniyor. Erkek bakışı tarafından tarif edilen insan figürünü baştan çizen kadınların resimlerine daha çok bakabiliyoruz. Paula Rego'nun resimlerinden oluşan odanın bu duruma katkısı yadsınamaz.

Paula Rego, The Family, 1988, Tuval üzerine akrilik, 2134 x 2134 mm, Marlborough International Fine Art izniyle

Son odada Jenny Saville'in 2002-2003 tarihli Reverse adlı eseri tüm bu sergi boyunca izleyiciyi yakalayan katmanlı düşüncelere kapı açan en önemli eserlerden biri olarak izleyicileri uğurluyor. Bu büyük boyutlu eser, Saville'in yaralanmış, kanlar içinde yere düşmüş ve izleyicinin gözünün içine bakan dev bir otoportresi. 20. yüzyıl tarihine şöyle bir bakarsak, insanlığın büyük düşler kurduğu ve daha büyük hayal kırıklıkları yaşadığı bir yüzyılı, insanın değdiği her yerden okuyabiliriz. Bu resimde Saville, o yüzyılın sonrasına bakıyor. Geleneksel estetik anlayışına baş kaldıran ve bir kadın tarafından çizilen kanlar içinde bir kadın. Belki o hayallerin ve hayal kırıklıklarının 21. yüzyıla bıraktığı mirası. İzleyici kendisinden zerre yardım istemeyen bu kadının yerden kalkmasına da kesin gözüyle bakabiliyor. Daha kalkmamış ama kalkacak. İnsanın değişen anlamının yeni ümidi belki de Saville’in oradan kalkışına bağlı.

Jenny Saville, Reverse, 2002-2003, Tuval üzerine yağlıboya, 2134 x 2438 mm, Sanatçının ve Gagosian'ın izniyle

Comments


bottom of page