Sanat yazarı ve eleştirmeni Murat Alat’ın unlimitedrag.com üzerinden Cuma günleri yayınlanan Egzersizler serisi Alat’ın sanata ve yazıya dair düşüncelerini, deneyimlerini, yaklaşımlarını aktarmaya devam ediyor: "Sanat bedenlerin üzerine serpilmiş ölü toprağını kaldırır duyuları canlandırır, yaşama alan açar."
Yazı: Murat Alat
Andy Warhol, Orange Car Crash Fourteen Times, 1963, İki tuval üzerine sentetik polimer boya, 268.9 x 416.9 cm, Philip Johnson hediyesi, © 2020 Andy Warhol Foundation for the Visual Arts / Artists Rights Society (ARS), New York, MoMA
Dünya mütemadiyen hareket halinde. Tahmin bile edilemeyecek sayıda canlı/cansız varlık, birbirine çarpmaktan kaçınarak sürekli hareket ediyor. Durmak, yok olmak demek. Hareketin devamlılığı esas ilke. Hareketin daim kılınması ise iktidar ile yaptığımız sözleşmenin en temel koşulu. Gerek damarlarımızda akan kanın hareketinin, gerek ürettiğimiz ürünlerin dünya üzerindeki hareketinin devamı iktidarın temel vaadi, bizim de ondan temel beklentimiz. İktidar bizi dehşet verici kazalara, önceden bilinemeyen karışıklıklara karşı koruyor. Bedenleri devinir tutmaya yarayan sağlık hizmetleri, bu sağlıklı bedenlerin hareketini mümkün kılan ulaşım hatları, bu hatları denetleyen güvenlik güçleri veya bedenlerin gidemediği, gitmediği, gitmesinin gerekli olmadığı yerlere uzanan iletişim sektörü… Bunlar ve pek çok irili ufaklı mekanizma hareketi daim kılmak ve hatta onun debisini arttırmak için durmaksızın iş başında. Ancak işin kötü yanı hareketin devamlılığı uğruna hareketin kaynağında yatan yaşamın yok edilmesi medeniyetin tam da bu noktada içine düştüğü açmaz. Daha fazla hareket için, çarkların sonsuza kadar dönmesi için gereken enerjinin yol açtığı kriz, mevcut ekolojik kriz, insan olarak tüm hareketimizi yok edebilecek boyutta. Medeniyetimiz kendi kuyruğunu yiyen bir yılan. Öte yandan ekolojik krize dair tüm veriler, gelmekte olan felakete dair tüm uyarılar hızla saf dışı kalıyor ve bunu yapan şeytanın gölgelere saklanmış bir uşağı değil; biziz. Harekete olan sadakatimize uygun şekilde, hareketin mevcut hızını koruyabilmek ve mümkünse arttırabilmek için yarın her şeyin yolunda gideceğine körü körüne inanmak zorundayız. Durmak bir yana vites küçültmek bile kayıp demek ve söz konusu hareket olunca kayıp ölüme denk. Yarın ölebileceğimiz ihtimali bugünkü yaşamımızı riske atıyorsa bu ihtimali unutmak en rasyonel hamle. Ya da biz öyle sanıyoruz.
İktidar bizi dehşet verici kazalara, önceden bilinemeyen karışıklıklara karşı koruyor. Bedenleri devinir tutmaya yarayan sağlık hizmetleri, bu sağlıklı bedenlerin hareketini mümkün kılan ulaşım hatları, bu hatları denetleyen güvenlik güçleri veya bedenlerin gidemediği, gitmediği, gitmesinin gerekli olmadığı yerlere uzanan iletişim sektörü… Bunlar ve pek çok irili ufaklı mekanizma hareketi daim kılmak ve hatta onun debisini arttırmak için durmaksızın iş başında. Ancak işin kötü yanı hareketin devamlılığı uğruna hareketin kaynağında yatan yaşamın yok edilmesi medeniyetin tam da bu noktada içine düştüğü açmaz.
Modernizmden beri sanat hep hareketle ilgili olageldi. İster açık havaya koşup uçucu görüntüleri kovalayan empresyonizm mevzubahis olsun ister tanklara aşık olan fütürizm ya da akışın kendisini sanata çeviren Fluxus; sanat hep hareket halindeki dünya ile aşık atar. Hareketi limitlerine kadar taşır, krize sokar ve böylece dünyayı rotasından saptırıp ona kaza yaptırır. Dünya için başka koşullarda dehşet verici olan kaza sanatta kendine uygun toprağı bulur. Kaza bazen aşina olunan bir nesnenin yer değiştirmesiyle bazen de alışılmış bir imgenin hafifçe bozulmasıyla meydana gelir. Savrulmanın etkisiyle sinir sistemi, etkisi altında olduğu anesteziden kurtulur; beden uyanır, hissetmeye başlar. İlk hissedilen şey acıdır. Sanat karşısında atılan anlık “anlamıyorum” çığlığı bu acının ifadesidir. Bu noktada estetik, hoş duygular uyandırmaktan öte duygunun kendisinin uyandırılmasıdır ve işin aslı herhangi bir duygu en yalın haliyle insanın yaşadığının kanıtı olduğu için hoştur.
Sanat bedenlerin üzerine serpilmiş ölü toprağını kaldırır duyuları canlandırır, yaşama alan açar. Sanat bir kazadır ama her kaza aynı zamanda bir karşılaşmadır ve yeni ilişkilere gebedir. İlişki ise yaşam demektir.
Kaza her koşulda olağanüstü bir haldir. Dünya, işleri yoluna koymak, acıyı dindirmek için tüm gücünü devreye sokar ekstra müdahalelerde bulunur. Beden açılan yaraları iyileştirmek için seferber olur, bedene yardımcı olmak için sağlık sistemi devreye girer, kaza tekrarlanmasın diye kazanın meydana geldiği rota gözden geçirilir, gerekli düzenlemeler yapılır ve tabii kazaya yol açan suçlulara uygun görülen ceza kesilir. Bunların hepsi kazanın ardından hayatta kalanlar için anlamlıdır ama her kazada mutlaka ölü bedenler vardır. Elbette tek bir bedenin hareketinin son bulması tüm dünyanın hareketi uğruna kolaylıkla göz ardı edilebilir. Kazaya münferit bir vaka denilir ve geçilir. Sanat ise tam da bu münferit vakalar üzerine kurulur. Dünyanın geri kalanı tarafından sapma, sapkınlık olarak tanımlanan tekil kazaları üretir. Bunu yaparken amacı ölümü yüceltmek değildir. Sanat bedenlerin üzerine serpilmiş ölü toprağını kaldırır duyuları canlandırır, yaşama alan açar. Sanat bir kazadır ama her kaza aynı zamanda bir karşılaşmadır ve yeni ilişkilere gebedir. İlişki ise yaşam demektir. Evet sanat dünyanın nasıl iyileşebileceğine dair bilgi yığını sunamaz, iyi bir dünya nasıl olur gösteremez ama kendi kendini yok etmeyen bir dünyanın oluşması için, böyle bir dünyayı oluşturacak ilişkilerin ve bu ilişkilere yol açacak karşılaşmaların vuku bulması için küçük kazalar ve mikro devrimler yaratabilir. Sanat harekete müdahale eder, tanımlı rotaları, akış hatlarını değiştirir. Dünyanın rotasından her sapışı, dünyayı oluşturan ilişkiler ağını yenilenmeye zorlar. Mevcut ekolojik kriz her şeyden önce insanın dünya ile ilişkilenme biçiminin bir sonucuysa sanat krize bir çare bulamasa da yer etmiş ilişkileri rayından çıkarabilir ve yeni ilişkilerin kurulmasına imkân tanıyabilir. Sanat krize çare bulunacak yapıya giden yolu hazırlayabilir.
Sanat kazası bildiğimiz kazalar gibi ölüm getirmez aksine bir doğumdur. Belki de bu yüzden kendisinden ölesiye korkulur.
댓글