top of page
Gökcan Demirkazık

Sanata destek verir -miş gibi yapmak


Genç sanatçılara destek vermek yeni bir olgu değil: 1939’dan itibaren Devlet Resim ve Heykel Sergisi yarışmaları düzenlendi, 1980’lerden beri de muhtelif üniversite, kulüp, şirket ve bankaların düzenlediği, genç sanatçılara yönelik açık çağrılı sergiler yapıldı. Son dönemde, sanat oluşumları ve galeriler bu konuya el attı. Maalesef 'genç sanatçılar için ne yapılsa kârdır' anlayışı, günümüz inisiyatiflerde hiç olmadığı kadar belirgin. Bu anlayış tamamen yersiz olmamakla birlikte, devlet desteğinin yokluğu, mevcut olanak ve kaynakların en iyi şekilde değerlendirilme aciliyetini de beraberinde getiriyor

İllüstrasyon: Caner Yılmaz

“Genç sanatçıları destekleme” mekanizmaları üzerinden (genç) sanatçılar neye teşvik ediliyor? Yeni iş üretmek ya da mevcut işlerini göstermek için nitelikli çalışma ortamları yaratılıyor mu? “Sanata teşviğin” soyut bir kategori olmaktan sıyrılıp, her vakanın “niteliksel” olarak değerlendirilmesi ve tartışmaya açılması, şirket, kurum ve bireylerin hızlıca parlayıp sönen girişimlerden kaçınıp, nitelikli inisiyatiflere yönelmesi açısından büyük önem taşıyor. Geçtiğimiz Aralık ayında 108 sanatçının katılımıyla gerçekleşen BASE Istanbul, kendini “Türkiye’deki ilk kolektif Güzel Sanatlar Fakülteleri yeni mezunlar sergisi” olarak tanımlıyordu. Kolektif sözcüğünün yersiz şekilde kullanıldığını düşünerek ne olduğunu anlamaya çalışıyorum: Neden sadece “Güzel Sanatlar Fakültesi yeni mezunları” bu sergiye katılabiliyor? Venedik Bienali’ndeki Türkiye Pavyonunun mimar menşeli bir sanatçıya verildiği 2017 yılında, sadece Güzel Sanatlar Fakülteleri öğrencilerine yönelik bir çağrı, acaba güncel sanat anlayışından uzak ve arkaik bir “profesyonellik” dürtüsünün belirtisi gibi algılanabilir mi?

BASE Istanbul sadece dört gün boyunca 108 sanatçıyı bir araya getirdi. Onlarca sanatçıyı bir araya getirdiğinden dolayı kısa süren bu “sanat fuarı” modeline, 2013 yılından beri düzenlenen -benzer şekilde galeri temsilinin olmadığı- Mamut Art Project’ten (MAP) alışığız. MAP’ta olduğu gibi BASE’de de sanatçıların işleri (hem de MAP’ın aksine, komisyon alınmaksızın) satın alınabiliyor. BASE Istanbul İnternet sitesinende ilk olarak katılımcı sayıları ve konuşmacı isimleri bombardımanıyla karşılaşılıyor: “31 üniversite,” “108 sanatçı adayı” “116 yapıt,” “32 panel,” “75 konuşmacı”. Burada sanatçılara neden “sanatçı adayı” dendiği bir başka konuyu gündeme getiriyor. Panele katılan konuşmacı listesi ana sayfada yer alırken sergiye katılan sanatçıların isimlerine ancak başka bir sekmeden ulaşılabiliyor. 12 bin kişinin ziyaret ettiği BASE Istanbul etkinliği sanat hayatına yeni atılan sanatçılar için işte tam da bu tür bir görünürlük sağlıyor: Katılımcı ikincil-üçüncül sekmelere, pratiklerine ve maalesef sergiledikleri işlere dair hiçbir bilgi olmadan sıkışıp kalıyor.(1)

BASE Istanbul’un Anadolu’nun dört bir yanındaki Güzel Sanatlar Fakülteleri’yle irtibata geçerek işlerini “genç sanatçılarla” ilgilenen galerici ve koleksiyonculara gösteremeyecek sanatçılara bir fırsat tanıdığını görmezden gelemeyiz. Ancak bu başarının sayılara endeksli bir sistem içinde kalması, katılan sanatçılara üretim süreçlerinde eleştirel/maddi bir katkıda bulunulmaması, sanatçıların küratörle anlamlı bir diyalog kurma ihtimalinin oldukça düşük olması,(2) eğitim-öğrenim süreçlerini, ilgi alanlarını ve pratiklerini bir bağlama oturtma şansı tanınmaması, oldukça rahatsız edici bulunabilir.

Satılan işlerin yanına yapıştırılan kırmızı noktaların, 108 sanatçıda yanıltıcı bir başarı hissiyatı veya yanlış bir değersizlik hissine sevk edeceği hissine kapılmamak çok zor. Bugün mezuniyetinin üstünden beş sene geçmiş sanatçıların neredeyse tamamı hayatlarını asistanlık, öğretmenlik ya da sanat pratiğiyle ilgisiz işlerden zar zor kazanırken, bu kırmızı noktaların BASE sanatçıları için sağlıklı ve sürekli bir “ticari hayatın” başlangıcı olacağını düşünmek naiflik olur. Organizasyon sahiplerinin niyeti ne kadar iyi, sponsorluk bütçeleri ne kadar bol olursa olsun, bu organizasyon içeriğine ve yönetimine yansımadığı sürece verilen hasar, etkinliğin getirisiyle yarışır hâle geliyor. Örneğin, 45 dakikalık bir panele 6 konuşmacının davet edilmesi, belirlenen konu üzerine derinlikli bir tartışma ortamı oluşturma ihtimalini tamamen yok sayıp, etkinliğin sadece izleyici çekmek üzere düşünüldüğü sinyalini veriyor. Öte yandan, bir pazar günü kariyerinde elli yılı geride bırakmış bir sanatçının bir buçuk saat konuşmasına izin verilmesi, tamamen genç sanatçı ve sanat profesyonellerinden oluşan günün tek ve son panelinin bir-buçuk-iki saat gecikmesine neden oluyor. Guy Debord’un deyimiyle "gösteri toplumu"nun kültür sindirimine uygun şekilde sanatın püre yapıldığı bu tür etkinliklerde, sanatçıların “piyasayla” tanışmak ve şans eseri birkaç sanatseverle/sanat profesyoneliyle yaptığı "keyifli" muhabbetin dışında, (misafir sanatçı programları, kişisel ve/veya eleştirel zemini güçlü olan sergilerde olduğu gibi) pratiklerinin nasıl evrilebileceği, karşılaştıkları zorluk ve tartışmalardan neler öğrenebilecekleri acilen tartılması gereken bir konu.

2000’lerin başından beri Türkiye’nin her tarafına yayılan, yalnızca “büyük işler” değil, “en büyüğünü, kapsamlısını” yapma sevdasının sanat alanına sıçraması endişe verici. Elbette ki genç sanatçıların zaten hazır işlerinin piyasayla buluşması ve (bazen ilk defa) alıcı bulması değerli; ancak MAP ve BASE gibi etkinliklerin albenili ve nispeten büyük bütçeli reklam kampanyalarının yakaladığı ziyaretçi sayısı, sanatçılara izleyiciyle anlamlı iletişim kurma garantisi vermiyor. BASE bünyesinde gerçekleşen ve çoğunlukla tanınmış sanatçıların ve sanat profesyonellerinin katıldığı 32 panel dururken, 108 sanatçı “adayının” her birine ayırılacak vakit ne kadar uzun olabilir? Dolayısıyla bu mekanizma içinde de “genç sanatçı” yine küçüldükçe küçülmeye devam ediyor.

Bu kafa karışıklığı ve özensizliği gördüğüm bir başka örnek ise, BASE Istanbul’un “destek sponsor”larından Sanata Bi Yer projesi. Proje, “Çünkü sanat alan ister” sloganıyla, sanatçıları işlerini bir web platformuna yüklemeye ve buradan erişime açmaya davet ediyor. Temmuz ayında Doğuş Grubu tarafından hayat geçirilen bu projenin yüksek prodüksiyonlu ve overdesigned web sitesinden bir danışma kurulu tarafından seçilen işler, Doğuş Grubu’nun çeşitli restoran, ofis ve hatta araba galerilerine asılıyor.(3) Sanata Bi Yer, manifestosunda “gençlerin ürettikleri işleri daha geniş kitlelere [ulaştırmayı]” amaçladığından, “sanatı özgürleştir[diğinden]” bahsediyor. Bu nasıl olabilir bir bakalım.

Trabzon’da yaşayan bir sanatçı olsam ve işim, Sanata Bi Yer tarafından belirlenmiş sergileme alanlarından biri olan Kocaeli-Şekerpınar’daki Doğuş Otomotiv ofisinde gösterilecek olsa, bunun benim sanatsal gelişimime/pratiğime nasıl bir faydası sağlayabilir? İşimi görmekte ısrar edip Şekerpınar’a gidecek olsam, ofisin ortasında dikilip çalışanların yorum yapmalarını ve soru sormalarını mı bekleyeceğim? Ya da İstanbul’da yaşayan bir sanatçı olduğumu varsayalım; her hafta sonu işimin sergilendiği Kitchenette Ortaköy’e gidebilecek olsam da, oraya yemek yemeye gelmiş müşterilerin işimi nasıl fark etmesini sağlayıp, onlarla bir diyalog kurabilirim?

Doğuş’un Sanata Bi Yer inisiyatifi, sosyal sorumluluk başlığı altında, sanatı özgürleştirmekten çok, bir iç mekân tasarım objesi kategorisine hapsediyor. Hem de “gençleri derecelendirme[miş], değerlendirme[miş], eleştirme[miş]” ve “onları sadece davet et[mekle]” övünerek... Belki de hiçbir sanat eğitimi olmayan genç sanatçının, sanatı hayatlarının odak noktasına oturtmuş sanat profesyonellerinden kısacık da olsa bir yorum almasının nasıl bir sakıncası olabilir? Bu popülizm, sanatçıya hizmet etmiyorsa, kime hizmet ediyor olabilir? Özellikle de sanatçıların hiçbir izin almaksızın işlerini dünyayla paylaşabileceği, daha gelişkin online sanat platformları mevcutken. Sanattan sanatçıyı çıkarıp, göze hoş gelen bir metaya indirgemek için "Bi Yer" ayırmaya çok da gerek yok belki de.

Doğuş’un sanat için ayırmadığı "Bi Yer"lerden de şu noktada bahsetmek lâzım: Alt Sanat Mekânı, Ocak 2016’da bomontiada’nın “kültür kampüsü” olma iddiasını Babylon ve ATÖLYE İstanbul dışında somutlaştıracak, kampüsün tek kâr amacı gütmeyen oluşumu olarak Doğuş şirketler grubuna mensup Pozitif tarafından kuruldu. Yaklaşık bir buçuk sene boyunca Mari Spirito’nun yönetiminde (benim de asistan küratör olarak çalıştığım) Alt, çok küçük bir ekiple, şehirle sürekli diyalog içinde ve ülkede olup bitenden ilham alarak İstanbul’da benzeri olmayan bir kunsthalle programı yürüttük.

Nisan 2017’de Alt’ın bomontiada ALT adını alıp, A Corner in the World’e teslim edileceği haberi pek çoğumuz için sevindiriciydi. En azından benim için A Corner in the World festival formatını almadan önce, daha henüz Kadıköy-Yeldeğermeni’nde Köşe iken, genç sanatçıların dans, film, müzik, performans ve tiyatro alanında üretimlerini sunduğu programıyla İstanbul’un belki de en heyecan verici yeni sanat mekânı olduğunu söyleyebilirim. Nitekim Eylül 2017’de bomontiada ALT yeni yönetimiyle tekrar açılınca, performans sanatları odağa konup, yerli sanatçılara ve yeni üretimlere destek verecek şekilde yeniden kurgulandı, hatta ALT 001 adı altında İstanbul için ciddi denebilecek bir üretim desteği bütçesiyle bir misafir sanatçı programı başlatıldı.

Dolayısıyla, A Corner in the World’ün programı daha üç ayını doldurmamışken, Aralık 2017’de mekânın ve de bütçesinin yarıya indirileceğini öğrendiğimde çok üzüldüm. Bana söylenen bomontiada ALT’ın 90-100’er metrekarelik dört tane galerisinin Doğuş tarafından kurulacak Ara Güler Müzesi için devir alıncağıydı. Mevcut mimarisiyle bu galerilerin Ara Güler gibi bir sanatçının fotoğraflarını sergilemek için ne kadar elverişsiz olduğunu bir kenara bırakırsak, çoktan dünya çapında önemli koleksiyonlarda temsil edilen ve pratiği belli bir dönemin nostaljisine hapsolmuş bir sanatçının görüle görüle bir noktada tükenmiş fotoğrafları için, her şeyden çok desteğe ihtiyacı olan, yeni yerel (ve çoğunlukla da genç) üretimlerinin önünün kesilmesi içimi acıttı.

Genç/bağımsız sanatçılara destek konusunda Türkiye’den olumlu örnekler yok değil: Küratör Zeynep Öz, SPOT Üretim Fonu’nun Domates Biber Patlıcan festivallerini ve Sharjah Bienali’nin İstanbul ayağı Bahar'ı düzenledi. Çoğunlukla görsel sanatlar ve performans alanında yeni üretimlerin sunulduğu bu platformlarda, sanatçılar işlerini küratörle yoğun bir diyalog süreci üzerinden şekillendirdi ve kendilerine ayrılan bir bütçeyle tamamladı. Sanatçı üretimini sağladığı imkânlarla “özgürleştirmek” ve her evresinde geri bildirimleriyle eleştirel bir zemine oturtmak bugün sadece Türkiye’de değil, dünyada ayrıcalıklı kurumların çok az yapabildiği bir şey. Öte yandan SAHA Derneği Bağımsız Sanat İnisiyatiflerinin Sürdürülebilirliğine Yönelik Destek Fonu sağlıyor ve Türkiye’den sanatçı ve sanat profesyonellerinin uluslararası eğitim ve konuk sanatçı programlarına katılımını destekliyor. Eleştiriyi ve eğitimi önceleyen bir yaklaşımı mevcut organizasyonlarının bünyesine “aşılayan” ya da önemli ara yüzlerinden biri hâline getiren oluşumlar da mevcut: Fotoİstanbul fotoğraf festivali her edisyonunda, birçok atölyenin yanı sıra festivale davetli uluslararası ve Türkiyeli sanatçıların yerli fotoğrafçılara geribildirim verdiği portfolyo değerlendirme günleri düzenliyor.

Yukarıdaki örneklerin hepsinde, satış istemli ya da istemsiz “arzu edilen sonuç” olarak tayin edilmiyor: Karşılıklı güven çerçevesinde, etkinlik/kurum ve işin pazarlanmasından çok, sanatçıya, üretimine emek veriliyor. Genç bir sanat profesyoneli olarak bu yazıyı yazarken tek dileğim, sanata destek vermek konusunda hevesli (ve bu konuda fazla deneyimi olmayan) birey ve kurumların kaynaklarını en iyi nasıl değerlendirebileceği konusunda biraz daha fazla kafa yorması ve bunu yaparken de sanatçıyla birlikte çalışması. Öbür türlü, yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi “-mış gibi yapmaktan” öteye gidilemiyor. Bu konuda naçizane fikrim; egoları ve kurumsal kimlikleri parlatan popülist projelere kimsenin ihtiyacının olmadığı! Nitelikli sanat eğitimini teşvik eden, sanatçı ve sanat profesyonellerinin risk alabileceği, yeni üretim ve araştırma ortaya koyabileceği, süreç-güdümlü deneyim kazanabileceği mütevazı ölçekli projelerle başlayalım ve düşlemeye devam edelim!

 

(1) Bu yazı Art Unlimited Temmuz 2018 46. sayısı için baskıya giderken BASE websitesi güncellendi ve sanatçıların işlerinin bulunduğu bir e-katalog yayımlandı. Maalesef, bu “katalog” da sanatçı işi ve iş fotoğrafı eşlemesinden fazla ileriye gitmiyor ve sanatçı projeleri için nitelikli bir aktarım biçimi teşkil etmiyor. Bu açıdan belki de sanatçıların ön plana çıktığı tek mecra BASE’in sosyal medya kanalları: burada -kısa metinler ve bir portre aracılığıyla- doğrudan işleri hakkında konuşmasalar da, pratiklerinin evriminden bahsedip BASE’in kendileri için neden önemli olduğunu anlatıyorlar.

(2) Sanatçılar 1 Temmuz 2017’ye kadar, portfolyolarıyla değilen fazla üç işle BASE’ye başvurdu. BASE’nin İnternet sitesine göre, seçilen işler, sanatçıları tarafından 2-7 Ekim tarihleri arasında BASE’nin deposuna teslim edildi. Bu durumda, iki buçuk aylık (oldukça kısa) bir süreçte 108 sanatçının çoktan kurul tarafından seçilmiş işleri yerleştirme görevini üstlenen küratörün, sergi kurulumuna sanatçıların his ve düşüncelerini dahil etme kabiliyetinin -kişisel deneyimlerimden yola çıkarak- çok sınırlı olduğunu söyleyebilirim.

(3) Sanata Bi Yer’in websitesindeki Nasıl Çalışır? sekmesinde süreç şöyle tanımlanıyor: “Yüklenen iş onaylandıktan sonra site içinde yayımlanır. Yayımlanan işlerin nerede sergileneceğiniyse Danışma Kurulu belirler. İşler belirlenen sergileme noktalarında sergilenir. Bu bazen bir restoran olur, bazen bir otel veya alışveriş merkezi… İşi sergilenen kullanıcı, bundan haberdar edilir, işinin nerede sergilendiğini öğrenir.” Bu sıralamadan anlaşılacağı üzere, sanatçıya "haber verme" işlemi şaşırtıcı bir biçimde en son adımda gerçekleşiyor! Her ne kadar website tasarımlarında "heykel" ve "resim" ibareleri mevcut olsa da, süreç tarifinden sadece dijital baskıya müsait işlerin sergilenebileceği çıkarımı rahatlıkla yapılabilir.

 

BASE'nin kurucuları İdil ve Ali Kerem Bilge konuyla ilgili şunları aktardılar: "BASE, Türkiye’nin her yerinden mezun olan genç yeteneklerimize eşit bir görünürlük imkanı sağlamayı amaçlıyor. Görünürlüğün yanında bu kişilere yeni başlayan yolculuklarında iyi bir networking imkanı sunmaya, onları sanat üretimlerini devam etmek konusunda cesaretlendirmeye çalışıyor. Herkesin BASE’den haberdar olması adında kapsayıcılık bizim için çok önemli dolayısıyla sayıları paylaşmanın da önemine inanıyoruz. Mezuniyet her sene zamanı belli olan bir milat. Birkaç senedir mezuniyet sergilerini sanat takipçileriyle buluşturmayı istiyorduk. Mezun olduktan sonra tüm hayatınızı etkileyen bazı kararları verdiğiniz dönemde nereden geleceği belli olmayan küçük bir destek bile size cesaret verebilir. Biz o destek olmayı çok istedik ve ilk sene başardık sanıyorum. Koleksiyoner olarak bunu Türkiye ölçütünde kariyerine başlayacak sanatçılar için yapabilmek, öğrencileri destekleyen aileler ve akademisyenlere karşı borcumuzdu. Biz BASE’de sergilediğimiz kişilere "sanatçı adayı" demeyi tercih ediyoruz çünkü Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun olan herkes "sanatçı" olmayabiliyor, sanat üretimine devam etmeyebiliyor. BASE’nin misyonu yeni mezunlara görünürlük sağlamak. İlk yılımızda sponsorlarımız sayesinde katılımcıları İstanbul’a getirip ağırladık, eser kargo ücretlerini ödedik. Sponsorluklar el verdiği ölçüde de bu desteği devam ettirmeyi umuyoruz. Sanatçılar işlerine dair bilgileri izleyicilerle kendileri paylaştılar. Sergi 12.000 kişi tarafından ziyaret edildi. Websitesinden kazananları ana sayfadan duyurduk. Serginin sanal olarak da gezilebilmesini ve kataloğun online incelenmesini sağladık. BASE'den sonra üretmeye devam eden tüm sanatçılarımızı takip edip haberlerini paylaşmaya çalışıyoruz. BASE Talks programını oluştururken çıkış noktamız genç yetenekleri onlara ilham olacak değerli kişilerle buluşturmak, farklı görüşleri sanatın her alanından insandan dinlemelerini ve kariyerlerinin başında doğru bilgi edinmelerini sağlayabilmekti. BASE 2018’de konuşma programının yoğunluğunu biraz daha azaltarak, konuşma sürelerini uzatacağız ve daha derinlikli bir tartışma ortamı sunacağız. Panellerde mümkün olduğunda farklı isim ve tecrübeye yer vermeye devam edeceğiz. BASE için tek başvuru şartı kişinin BASE'nin düzenlendiği sene mezun oluyor olması, bu da BASE'e katıldığı sene bir okulda okuyor olduğunu işaret ediyor. Dolayısıyla bağlı bulunduğu eğitim kurumunun burada belirtilen konularda katkı sağlıyor olması lazım. Yukarıda belirtilen sanat eğitimi ve camiasının farklı farklı aktörlerinin katkıda bulunması gereken tüm misyonların sadece bize yüklenmesi gurur verici olduğu kadar cesaret de verici. Bu çapta bir organizasyonun ilkinin ardından mutlaka bir takım iyileştirmeler olacaktı. BASE 2018 katılımcıları için sergi sonrasında da bir mentoring sistemi oluşturmak istiyoruz. Sanatçıların kariyerlerini takip edip paylaşmanın ötesinde,ileriki üretim süreçlerinde onlara eleştirel bir katkı sunabilecek bir kurgu üzerinde çalışıyoruz. Residency programlarıyla görüşüp sanatçılarımıza farklı imkanlar sunmanın yollarını araştırıyoruz. BASE 2017 sanatçılarının katıldığı İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne bağlı Darphane-i Amire’de gerçekleşecek Düşler Ülkesi Troya sergisinin de hazırlığı içindeyiz. Bu sergi için BASE sanatçılarımızın üretimlerine maddi bir destek de sağladık. Sadece BASE boyunca değil, öncesi ve sonrasında da ne yapabileceğimiz üzerine epey kafa yoruyoruz. Kırmızı nokta kullanımı konusunda bu yapıcı eleştirilere kulak vererek, 2018 itibariyle bu uygulamayı bırakacağız. BASE'yi "gösteri toplumunun kültür sindirimine uygun bir şekilde sanatın püre yapıldığı" bir etkinlik olarak ifade etmek, henüz yeni mezun olan gençleri tanımaya gelmiş olan 12.000'e yakın sanatseveri, gençleri kültür sindirimi ile itham etmek haksız bir yaklaşım. BASE'e katılan sanatçılar hakkında fikir sahibi olmak isteyenlerin onlara hiçbir şey sormamaları, bir fikir ortaya koyma sürecinde asıl özne hakkında bilgi sahibi olmaya çalışılmaması doğru bulmadığım bir nokta. Bırakalım onlar ne düşünüyorlar bu girişim hakkında ne diyorlar onları duymak lazım. Sponsorluk bütçeleri maalesef yeterince araştırılmadan yazılıyor. Sadece bu tür organizayonları zor koşullarda yapmakta olan bizim hakkımızda değil, diğer sanat organizasyonları hakkında ve Türkiye'de hala niş kalan bu etkinliklere pazarlama ve iletişim bütçelerinden yer ayıran profesyonel firma yöneticileri hakkında yanlış bir algı oluşmasına yol açabiliyor. BASE elini taşın altına koyan onlarca kişinin desteğiyle yapılmış bir organizasyon. Geçtiğimiz yıl bütün sponsor destekleri haricinde kendi cebimizden de epey harcadığımızı açıkça söyleyebiliriz. Umarım yıllar içinde bu durum tersine döner ve bizlerin öz kaynaklarına bağımlı olmadan daha sürdürülebilir olma yolunda ilerler. Sanatçıların sanatseverlerle iletişim kurabilsin ve işlerinin altında yatan algı dünyalarını doğrudan anlatabilsinler diye sergide olmalarını çok önemsiyoruz. Türkiye'de 70'e yakın GSF olduğunu için geometrik genişlemenin sınırı belli. Geride kimseyi bırakmamak adına sergi kapsamını her sene geliştirmeye çalışıyoruz ve imkanlarımız ölçüsünde bize gelen talepler doğrultusunda her sene daha iyisini yapmaya çalışacağız. BASE iletişim konusunda fikre gönül vermiş bir arkadaş ekibi ve ülkemizde az bulunan destekçilerle gerçekleştirdi. Yazıda tırnak içinde belirtilen genç sanatçılardan fikir alınmadan yine bu yazının kaleme alınmış olması maalesef entelektüel olarak ve fikir tutarlılığı açısından doğru bulmadığımız bir yaklaşım. BASE'de eserleri sergilenen hatta mezun olamadığından dolayı sergiye katılamayan ancak başvuran eseriyle 2018 içerisinde seçildikleri bienal, sergi ve yarışmalarla görünürlükleri artan ve "büyümelerini" verilerle ortaya koyabiliyoruz."

Bu yazı Art Unlimited Temmuz - Ağustos 2018 sayısında yayımlanmıştır.

Comments


bottom of page