Sanatı sevmek, takip etmek; sanata alan açmak, değer vermek, önemsemek; sanatçıyı merak etmek, anlamaya çalışmak; sanatçıya saygı göstermek, kaynak yaratmak... Sanatın yadsınamayacak birleştirici gücünü hem kurumsal hem de bireysel olarak Türkiye sanat alanının önemli paydaşları olarak tanımlayabileceğimiz kadınları bir araya getiren bir dosya aracılığıyla sunuyoruz. Odağımıza aldığımız, sanatçıları üretime teşvik ettiklerini düşündüğümüz bu isimleri daha yakından tanıma arzusuyla, kişiselden yerel ve globale uzanan sorularımız ışığında dinledik. Serimizin dördüncü konuğu Siyah Beyaz Direktörü Fulya Sade
Röportaj: Merve Akar Akgün
Fulya Sade
Sanat ile yolunuz nasıl kesişti?
İzmirliyim.
60’ların sonu 70’lerin başı Ankara.
Cumartesi günleri Cumhurbaşkanlığı konseri, öğleden sonra basket maçı.
Yaşım ortaya çıkacak.
Telefon yok, televizyon yok, sosyal medya yok.
Sürekli kitap okuyoruz.
Mecburiyetten, yokluktan hep iyi, faydalı şeyler yapmışız.
1979’da Faruk’la yollarımız kesişti.
Faruk bana yepyeni bir dünya açtı. Onun yaşam biçimi olan sanat artık benim de yaşam biçimim olmuştu. Tabi bunlarla birlikte hayatımızın da zenginleştiğine inanıyorum. Faruk, ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ni bitirip darbeden sonra Paris’e yüksek lisans yapmaya gitti. Oradayken bana sayfalarca mektuplar yazardı. Oradaki hayatını, yaşadıklarını uzun uzun anlatırdı. Paris’te öyle bir apartmana düşmüştü ki; Mübin Orhon, Münevver Andaç, Sinan Bıçakçıoğlu, Mehmet Nazım. Sonra Ankara’ya geri döndü ve beraber aile apartmanını galeri ve bara çevirdik. O dönemde sadece galerinin tek başına ayakta kalamayacağını bildiğimiz için yanında kafe-bar ile yola çıktık, hala da aynı yerimizde devam ediyoruz. Faruk, aslında galeri açmaya yönlendirenin hep Münevver Hanım olduğunu söylerdi. Dönemin en önemli sanatçıları onun arkadaşlarıydı, abileriydi. Galeri yaygın bir şey değildi, biz el yordamıyla kendi jenerasyonumuzla yola çıktık ve hikayemiz başladı. Sonra bir baktık sanatla hayatımız iç içe geçmiş. Beraber çalışıp evli olmanın zorluklarını da keyiflerini de yaşadık. Sergisi olan sanatçılar bizde kalmaya başladı, sanatçı galerici ilişkisinden ziyade dostluklar kurduk. Beraber bu yola çıkmanın verdiği bir güç vardı. Bir baktık dostlarımız olan sanatçılarımızla bütün yılı beraber geçirmeye başlamışız, seyahatlerimiz, her şeyimiz beraber olmuş. İyi ki de böyle olmuş.
Yeni sanatçıları nasıl keşfedersiniz? Estetik kriterleriniz var mıdır?
Günümüz dünyasında “sanatçıyı keşfetme” kavramının kaldığını düşünmüyorum. Herkes, her şey çok ulaşılabilir. Eskiden bilinmeyen bir atölyeye girip sanatçıyı bulmak diye bir durum vardı ama artık öyle bir şey kalmadı. 1980’lerin başında yurtdışından bir sanatçı ile iletişime geçip sergi açmak çok zordu. Düşünsenize mektuplar gidiyor, cevaplar bekleniyor. Her şey şimdiye kıyasla çok yavaş. En kolayı atlayıp gitmekti. Biz de her ay bir yerlere gider, sergiler gezer, oranın sanat ortamını keşfederdik. İlişkilerimiz Faruk’tan dolayı Fransa ile çok yakındı. Paris’e düzenli bir şekilde gider ve sergileri takip ederdik. Beğendiğimiz sanatçılarla orda kendi atölyelerinde görüşüp, Ankara’da sergiler ayarlardık. O döneme baktığınızda Siyah Beyaz’ın birçok yabancı sanatçıya ev sahipliği yaptığını görebilirsiniz.
Keşfetmekten ziyade görünür kılmak dersek; Siyah Beyaz olarak 1990’ların sonlarında başlattığımız bir ödülümüz vardı. Mezuniyet sergilerini gezip seçtiğimiz bir yeni mezuna ufak bir para ödülü ve ilk sergisini açabilmesi için mekan sağlıyorduk. Mesela 2000 yılında Nihat Kemankaşlı’ya bu ödülü vermiştik, hala da kendisiyle birlikteyiz. Faruk’tan sonra kurduğumuz Faruk Sade Sanat Fonu ile 35 yaş altı sanatçılardan, sanat eleştirmenlerinden, mimarlardan gelen başvurularla ise yeni isimlerle tanışma fırsatı buluyoruz.
Galericilik çok sübjektif bir iş, sanatın doğrusu yanlışı yok. Bir danışma kurulumuz yok, tamamen kişisel kriterlerimizle ilerliyoruz. Önemsediğimiz kriterlerden birisi disiplin. Disiplin olmazsa olmazımız. Sanat çok ciddi bir iştir yorulmak, cesaret ve masumiyet ister. Sanatın hayatın kendisi kadar ciddi olduğunu düşünüyorum. Sanatçıyı ve eserini ayrı düşünemiyorum, sanatçıya inanmazsam işine de inanamam.
Kendimi 38 yıl sonra bile profesyonel olarak tanımlayamıyorum hala “amatörüm” ve bu bana heyecan veriyor.
Size göre müzelerin günümüzde en önemli rolü nedir?
İlk söyleyeceğim ve sık sık tekrarlayacağım bir söz var; şahitlik.
Müzeler insanlık tarihinin gelişimine ve dönüşümüne dair en büyük şahitlerdir ve bunun için de çok önemlidirler. Tüm insanlığın nereden nereye geldiğini görür, yorumlar ve geleceğe bir ölçüde ışık tutar. Müzelerde o dönemin günlük hayatına da ekonomisine de kahvaltıda ne yediğine, savaşlarda kendini nasıl savunduğuna ve saldırdığına, sağlık sorunlarına hatta çözümlerine ve daha bir sürü şeye şahit oluruz. Picasso’nun Guernicası’nın karşısında acı çekmeniz için illa İspanyol olmanız gerekmiyor; çünkü orada evrensel bir acı var tıpkı Nazım Hikmet’in şiirlerinde sadece bir Türk’ün acı çekmeyeceği, coşmayacağı, umutlu ya da umutsuz olmayacağı gibi…
Kısaca müzeler insanlık tarihinin hatıra defteridir, sanatçı(lar) da o hatıra defterinin yazan(ları)…
Türkiye’de sanat deyince aklınıza gelen/karşılaştığınız/var olduğunu düşündüğün çıkmazlar nelerdir ve bu konularda geliştirdiğiniz fikirleriniz ya da önerileriniz var mıdır?
Türkiye’de sanat deyince aklıma gelen en önemli şey bu ülkede bu işi yapanlar kendi çaba ve gayretleriyle bunu yapıyorlar. Bu pandemi döneminde de gördüğümüz gibi ülkenin sanata ve sanatçıya verdiği önem ortada. Bütün meslek dalları sürekli konuşulurken bir tek sanat ve sanatçıdan bahsedilmedi. Bir de bu zor dönemi sanat ve sanatçıdan yoksun geçirdiğimizi düşünün. Yani Türkiye’de sanatla uğraşanlar yaptıklarını bunlara rağmen yapılıyor. Geçtiğimiz aylarda televizyonda sanatçının tanımı yapıldı. Artık gerisini siz düşünün.
Son olarak size şunları söyleyebilirim sadece ülkemizin değil dünyanın da içinde olduğu bir travma yaşıyoruz. Hepimiz insana her zaman en iyi gelen şeye, sanata sarıldık.
Size en basit söyleyebileceğim çıkmazlardan bir tanesi KDV. Dünyanın hiçbir yerinde sanatın KDV’si Türkiye’deki gibi değil. Havyar, pırlanta gibi lüks harcamaların KDV’si sıfır iken sanatın yüzde 18. Çıkmazlardan bir diğeri de yayın eksikliği. Sanat dünyasında üretilen, yaşanan hiçbir şeyin kaydı tutulmuyor. Bir diğer çıkmaz ise sanatçının sosyal güvencesinin olmayışı. Bence sadece bu soruya bile bir sayı ayırabilirsiniz.
Comments