Sanat yazarı ve eleştirmeni Murat Alat’ın unlimitedrag.com üzerinden her hafta cuma günü yayınlanan Egzersizler serisi bu hafta yazarın sanata ve yazıya dair düşüncelerini, deneyimlerini, yaklaşımlarını aktarmaya “Güncel sanat üzerine yazmanın hikmeti nerede? Güncel sanat yazarlarının önemi ne? Sanat ile alelade bir karşılaşma bile kendinden anlamlıysa, anlam uğruna bir yazarın dolayımına neden ihtiyaç duyulur da sergi metinleri, kataloglar ve eleştiri yazıları bir serginin olmazsa olmazlarındandır?” sorularının ışığında yedinci bölümüyle devam ediyor
Yazı: Murat Alat
Orhan Cem Çetin, Kurbağalar Nerede, 2014
Güncel sanat üzerine yazmanın hikmeti nerede? Güncel sanat yazarlarının önemi ne? Sanat ile alelade bir karşılaşma bile kendinden anlamlıysa, anlam uğruna bir yazarın dolayımına neden ihtiyaç duyulur da sergi metinleri, kataloglar ve eleştiri yazıları bir serginin olmazsa olmazlarındandır? Edebiyat, sinema, tiyatro gibi disiplinlerde eleştiriye gerek duyulmadan da bir ilişki pekâlâ mümkünken güncel sanat neden hemen hemen her daim bir metinle beraber servis edilir? Bu yazı güncel sanat ile metnin çetrefilli münasebetini anlama çabası üzerine bina edildi ve iki parçadan oluşuyor. Başlangıçta sanatı tüm disiplinleriyle ele alıp bir eleştiri metninin sanat ile olan ilişkisi üzerinde durmak istiyorum. Zira bu ilişki arızalı tesis edilirse hem eser hem yazı hem de izleyici zarar görebilir. İkinci bölümde de metin ve güncel sanat ilişkisine dair biraz egzersiz yapacağım. Sanat üzerine yazmak ya da sanatı eleştirmek sapla samanı ayırmaktan; iyi/kötü, güzel/çirkin diye kanaat üretmekten başka bir şeydir. Hatta sanat yazısının evlası, yazar bir zarafet hakemi rolüne bürünüp yargı dağıtmadığında ortaya çıkar. Herkes tarafından paylaşılan ideal değerlerin yokluğunda bir sanat eserini değerlendirmek için kullanılan mutlak sıfatlar, eseri ve okuyucuyu eleştirmenin diktatörlüğüne mahkûm eder. Her baskı rejimi gibi, eleştirmenin diktatörlüğü de bir isyana gebedir. Baskı dayanılmaz hale geldiğinde en iyi ihtimalle eleştiri, daha da ileri gidilirse sanat reddedilebilir. Halbuki her sanat eseri ve her eserin vesile olduğu her karşılaşma biriciktir. Sanat eserleri kendi ufuklarından değerlendirilmelidir. Eleştirmen, eseri koca koca genel kavramlarla açıklamaya çalışmak yerine biricikliğinde yakalamalıdır.
Sanat eseri bir orman gibidir. İrili ufaklı pek çok patikadan mürekkep olur ve bir o kadarını da potansiyel olarak bağrında saklar. Eleştirmen bu ormanı keşfe çıkan kişidir, yeri geldiğinde ona yeni patikalar ekler, onun gizil güçlerini gün ışığına çıkarır. Bu yolculuk ne romantiktir ne de turistik. Türlü tuzaklarla doludur, insan sık sık kaybolabilir. Eleştirmen, karşısına çıkan ipuçlarını takip eder, patikaları birbirine bağlar. Pes etmeden işi sonuna kadar götürür de bu ormanı başından sonuna kat edip açıklığa ulaşırsa, artık elinde bir harita, bir eleştiri metni vardır. Bu metin başkaları tarafından okunabilir, ormana dalmaya ürkenlere cesaret verebilir. Bir eleştiri metninin başat öneminin de bu olduğunu düşünüyorum. Elbette eleştirmenin haritası/metni eserin barındırdığı muhtemel patikaların ancak küçük bir kısmını içerir; ancak istendi mi bu yolculuğun mümkünatına dair bir örnek teşkil eder. Bu metni okuyan kendi yolculuğunu başlatabilir, kaybolduğu zaman da eleştirmenden güç alabileceğini bilir. Tabii eleştirmenin yolunu reddetmek ve kendi yolunu açmak ya da açılacak bir yol olmadığını iddia etmek her zaman imkân dahilindedir.
Sanatla yakından alakası olmayan bir insan eser denilen ormana dalmak için kendini yetersiz görür, esere yakından bakmaktan korkar. Eleştirmen ise birtakım teorik araçlarla donanmış öyle ya da böyle tedrisattan geçmiştir. Heybesindeki bilgilerin, önceki deneyimlerinden devşirmiş olduğu yeteneklerin büyük kısmı onu eserle karşılaştığında kaybolmaktan bir nebze korur. Ancak eleştirmenin yanında taşıdığı alet edevat, alışkanlıkları birdenbire tehlikeli önyargıları onu kolaylıkla tuzağa düşürebilir, çıkmaz yollara saptırabilir. Çoğu zaman insanın gökyüzündeki yıldızlara bakarken önündeki çukura düşmesi işten bile değil. Eleştirmen sanat eserine temas etmek istiyorsa eserden öğrenmeyi bilmeli. Sanatın ihtiyaç duyduğu tek bilgi, öğrenmeyi bilmektir. Kötü bir eleştirmen kaybolmak korkusuyla ormanda önüne çıkan ağaçları kesen gözü kara bir fatihe benzer. Zar zor seçilen narin patikaların üzerine asfalt döker ve ormanın ortasından bir transit yol açıp kalan üç beş ağacı seyirliğe dönüştürür. Okuyucuya kalan bir tur otobüsüne binmek ve “işte şu an solunuzda gördüğünüz sedir ağaçları…” diye bilmişçe anlatan eleştirmeni dinlemektir.
Eleştiri esere dair bir hakikati vaaz etmez, okuyucuya eleştirel bakışın zehrini zerk eder, onu ormanın derinliklerine çeker. Eleştirinin yaydığı bu cazibenin kaynağı eleştirmenin sanata duyduğu sevgide gizlidir. Eleştirmen sanata onu galebe çalmak, okuyucuya güç gösterisinde bulunmak ya da rüştünü tüm dünyaya ispat etmek uğruna yaklaşmıyorsa geriye sadece sevgi kalır.
コメント