top of page

Sarkis için 2005-2025∞

Yazarın fotoğrafı: Misal Adnan YıldızMisal Adnan Yıldız

Karşıtlıklar ikliminde tutunmaya çalışanlar için bir tür rehber görevi görerek araştırmaya dayalı yazı dosyası KÖK, görsel belleğimizi oluşturduğunu düşündüğümüz önemli isimleri odağına alıyor. Odağımızdaki yeni isim Sarkis olarak tanınan sanatçı Sarkis Zabunyan


Yazı: Misal Adnan Yıldız


Sarkis, Bir Kilometre Taşı, Aksanat sergisinden bir kare, Akbank Sanat izniyle


Georgi Banks-Davies ve Runyararo Mapfumo yönetmenliğinde İngiliz yapımı Kaos’un ilk sezonunu devirdiğim bir zihindeyim: Zeus, Hera ve Dionysus ile yatıp kalkıyorum. Bu, belki aramızdan evrenin hikmetlerine, kainatın işleyişine, nasıl var olduğumuz ve nerelerde anlam aradığımız ile ilgili sorulara en çok kafa yoranlardan ve buradan kendine has bir estetik, diskur, anlatı ve ölümsüz bir pratik çıkaran Sarkis üzerine yazmak için en güzel mekân.


Onunla vakit geçirmek, Yunan tanrılarıyla paylaşılan bir şölen gibi gelir bana.


Pilav ve baklava


Sarkis ilk kez karşılaştığımda henüz yolun çok başındaydım.


Aksanat’ta 2006 yılında düzenlediğim Kopyakatil sergisinin hazırlık sürecinde, mekânı çalışmak için sıkça ziyaret ettiğim sıralarda gösterimde olan Sarkis, Bir Kilometre Taşı sergisinin bütün binaya yayılmasından etkilenip bazı kararlarda onun izinden gitmeye çalışmıştım. O sıralarda heyecan içinde, kendi sergimin metnini okuması için onu sıkboğaz etmiştim. Hayatım boyunca unutamayacağım; bu yazıyı yazarken de gülerek anımsadığım, “bana sadece yazdığın şiirleri gönder” cevabını hatırlıyorum. Bu uyarının bana en olumlu etkisi, yazdığım küratöryal metinlerdeki bla-bla’ların azalması olmuştur.


Sarkis, eserlerini üretirken, okurken ve onları yaşatırken, en gerçek, en soyut ve en hakikinin içindeki aklı arar. Onunla mekâna bakarken, insan en çok onun izini sürdüğü bu tinsellikten, bunun metotlarından ve arayışından etkilenir.


Solda: Sarkis, Su İçinde Suluboya Atölyesi’nden bir kare, Staatliche Kunsthalle Baden-Baden, 7 Gece 7 Gün sergisi

Sağda: Sarkis, Hrant kitabı, 2018, 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı, İstanbul


Aksanat sergisinde, her on senede bir değişen kıyafet ve moda kültürünü gözlemleyerek neon kumaşlarda kendi desenlerinden ürettiği çocuk elbiseleri serisinin dev siyah beyaz fotoğraflarla birlikte asılı olduğu girişten sonra, sergi her katta sanatçının ürettiği içeriğe bağlı olarak, sinema, atölye ve tartışma okulu, müzik dinleme odası alanlarında izleyicilerle buluşuyordu. O sene (2005), Fransa’da iki gencin polisten kaçarken saklandıkları elektrik trafosunda ölmesinin ardından banliyö isyanları başlamış, birkaç hafta süren olaylar sonrasında ortalık sakinleşmiş ancak banliyölerde yaşanan sorunlar görünür olmuştu. Benim o elbiselere emek, çocuk işçi, hatta ülkemizin hukuk tarihinin en sert davalarından “baklava çalan çocuklar”ın hikâyesinden bağımsız bakamamamdan kaynaklı olarak, bir referansı hatırlatmak isterim: Aralık 1997’de, Diyarbakır’da gece yarısı bir işletmenin kapısını kırarak içeri giren 19 yaşındaki Metin Subaşı ile 14-17 yaşları arasındaki 3 çocuk, yaklaşık 20 kilo baklava ve antep fıstığı çalmıştı. Uğradıkları polis şiddeti, yirmi yedi yıllık ceza ve Rahşan Ecevit’in insiyatifiyle Rahşan Affı olarak kayda geçen süreci başlatmıştı.


İzleyici olarak Sarkis’in sanatına dikkatli baktıkça, her serginin bir doğuşu olduğuna; suluboyadaki üç rengin suda nasıl dağıldığına; biyografinin, seremoninin, ritüelin sanatın oluşumundaki rolüne şahit olmuştum.


Önceki çalışmalarını yenileriyle birlikte sergilerken aralarında kurdukları bağları incelemek hep çok öğreticiydi. Şimdi geçen yirmi yıla bakarken, Sarkis’in sergi denen formla ilişkilenirken pratiğimi nasıl derinden etkilediğini düşünüyorum.


Küratörlüğünü Defne (Ayas) ve Çağla (İlk) ile yaptığım 7 Tage, 7 Nächte (7 gün, 7 gece) isimli serginin (Staatliche Kunsthalle Baden-Baden, Kış sezonu 2023–2024) sürecinde, onunla yaşadığım özel bir anı hiç unutmayacağım. Neon renkteki çocuk elbiseleri neredeyse yirmi yıl sonra, bu kez bulundukları koleksiyonlardan ödünç alınarak bir araya gelmiş, benim de hayatıma yirmi yıl sonra geri dönmüşlerdi. Odada havada asılı çocuk elbiselerinin hemen altında, tıpkı bir elma şekerine benzeyen kırmızı dokusuyla bir sunak yatıyordu. Bir seferde camdan dökülen bu kocaman nesnenin gizemi ölçeğindeydi; eser, Roma’daki San Luigi dei Francesi Kilisesi’ndeki Caravaggio’nun resimleriyle çevrili sunağın tam boyundaydı. Bu resimlerde hayatı tasvir edilen Aziz Matthew, sunakta ayin yaparken vahşice öldürülüyordu. Sarkis için, toplumsal şiddet ve işleyişin devamı için kurban edilenler, sadece bu çalışmadan ibaret bir tema değil. Serginin hazırlık sürecinde, özellikle Rafah ve Gaza’da yaşanan çocuk ölümleri, bombalanan hastaneler ve Ukrayna’dan gelen tecavüz haberleri yani etrafımızı çevreleyen şiddet ve savaş senaryoları arasında, bu odayı kurarken, özellikle onun karar mekanizmalarını paylaştığımız yerleştirme esnasında, neon elbiseleri bu heykelin üstünde asılı bırakmak, önemli bir jestti. (Dikkatinizi çekerim; olay Almanya’da geçiyor.) O sessizlik anını hiç unutmuyorum.


Sarkis, 7 Gece 7 Gün sergisinden görünüm, Staatliche Kunsthalle Baden-Baden


Artık bir klasik olmuş, ismi Almancadan gelen, 1976 yılında Berlin’de doğan Kriegsschatz isimli eserinde çok net eleştirdiği üzere, neredeyse yarım yüzyıldır Avrupa’ya “savaş ganimetlerini” sorgulamayı öneren Sarkis, bu jestin nasıl okunacağını ve anlamını derinden hissediyordu. Decolonising the museum’u tartıştığımız bir düzlemde, “savaş ganimetlerine” bakmanın, aslında bu tartışmayı Sarkis’in bu tartışma daha kurumsallaşmadan işlerine taşıdığını bana gösteriyor. Benim için, bu minimalist heykelsi harekete, özellikle donmuş bir insan kanı gibi duran bu forma, bakışım netti. Odada başka bir eserden, bu birlikteliğin (sergiye yayılan ses işi ile birlikte) altının çizilmesinden yanaydım. Sarkis’in o odayı öyle bırakma kararını aldığı anı hiç unutmayacağım. Hrant Dink’in hem Baden Baden’deki sergide bir saat-kitap olarak hem İstanbul Modern’de karşıma çıkması tesadüf olamaz! 19 Ocak yine yaklaşırken, 2025’te belki hepimiz toplumsal vicdanımızı daha yakından dinler ve onunla Parajanov gibi ilişkileniriz. Tıpkı bir nar gibi, vicdanımız da en iyi, onun her tanesini binbir dikkatle inceleyen bir kültürel mirasın bilincinde olarak. Sınırlar ve savaşlar ötesinde, aramızdaki bağları unutmadan, köklerimizi ve bizi var eden eden toprağı, yeri ve Dünya’yı düşünerek… Kunsthalle sergisinin tam kalbinde kocaman bir heykel çalışması L’atelier d’aquarelle dans l’eau (Suda Suluboya Atölyesi, 2005–2006) vardı ve serginin ana mekânında her gün sulu boya çalışması tekrarlanıyordu. Suyun sürekli devirdaim aktığı odanın akışkan enerjisi diğer sergilerdeki hissinden çok farklıydı. Sabit değil, dönüşen ve değişen sergilere giderek daha fazla merak sardığım bir dönem, bu işle beraber yaşamak ve çalışmak kuşkusuz en anlamlı deneyimlerden biri idi. Üstelik tarihi kaynak ve Eski Roma’dan kalma hamamlarıyla, altımızda bir su trafiği ile yaşadığımız Baden Baden’de. Daha hazırlık sürecinde, bu eseri ödünç alırken, Sarkis’in davetiyle, FRAC Alsace koleksiyonunda olan ve yine kurum tarafından zaman zaman aktive edilen, Suluboya Stüdyosu’nun atölyesine katılmış; üç rengin suda dansına, kâğıt olmadan su üzerine yapılan resimlere, suyun ve rengin bize öğrettiklerine ve hayat deneyimlerimize yansımasına inanmış, bir anlamda şifalanmıştım. Atölyeyi onunla deneyimlemek farklı bir boyut… Suyun akışı, sanatçının bize en net önermesi: Çocukluk ve hayal alanına tekrar çekilmemiz; gökkuşağının her eserde yeniden belirmesi, ışığın ve gölgenin oyunu… Bunlar Sarkis’in kusursuz görsel alfabesinin, kavramsal indeksinin ve sanatsal tutarlılığının yansıması.


Sarkis, Jean de Bourbon à l’Abbaye de Cluny Şapeli, Cluny, 2023


Sarkis’in kompleks anlatıları en basit, en soyut ve en açık şekilde bütün izleyicilere açık tutması, onları herkesin deneyimleme şansı ve hakkı olduğuna inanması, onun farklı disiplinlerde çalışan ve çoğul medya dili kullanan bir sanatçı olması ile de ilgili. Bugünün sanat dilinin melezliğini, karmaşıklığını ve çok katmanlılığını iyi bilen bir usta. Eserlerinde görsel, işitsel, kokuya dair olan ya da tat almaya yönelik her unsura açık bir merakla çalışan biri Sarkis; duygusal anlatıları bir araya getirirken ise, kılı kırk yararak, önce kendini ikna eden, hikâyesine kendi inanan, kendi rolüne hakim; ama en önemlisi sanat eserinin kendi doğuşu, varlığı, ömrü ve zamanı olduğuna kuvvetli inancıyla onunla konuşan, yaşayan ve değişen bir sanatçı. Bunun ilk örneklerinden biri olan tarihi işini çok severim. Belki daha, Oda projesi, katılımcı pratikler ya da ilişkisel estetik tartışması ortada yokken, paylaşma politikalarını son derece önce bir kavramsallıkla ele alan Sarkis, Çukurcuma’da 19. yüzyıldan kalma bir kazan ile karşılaşır ve bu ona 1995 yılında gerçekleşen 4. Uluslararası İstanbul Bienali’nde ürettiği Pilav ve Tartışma Yeri isimli işi getirir. İş, içi nohutlu pilavla doldurulmuş bir kazan, üzerinde “Pilav ve Tartışma Mekânı” yazan neon bir avize ve kazan etrafında tartışmayı mümkün kılan dairesel bir oturma düzeninden oluşuyordu.


Paris’teki âtölyesine ikinci kez uğradığımda, ertesi günü Baden-Baden’e hareket edecek ve bir tren yolculuğu paylaşacaktık. Atölyedeki işlerden çoğu Staatliche Kunsthalle Baden-Baden’de gösterildiğinden nakliyat için alınan teslimat sonrası doğan boşluk, neredeyse otuz sene önce üretilmiş, kendi suretinde cam bir kozmonot büstünü ortaya çıkarmıştı. Üst üste konulmuş fotoğraf baskılarının üstüne konulan heykel elbette iki boyutlu anlatıyı kırarak görsel kompozisyona yeni katmanlar ekliyordu. Adeta yedi kat yere inen; kendi hayat tecrübesini ve yaşam serüvenini bütün incelikleriyle belgeleyen, zamanı tersine çeviren bir sihirbaz gibi, yine Sarkis beni nefessiz bırakmıştı. Tren seyahati boyunca serginin metinlerine bakmış, güncel sanat hafızamızı yoklamış, Fulya Erdemci, Melih Fereli, Hou Hanru gibi uzun süreli ortak arkadaşlarımızı anmıştık. Sarkis, o gün bana çok önemli bir şeyi tekrar hatırlattı. Deneyimlerimden, kararlarımdan ve tercihlerimin sonuçlarından kaçmamak tersine onları kendinin yapmak, onlara sahip olmak, onları geri almak, sahiplenmek; Türkçede yetersiz gibi duyulsa da; İngilizce’deki claim, reclaim fiillerinin bütün anlamlarıyla, onlar üzerinde hak talep etmek… Deliliklerimiz, aşırılıklarımız, sınır aşımlarımız, kaçışlarımız, kavgalarımız, var olana tepkilerimiz, değişmesini istediklerimiz, taleplerimiz, haklarımız, hayallerimiz ve gerçeklikle baş etme biçimlerimiz…


Sarkis’in Paris’te yer alan atölyesinden görünüm


Yeni bir yıla başlamak için belki daha iyi bir sanatçı portresi seçilemezdi. Sarkis, doğum, sanat eserinin doğuşu, varlık, varoluş, ışık, iz, renk, çocuk gibi pek çok temayla ilişkili olarak çalıştığı için; sadece yeni bir yıla değil; yeni bir çeyrek asıra girerken de, bugün bizi tehdit eden pek çok konuda, nasıl hareket edeceğimiz, nerede duracağımız, nasıl karar alacağımız için bize ilham olacak bir isim. Bununla ilgili olarak, sanatında, çok katmanlı pratiğinde, onu kişisel olarak dinlemeden, anlamadan, özellikle kimlik, bellek, kimlik politikaları, kültürel miras konularında, nasıl çok dikkatli olduğunu -ben de geçen iki senede aramızda gelişen yakınlıktan ve bazı durumlara gösterdiği tepkileri gözlemleyerek, anladım. Sarkis, elbette politik anlamda varlık gösteren ve sözü değerli bir sanatçı; sadece temsile dayalı, aidiyet duygusunun sorumluluk ile buluşmadığı, kimliğe kök ve nesil ile ilişkilenmemiş, geleneğe bir öğrenme alanı olarak görmeyen okumalardan imtina eden bir zekâ. Bu anlamda simge ve sembollerle ilişkisini incelediğimizde, kompleks konulara yaklaşırken, onlara sadece yüzeye çıkan anlamlar, gündelik dildeki karşılıkları ve siyasi ifade biçimleri olarak bakmıyor; izleyicisine kırmızı ile yeşilin birbirini "yakması" ya da altın renginin beyazla ilişkisi, ışık ve gölgenin birlikteliği gibi zihinsel deneyimler sunuyor.


Onun çalışmalarını yeniden sunarken onların yeniden doğuşunu (da) düşünmesinden etkilenerek, sizi, okuru daha önce yazdığım ve sadece dijitalde paylaşılmış bir başka yazıyla birleştirmek istiyorum.



 

Mucize


Güney Fransa’da, 11. yüzyıldan beri mucizevi bir dirençle hâlâ ayakta kalan ve Cluny Manastırı’nın içinde bulunan Jean-de-Bourbon Şapeli bütün mimari referanslarıyla benzersiz bir Gotik miras.


Bu küçük şapelde bulunmanın verdiği his beni şaşırtıyor; herhangi bir ilahi güç, dini anlatı ya da dinsel atmosferden çok, insani bir boyutta kalakalıyorum, insana dair hayal gücünün sınırlarını düşünüyorum ve insan olmanın getirdiği bu ontolojik enerji beni sarıveriyor.


Sarkis, Gökkuşağı Renkleriyle Yağmur (Çocukların Çağrısı) no.1, 2024, Ayna, suluboya, parmak izleri, Ø63 cm


Sarkis’in neredeyse 150 bin kez yedi farklı (gökkuşağı) renkte parmağını işaretlediği vitray pencerelerden içeri sızan ışık, mekânı öyle bir etkileyici bir şekilde dönüştürüyor ki, ister istemez, zamana, mekâna ve bu ikisi arasındaki ilişkiye odaklanıyorum. Bir sergi ya da sanat eserinden çok, yaşayan, tarihin bir parçası olan ve onu tekrar tanımlayan, çok kişisel ve bir o kadar da hepimize ait, evrensel, düşsel bir yerdeyim.


Sarkis 2023 şubat ayında geldiği manastırın kaderine terk edilmiş, yalnız bırakılmış, harap halini görünce, mekânın nasıl yeniden nefes alabileceğini düşünüyor ve kendine, her gün uyandıktan sonra öğlene kadar tekrarlayacağı bir ritüel tasarlıyor. Gökkuşağı renklerinde izini bastığı parmaklarına belki etrafında sevdiklerinin çocukları ve torunlarının parmak izleri de karışıyor. Bütün bu kurguyu, yağmur gökkuşağının renkleriyle şapelde yankılanıyor diye isimlendirmiş. Restorasyon kapsamında ziyarete açılan bu kalıcı eserler için gerçekleştirilen resepsiyonda Sarkis konuşurken, onu pür dikkat dinleyen yerel halk, profesyonel ekip, mimarlar, basın ve benim ziyaretçilerden oluşan kalabalığın dikkatini zamana, insan ömrüne, sanat eserinin tinselliğine çekerek, kişisel, samimi ve tatlı bir çerçevede süreci paylaşıyor. Daha sonra tekrar konuştuğumuzda “mucizenin insana ait, insanın eseri ve insana dair olduğunu” söylüyor; ve mekânların nasıl nefes aldığını, bizi yeniden tariflediğini ve tarihin bugünle ilişkisini konuşuyoruz.


Aklıma Paris’teki atölyesinde gördüğüm melek figürü geliyor. Sarkis’in eserleri, Joseph Beuys ve Marcel Broodthaers gibi çağdaşlarıyla diyalog halinde şekillenmiş bir ortak yaşam felsefesinin ve çalışma disiplininin bütün metodik sorularını hâlâ büyük bir güç, direnç ve tazelikle karşılıyor. Sanat eserlerinin event, prodüksiyon, kariyer, politik kimlik inşası ve kültür soylulaştırma projelerinden birine dönüşmek zorunda kaldığı bir zamanda, hâlâ tek derdinin (sergilendikten sonra da) “yaşayan” eserler üretmek olduğu büyük usta sayesinde, onunla her konuşmamdan sonra içim hep umutla doluyor.


Sanatın, insan olmanın naif ve çaresiz güzelliğini ve en önemlisi hayatın içindeki şiiri yeniden düşünüyorum. Kuşkusuz O’nun merakı, sanatı ve karakteri hepimize iyi gelen seküler bir şifacının simyası gibi, özel, kendinden kaynaklı ve cömert.


Detaylarını, referanslarını ve başka teorik ve olası okumalarını bilmeseniz de, fizikselliğiyle sizi içine çeken sihirler. İnsan eliyle ve kalbiyle üretilmiş. Hiçbir politik duruşa, kimlik çalışmasına, kurumsal çerçeveye ya da tarihsel okumaya sığmayacak akışkanlıkta.


 

Göbektaşı ve KAOS


Menderes’ten gelen ölümsüzlük suyunu şişeleyip satan Zeus, Elon Musk dünyasında Hermès estetiği ile, bulabileceğiniz en şık CEO-diktatör. Dizi boyunca yinelenen “bir çizgi belirir, düzen zayıflar aile devrilir ve kaos başlar” dizeleri, sadece benim, Sarkis’in ve sizin hikâyeniz değil; insan olmanın da hikâyesi.


Belki yazının en sonunda, en sevdiğim eserlerden biri geri gelir. 1987’de, 1. Uluslararası İstanbul Bienali’nde, Ayasofya Hamamı’nda Raks başlıklı yerleştirmesiyle, Ayasofya Hamamı’nda Mimar Sinan’ın mimari mirasını yeniden düşünerek, “göbek taşını” sahneleştirmişti. Belki bu anlamda hem kamusal hem de mahrem olarak ortak paylaşım alanlarımızı yeniden düşünürsek, paylaştığımız su, temizlik ritüeli, kişisel bakımıza gösterdiğimiz özen (ve bunun üzerinden yeniden anlamamız gereken) toplumsal sağlığımız ve elbette suyun bereketi… Hepinize, en kısa sürede, bir göbek taşı. (Ben kendime bu yazının tesliminden sonra söz verdim.) İyi seneler.


Parajanov, Sarkis ile, Sergi görünümü, Pera Müzesi, 2018


 

Yazar notu: Yazının içinde yeniden kullanılan Mucize yazısı ilk kez 29 Eylül 2023 tarihinde yayımlanmıştır.


コメント


コメント機能がオフになっています。

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page