15. İstanbul Bienali komşu etkinlikleri kapsamında izleyiciyle buluşan Aylaklar sergisi, hayatlarının bir döneminde yolu Paris’ten geçmiş beş sanatçıyı bir araya getiriyor.
İnci Furni
“Poe’ya göre Flâneur, her şeyden önce kendini içinde bulunduğu toplumda tedirgin hisseden biridir. Bundan ötürü kalabalığı arar; kalabalık içerisinde saklanmasının nedeni de, sözü edilen tedirginlik çıkış noktası alınarak aranabilir.” (Walter Benjamin, Pasajlar, S. 206)
Hayatlarının bir döneminde yolları Paris’ten geçen beş kadın sanatçının; Aslı Çavuşoğlu, Güneş Terkol, İnci Furni, İz Öztat ve Zişan ile Yasemin Özcan’ın eserlerini bir araya getiren Aylaklar sergisi 15. İstanbul Bienali’ne komşu etkinlikler kapsamında 3 Kasım’a kadar Fransız Kültür Merkezi’nde görülebilecek. Bu beş ismi bir araya getiren serginin küratörlüğünü ise Bige Örer yapıyor.
Sergiyle ilgili detaylara, sergiye yön veren “aylaklık” temasının nasıl ortaya çıktığına ve sergide izleyici bekleyen eserlere geçmeden önce belki de geçtiğimiz haftaya, serginin 13 Eylül’deki açılışına dönmek gerek. Bu sergiyi görmek için izleyicinin harcadığı çaba, sergi deneyiminin hiç de dışında değil. Oldukça haklı sebeplerden dolayı bir süredir Fransız Kültür Merkezi’ndeki etkinliklere gidebilmek için önceden kayıt yaptırmak gerektiğini biliyoruz. Oysa bir çoğumuz için İstiklal’de yürürken bir kahve, bazen bir öğle yemeği için Taksim’in betona bürünen görünümü arasında bir vaha gibi duran Fransız Kültür’ün bahçesine kolayca girmek çok da geçmişte kalmış bir anı değil. Beyoğlu, aylakların en sevdiği yerlerden biriydi eskiden. Yusuf Atılgan’ın aylak adamı da Taksim’de bir sinemadan çıkar karışırdı sokağa, Tezer Özlü’nün Çocukluğun Soğuk Geceleri’nin flâneuse karakterli protagonisti de biraz büyüyüp ablasıyla birlikte dışarıya adım atabildiğinde edebiyat dünyasının abileriyle birlikte Asmalımescit’te bir şeyler içebilirdi. Bugünse aylakların yürüyüş yolu, dev bir inşaat alanına dönüşmüş durumda. Hele de kadın bir aylaksanız, karşılaştığınız kitle, o kitlenin bakışları sizin pek de buraya ait olmadığınızı söyler. Sizin, olması gerektiği gibi, evinizde oturmanızı, aylaklığı ise erkeklere bırakmanız gerektiğini söyler. Serginin küratörlüğünü üstlenen Bige Örer, “sergi izleyicileri de aylaklığa davet ediyor” derken, artık aylaklık yapmak için bazı güvenlik önlemlerini aşmamız, bazı güvenlik önlemlerini kendimiz için sağlamamız gerektiğini de bilerek yapıyor bu çağrıyı şüphesiz.
Bir aylağın rotası düz ve belirli değildir. Bir amaca yönelik değildir aylağın kenti adımlaması. Ulaşılması gereken bir hedef olmadığı gibi, yolun, dolayısıyla kentin ne getireceği de belirsizdir. Aylaklığı, toplumsal cinsiyetten bağımsız düşünmek de mümkün değildir. Bir erkekle bir kadının, bir kadınla bir eşcinselin ya da transın şehirdeki yürüyüş yolunda gördükleri arasında dağlar kadar fark olacaktır.
Yasemin Özcan
Aylaklar sergisi ilhamını 19. yüzyıl modernizminin flâneur/ flâneuse kavramlarından alsa da bugünle güçlü bir bağ kuruyor. Fransız Kültür’ün bahçesi ve iç mekânı sergiye sadece ev sahipliği yapmakla kalmıyor, sanatçıların üretim sürecinin ve neticede ortaya çıkan eserlerin bir yardımcı karakterine, hatta özellikle İnci Furni’nin eserlerine bakıldığında öznesine dönüşüyor. İnci Furni, Aylaklar için sergi mekânına özel olarak bir kuş yuvası tasarlamış. Kendi ile Aynı isimli, Fransız Kültür Merkezi binasının küçük ölçekli hâli olarak yapılan taş kuş evi, merkezin avlusuna bakan binalardan birine yerleştirilmiş. Furni, aynı zamanda bu kuş yuvasını örnek alarak yaptığı suluboya çizimlerini ise merkezin en alt katına yerleştirmiş. Furni, henüz küçük bir çocukken dedesiyle birlikte kuş yuvaları yaptıklarını ve bu eserin geçmişindeki bu anıyla da bağ kurduğunu belirtiyor. Furni, kuş yuvası ve onun suluboya çizimleriyle, bienalin açtığı tartışma alanlarından ev, evsizlik, yersiz-yurtsuz olma ve göç kavramları etrafında bir düşünme alanı açıyor izleyiciye.
Aslı Çavuşoğlu ise farklı dönemlerden iki işiyle sergide yer alıyor: Muthoscapes ve Teslim6. Aslı Çavuşoğlu’nun 2016 tarihli, 10 yağlıboyadan oluşan Muthoscapes serisi, sanatçının daha önceki işlerinde de karşımıza çıkan tekrar, kopya ve yeniden üretme pratiklerinin bir devamı niteliğinde. Çavuşoğlu, Zürih’in pazarlarından, antika dükkanlarından topladığı Alpler manzaralı tablolara müdahaleler yaparak resimlerin ilk hâllerinin izinden gidiyor. Tablolar üzerinden bir gezinti de diyebiliriz bu müdahaleye. Aylağın yürüyüşü kentin sokaklarından çıkıp yağlıboya resimlerde gezinen fırça darbelerinin peşine düşüyor. Çavuşoğlu’nun diğer işi Teslim6 ise aylağın edebiyatla kurduğu ilişkiye bir gönderme. Sanatçının kendi kütüphanesinden seçtiği 70 kitap üzerine bir gölge yazar tarafından yazılan ve Fransız Kültür Merkezi’nin kütüphanesine yerleştirilen bu tez, “mutlu tesadüfler” hakkında.
Aslı Çavuşoğlu
Güneş Terkol’un göçmen kadınlarla düzenlediği atölyeler neticesinde ortaya çıkan kumaş üzerine çeşitli malzemelerden oluşan Güzel Günler adlı işi, Fransız Kültür Merkezi’nin bahçesinde karşılıyor izleyiciyi. Göç etmek zorunda kalan kadınların, yolculukları sırasında yaşadıkları travmaları atlatmalarının en iyi yolunu birbirleriyle dost olmaları olarak gören Terkol, kadınların kamusal alanda var olmaları için dayanışmaları gerektiğine dikkat çekiyor.
Güneş Terkol
İz Öztat’ın hem tarihsel bir kişilik hem de alter egosu olarak tanımladığı Zişan ile zamanı aşan bir ortaklıkla ortaya çıkardıkları Tö isimli yerleştirme, merkezin içinde ve çatısında olmak üzere iki farklı yerde konumlanmış. Zişan’ın 1930’lar Paris’inde faşist rejime karşı kurulan Acéphale (başsız) adlı gizli cemiyetle bağları üzerinden yola çıkarak parşömen ve deri üzerine el yazıları, hem geçmişte hem bugün baskıcı rejimlere karşı bireyin kendi mitlerini kurarak ayakta kalma deneyimine dikkat çekiyor.
İz Öztat & Zişan
Sergiye genel olarak baktığımızda neredeyse bütün işlerin edebiyatla güçlü bağlarının olduğunu görüyoruz. Bu bağların en derin hissedildiği iş ise Yasemin Özcan’ın sergiye özel olarak kaleme aldığı beş öyküden oluşan Limonata Gibi Hava adlı kitabı. Bu kitapta Özcan, flâneuse olmanın imkânlarını sorgularken, evde kalmaya pek de niyeti olmayan kız çocuklarının ve kadınların aylaklık deneyimlerine odaklanıyor. Tünel, 1986 adlı öykünün “‘Sen bizimle sokağa çıkamazsın,’ demişti Ali” cümlesiyle açılan kitap, İstiklal Caddesi, 2005, Taksim, 2013 ve Paris, 2012 öyküleriyle devam ederek Gümüşlük’te son buluyor. Erkeklerin tekelindeki aylaklığın imkânlarını zorlamış her kadın için başucu kitabı olacak öyküler bunlar. Sergi süresince tekrar gerçekleşecek performansıylaysa daha “gerçek” bir noktaya taşıyor öykülerini Özcan. Sergi, hem kalabalığı arayan hem ondan gizlenen aylakları kendini tesadüflere bırakmak için Fransız Kültür Merkezi’ne davet ediyor.
Comments