top of page

Şehrini ödünç vermek



Fotoğrafçıların seyahat etmeden birbirlerinin şehirlerinde, birbirlerinin yerine ve birbirleri için üretim yaptığı, Refik Akyüz & Serdar Darendeliler [GAPO] ile Lütfü İrdem ve Sinan Kılıç [No 238] iş birliğinde Kültür için Alan desteğiyle hayata geçen Değiş Tokuş projesinin çıktıları çevrimiçi olarak sergileniyor. 12 sanatçının çalışmalarını bir araya getiren projeyi tarif ettiği dayanışma mekanizması ve sunduğu işler üzerinden ele aldık


Yazı: Eda Yiğit



Aslıhan Güçlü & Mehmet Ali Kılıç, Klişe Kent Anlatıları serisinden [Proje Ekibi: Aslıhan Güçlü (İzmir) & Mehmet Ali Kılıç (Şanlıurfa)]



Değiş Tokuş¹, Refik Akyüz & Serdar Darendeliler [GAPO], Lütfü İrdem ve Sinan Kılıç [No 238] iş birliğinde Kültür için Alan desteğiyle 2021 yılında yaratıcı bir model uygulanarak gerçekleşen projelerden biri olarak anılmayı hak ediyor. Projede İzmir, Diyarbakır, Mardin ve Urfa’dan 12 sanatçı, eşleştikleri sanatçılar için yaşadıkları şehirlerde fotoğraf üretmenin yanında, editörü oldukları, kendileri için üretilen fotoğraf projelerini hayata geçiriyor, pandemiden kaynaklanan seyahat engeli gibi kısıtlayıcı koşulları yeni üretim fikirleriyle aşmaya çalışıyorlar. Sanatçılar bizzat çekemeyecekleri fotoğrafları, coğrafyalar arası hareket edemeyişlerine aldırmadan birbirlerinin ellerine ve gözlerine emanet ediyorlar. Üretilenin birlikte sahiplenildiği bir üretim biçimi olarak bu nöbetleşe pratiğin diyaloğa teşvik eden ve güçlendirici bir yapısı var. Eşleşen sanatçıların temas noktaları ve birlikte düşünme pratikleri açıkça seziliyor. Bunun gerçekleşebilmesinde, süreç içinde eşleşmelerin sanatçıların inisiyatifine bırakılmasının etkisi olduğu söylenebilir. Bunun yanında, sanatçıların değiş tokuş ettikleri içerikleri izlerken, aynı zamanda projenin bir parçası olarak izleyicilerin de değiş tokuş edebilecekleri bir alan açmak nasıl olurdu acaba? Sanatçılar arasındaki ikili etkileşimi yatayda yaygınlaştırarak çoğaltmak… Bu arada projenin izleyiciyle web sitesi² aracılığıyla buluştuğunu belirteyim.


Pandemi döneminde mecburiyetlerle şekillenen dijital içerik üretiminin ışık hızıyla artışı ve dijital araçların kullanımına dair çekingenliğin azalması şikâyet edilemeyecek denli zengin bir arşiv oluşturmaya yaradı. Sanat alanında üretilen projelerin bu arşivin içerisinde yer bulduğunu ve tarih yazımına da katkısı bulunduğunu unutmamak gerekiyor. Değiş Tokuş projesi de genç sanatçıların fotoğraf pratikleri aracılığıyla karantina altındaki kentlerin tarihsel referanslarıyla güncel atmosferini yansıtan içeriğiyle arşivsel bir katkı olarak değerlendirilebilir. Üstelik proje bunu merkez ile çeper arasındaki ilişkiyi yeniden formüle ederek gerçekleştiriyor. İzmir ile Diyarbakır, Mardin ve Urfa arasına birer yumak fırlatarak katılımcıların bu yumağı birlikte çözmesini bekleyerek yapıyor. Bu çabayı merkez-çeper eşitsizliğini gidermeye dönük bir çaba olarak düşünmek mümkün.


Prekaryanın Görünmeyen Özneleri Pandemi Döneminde Sanatçılar araştırmasından


Kişisel olarak projeyle ilk temasım, Prekaryanın Görünmeyen Özneleri Pandemi Döneminde Sanatçılar adını taşıyan araştırmamın sunumu sayesinde oldu. Sınır ve coğrafya tanımayan, giderek daha çok sınıfı kaplayan güvencesizlik son dönemde dertleşme ve tartışmanın en temel ve işlevli konusuna dönüştü. Bu tartışma etrafında buluşarak hem iletişim kurma şansı oldu hem de bir metinle araştırmanın mutfağındaki tespitleri paylaşma imkânı doğdu. Bu tür projelerde sanatçıların güncel tartışmalara yaklaşmalarını sağlamak ve kavramsal açıklıkları aralamak besleyici bir ortam yaratıyor.


Projeye, içerikleriyle katkı sunan konuşmacılar arasında Dijital Platformlar Üzerinden Armağan Ekonomisi başlığı altında Meltem Şendağ “değiş tokuş” kavramını antropolojik literatürdeki verme, alma, mübadele etme döngüsü, karşılıklılık ve armağanın ruhu gibi açılımlar üzerinden tartışıyor. Teknolojinin armağanın ruhunu nasıl canlandırdığını ve merkeziyetsiz finans yapılarını örnekler üzerinden düşündürüyor. Aslı Iğsız ise başvurulabilecek iyi bir bibliyografyayla "değiş tokuş"u demografik mühendislikten kültür kavram ve politikalarına, nüfus mübadelesini irdeliyor. 1923 Türk-Yunan nüfus mübadelesine odaklanarak hazırladığı içerikte, makbul işlerde çalışmayanları sosyal bir yük olarak tanımlayan “sosyal bagaj” kavramından söz ediyor. Sosyal sınırlardan ve farklı açılarıyla kavram değiş tokuşundan bahsediyor. Elif Demirkaya, meta mübadelesini değil toplumsal bağ kurmayı esas alan armağanın dolaşımını, Gabriel Tarde’ın “tohum-sermaye” kavramını, paylaşım kültürüne dair sosyolojik bir bakışla sanat yapıtları üzerinde örneklerle açıklıyor. İpek Çınar ise üretim, dayanışma ve öğrenme alanı olarak kolektifleri ele alma biçimini bağımsızlık, sürdürülebilirlik, organizasyon/iş bölümü başlıklarıyla sanat alanının sahasından deneyim aktarımına dönüşen bir kurguyla konuşmacılar arasında yer alıyor. Konuşmaların henüz bir kolektif içinde var olmamış sanatçılar için eylemliliğe yönlendiren ve ilham veren bir nitelik taşıdığı tahmin edilebilir.

Bir kavram etrafında çok farklı bağlamlarda oluşan bu tür tartışmalar daha sınırsız ve açık bir düşünsel alanın oluşmasını sağlıyor. Değiş Tokuş etrafından gerçekleşen, farklı disiplinlerden gelen konuşmacıların konu etrafında yaptıkları gezinti, proje üretecekler için izlenebilecek patikalar oluşturuyor. Bunun yanında sanatsal üretim amacı taşıyan bir proje fikrinin bir araştırma sürecine nasıl dönüştürüleceğine dair faydalı bir içerik sunulmuş oluyor. Genel olarak konuşma içerikleri özgün ve sadece proje kapsamında üretim yapanları değil konuyla ilgili farklı hedef grupların ilgisini çekebilecek niteliğe sahip. Sanatçıların davet yerine açık çağrı ile belirlenmesi sayesinde projeye dahil olan sanatçıların çoğunluğunun adını bu proje sayesinde ilk kez duyuyor olmanın da projenin olumlu yanlarından biri olduğu söylenebilir. Bu sayede proje, yeni öznelerle karşılaşmayı da örgütlüyor.

Tüm bu çerçeveden beslenecek sanatçıların üretimlerine daha yakından bakmaya başlamadan önce proje fikrinin, seyahat edemediği için bir coğrafyayı ya da mekânı doğrudan deneyimleyememenin olumsuzluklarını aştığını söylemek mümkün. Başka bir coğrafyanın varoluşuna, hakikatine, duygusal iklimine tanık olmak için doğrudan öznel bir deneyim mecburi midir? Proje aracılığıyla, o yeri görmeden “hikâye” anlatmak, anlatı kurmanın doğasına dair bize ne söyler? Proje örnekleri arasında görülen, daha önce tanışılmayan bir coğrafyada izleyiciye elçilik eden bir sanatçı ile fikir sahibi, fotoğrafı çeken, fotoğraf seçkisini yapan, tasarımı yapan arasında diyalogun yarattığı yakınlıkla projeleri sahiplik değil ortaklık üzerinden düşünmek nasıl bir katkı sunar? Benzeri soruları çoğaltmak mümkün. Emin Berk tarafından gerçekleştirilen Homebody³ fotoğraf projesinde olduğu gibi fotoğrafçının fotoğrafın bizzat icracısı olmaktan çıkıp, çekim sürecinin kolektifleştiği pratiklere verilen referanslar, içinde bulunduğumuz zamanın kendine özgü niteliklerini algılamayı kolaylaştırıyor.

Nilay Uluğ & Şevda Tuğrul, Sevgili Nilay, Sevgili Şevda, [Proje Ekibi: Nilay Uluğ (İzmir) & Şevda Tuğrul (Diyarbakır)]


Değiş Tokuş kapsamında üretilen projelere göz atalım. Sevgili Nilay, Sevgili Şevda isimli proje, İzmir’den Nilay Uluğ ve Diyarbakır’dan Şevda Tuğrul tarafından gerçekleştiriliyor. İki sanatçı, kendi öznel dünyaları etrafında ördükleri, yaşadıkları ve çocukluklarını geçirdikleri şehirlerini birbirlerine mektuplaşarak anlatıyorlar.

Sayfaların tasarlanma biçimi fiziksel değil fikirsel bir mektuplaşma olduğunu düşündürüyor. Mektupların posta yolculuğundan gerçekten geçmiş olduğunu gösterecek işaretler olsaydı “daha etkili bir dil kurulur muydu?” diye aklımdan geçiriyorum. Mektupların temaları şehir, o şehirde geçen çocukluk mekânlarını arayış ve buluş, karantinada balkonlar, gündelik rutinler, kapının dışındaki mahalle, bağ kurulmuş nesneler ve son olarak sanatçıların kendi imgeleri etrafında oluşuyor. Zihinsel bir yürüyüşle birbirine eşlik eden iki sanatçının birlikte tuttukları bir günlüğe dönüşen üretimlerine bakarken bazı soruları sormadan edemiyorum. Sokaklarda salgının boşluğunu değil yerleşik olanın boşluğunu kastederek, Diyarbakır’ın sokakları şimdi neden boş ve kayıp?


Bu eşleşme bana başka bir araştırmayı anımsatıyor.⁴ Sonuç olarak içinde yaşanılan coğrafyalar kendilik inşasında bizi şekillendiren kaplara dönüşürken boşluklar ve sessizlikler epeyce anlam taşıyor. Bu iki sanatçının sınıfsal ve politik kimliklerine dair ipuçlarını yakalamak, bunu yapmak isteyen izleyiciye düşüyor ve bazı coğrafyalarda doğmanın varoluşsal karşılıkları her zaman daha ağır…


Duvarların Belleği projesi, İzmir’den katılan Ayşegül Kaycı’nın işi. Proje ekibinde Ayşegül Kaycı ve İmran Atasal bulunuyor. Anlıyoruz ki proje fikrini gerçekleştirmek üzere proje ortağına gözler emanet ediliyor. Saklamaya değer görülen anı nesneler, zamanın ruhuna rağmen ayakta durmaya çalışan ailenin kolektif parçacıklarının harikalar kutusu gibi. Balkabakları, resimler, fotoğraflar, silahlar, vesikalık kolajlar, soy ağacı gibi yerleştirilmiş portreler, dini figürler, müzik enstrümanları, dikiş makinesi, paslı makaslar… Duvarlar ailelerin temsillerine dönüşüyor. Güncel dertlerine, mahrem saydıklarına, kayıplarına ve sevgilerine dair bir anlatı duymadan tam olarak kavranamayan bu duvarlar, çok sayıda detayı yüzeyinde saklıyor. Görselliği kuvvetli bir iş ve duvarların coğrafyada yerleştikleri alanlara dair kent ve kır, merkez ve çeper gibi ayrımları düşünmeye itiyor. Gelenekselden moderne, köyden merkeze, yüksek tavandan alçak tavana, doluluktan boşluğa, sembolikten işlevsele, kolajlardan tekil imgelere, mimari formların yumuşak kıvrımlarından keskin karelere, duvarlar arasında farklılıkların ipuçlarını yakalama arzusu yaratıyor. Bir aile belleğinin duvarlardaki soyutlamalarına bakmak katmanlı bir veri üretiyor. Sanatçı acaba girdiği evlerde, bu müzeciklerin ailede kimlerin dokunuşuyla kurulduğunu öğrendi mi?


Ayşegül Kaycı, Duvarların Belleği serisinden, [Proje Ekibi: Ayşegül Kaycı (İzmir) & İmran Atasal (Mardin)]


Nefes Alanları projesi, Mardin’den katılan İmran Atasal’ın işi. Proje ekibinde İmran Atasal ve Ayşegül Kaycı bulunuyor. Projede kadraj, pandemide kaçış noktası olan yeşil açıklıklara, parklara, bahçelere çevriliyor. Kendini evden dışarı atmış, yalnız ve küçük gruplar halinde nefes almaya çalışan, sakin ve genellikle bize sırtı dönük insanlar görüyoruz. Bu fotoğraflar pandemide evde kalma mecburiyetinden sonra kamusal alanla ve doğayla ilişkimize dair başka türlü bir kavrayış ve dönüşüm yaşandığı duygusu veriyor. İçinden geçilen değil, gerçekten kullanılan doğa parçacıkları ve boşluklar var. Bir kriz sahnesi içinde nefes al-nefes ver telkinini duyuyor gibiyiz. Birbirlerine bakışlarını devreden bu iki sanatçının projesi öznelliklerine dair daha az bilgi taşıyor; bununla beraber izleyicinin kendi öznel bakışını inşa etmesine olanak tanıyor ve yöntemi verimli bir şekilde kullandıkları göze çarpıyor.


İmran Atasal, Nefes Alanları serisinden [Proje Ekibi: İmran Atasal (Mardin) & Ayşegül Kaycı (İzmir)]


Bir Cehenneme Bakmak projesi, Diyarbakır’dan katılan Fatma Çelik’in işi. Proje ekibinde Fatma Çelik ve İzmir’de katılan Merve Güçlütürk bulunuyor. Üretilen fotoğraflar Gaziemir Emrez Mahallesi’ndeki bir radyoaktif atık çöplüğüyle ilgili. Yayımlanan çeşitli haberlere yeni manşetler atmayı deniyorlar. Yerel bir sorun olmaktan çıkan, İzmir’in Çernobil’i olarak anılan çöplüğü konu alan proje, çoğu kişinin bilmediği ya da daha önce haberdar olmadığı, toplum sağlığı açısından risk oluşturan bir kentsel problemi konu edinmesi bakımından değerli. Gazete haberi şablonu çerçevesinde konu özelinde gazete kupürlerinin oluşturulması ve üretilen yeni fotoğrafların kullanıldığını görüyorum ve gerekçesini sorguluyorum. Haberlerin orijinalleri ile projede üretilen haberleri kıyaslamak sanatçı müdahalesinin yeterliliğini ya da dönüştürücü etkisini sorgulamaya neden oluyor.


Fatma Çelik, Bir Cehenneme Bakmak serisinden [Proje Ekibi: Fatma Çelik (Diyarbakır) & Merve Güçlütürk (İzmir)]


Yeryüzü Cenneti projesi ise, Merve Güçlütürk’ün işi. Proje ekibinde Merve Güçlütürk ve Fatma Çelik bulunuyor. Yersiz yurtsuzlaşmanın yuvasına dönüşmüş Diyarbakır’ın Hevsel’inde cennetin ruhunu yakalamaya çalışan bir proje. Omzunda koca balkabağını taşıyan bir kadın var. Gerisi Hevsel’in derinlikleri, yeşillikleri, baharı ve doğanın fısıltılarını duyumsatacak uzun ince kadrajlardan oluşuyor. Bizi ilk fotoğrafta karşılayan kadın kim? Cennette olduğunun farkında mı yoksa omzundaki yükün derdinde ve baktığı fotoğrafçının kim olduğunu mu merak ediyor? Cennet kimin cenneti, cennetin içinde olmak ve ona uzaktan, belli bir mesafeden bakmak ilişkimizi nasıl değiştirir gibi sorular uçuşuveriyor aklımda. Sanatçı, belgelemeci bir tavırdan ziyade masalsı bir dil kullandığını ifade ediyor. İlahi Komedya’dan epik şiirlerin iliştirildiği fotoğraflar, kendini hikâyesinin kahramanı kılan Dante’nin aksine, sanatçının ya da fotoğraftaki kadın öznenin hikâyesinin anlatıldığı bir dile dönüşmüyor. Cennet ve cehennem bizi ikiliğin ortasında bırakıyor. Bazı coğrafyaları kimileri için cennet, kimileri için cehennem yapan nedenler var. Aynı yer ama iki keskin kenar. Savaşın gölgesinde bir cennet ya da fabrikanın eteğinde bir cehennem… Hevsel’in fotoğrafları şimdide güneşsiz, pırıltısız, sürgün bir sahipsizlik duygusuyla sarılmışken ancak geçmişte, tanıklık edenler için bir yeryüzü cenneti olduğunu düşündürüyor.


Merve Güçlütürk, Yeryüzü Cenneti serisinden [Proje Ekibi: Merve Güçlütürk (İzmir) & Fatma Çelik (Diyarbakır)]


Liminal Alan, İzmir’den Aynur Tıkıroğlu ve Mardin’den Hicret Ayazın projesi. Kentsel yerleşim örüntüleri ile iç içe geçmiş liminal alanları konu alan ve aynı sayfayı paylaşan işlerden oluşuyor. Resim kökenli iki sanatçıdan biri kesip biçerek diğeri boyama yaparak fotoğraflara müdahale ediyor. Fotoğraf, resim ve kolajdan oluşan iki farklı işin imgeleri, web sayfası tasarımı içerisinde iki şerit halinde ters yönde akıyor. Mardin ile özdeşleşmiş “abbara”lara⁶ odaklanan Aynur Tıkıroğlu, işleri bilişsel haritalara dönüştürüyor. Hicret Ayaz ise Basmane Tren Garı’na odaklanıyor. Belirsiz bir geleceği bekleyiş, neyi beklediğini bilemeyiş halini bir garda "yol(culuk)" metaforuyla bir araya getiriyor. Yapılamayan yolculuklar, çıkılamayan yollar ya da mecburi yolculukların tedirgin mekânını soyutlamalarıyla anlatıyor. İki sanatçı eşikleri, gir-çık, geç-dur yapılan eşikleri, kentin pencerelerinden bakarak inceliyor.

Solda: Aynur Tıkıroğlu, Liminal Alan serisinden [Proje Ekibi: Aynur Tıkıroğlu (İzmir) & Hicret Ayaz İpek (Mardin)]

Sağda: Hicret Ayaz İpek, Liminal Alan serisinden [Proje Ekibi: Hicret Ayaz İpek (Mardin) & Aynur Tıkıroğlu (İzmir)]


Dünyadaki Köşemizde Birikenler projesi, Diyarbakır’dan Aylin Kızıl’ın işi. Proje ekibinde Aylin Kızıl ve İzmir’den Eyhan Çelik yer alıyor. Metinde "ev" kavramına, evin kimlikle ilişkisine dair açılımlar var. Fotoğraflara baktıktan sonra metin ile fotoğraflar arasında bir mesafe oluşuyor. Sanatçının kendine dair ev ekseninde deneyimi, çocukluğu ya da dünya bilgisi var. Fotoğraftaki kadınların da öyle ama bu bilgiye erişmek zor. Mesafeyi oluşturan da bu. Eyhan Çelik’in eve dair sorusuna İzmir’e göç eden Kürt kadınların vereceği öznel cevaplar vardır fakat bu cevaplar kadınların ev içinde kendilerini konumlandırdıkları yerin bilgisi dışında görünmez hale gelmiş. Kadınların içselleştirdikleri evlerin, projede seçilen estetik dilin ve seçimin gölgesinde kaldığı düşünülebilir. Sis bombası çağrışımsal olarak maçlarda, düğünlerde, eylemlerde ya da kutlamalarda kullanılması nedeniyle çoğunlukla neşeyle ilintili bir duyguyu çağrıştırıyor. Bunu bertaraf edebilmek için kadınların yüz ifadelerindeki şok etkisine ya da dramatik havaya bakmam gerekiyor. Bu gözle yeniden baktığımda renkler ateşe, toz şeklinde püsküren kana, alacakaranlığa ve bir güneş metaforuna dönüşüyor. Tarihlerinin bir parçası olan sürgünü yaşamış ya da yaşamakta olan kadınların ev algılarına yabancılaşmadan yakınlaşabilmek gerekiyor. Fotoğraflara eşlik eden kısa videoda ise mahallenin sesini duymak evlerin dışının, içeriye nasıl sızdığı hakkında fikir veriyor.


Aylin Kızıl, Dünyadaki Köşemizde Birikenler serisinden [Proje Ekibi: Aylin Kızıl (Diyarbakır) & Eyhan Çelik (İzmir)]


Kozmos projesi, Eyhan Çelik’in işi. Proje ekibinde Eyhan Çelik ve Aylin Kızıl bulunuyor. Önce bir dağ peyzajına baktığımı sandığım koyun postlarını görüyorum. Issız bir tarlanın ortasında ya da bir ağacı çevreleyen çember taş yığınları neyi koruyor? Sanatçı, çocukluk evine dair bir kayıp duygusu taşıyor. Yeryüzünü ev hissetmek senin elinde midir? Videoda ise bir Koçer kadın Kürtçe, anadilinde “nereye gidersen git evin sendedir, seninledir” diyor. İnsan evini nasıl yanında taşır? Toprağından edilenin coğrafyasına bakınca nasıl taşıdığını anlamak kolaylaşır. Hafızalardaki eski evlerinin ortasına, sürgünde yeni evlerini inşa ederler. Videodaki şiirsel ses dingin bir şekilde kıyafetlerin ve yastığın ev duygusu taşıdığını aktarır. Ateş yanacak ama evimizi yakamayacaktır. Sadece zamana çare yoktur, ömür bitince zamanın da bittiğini söyler.


Eyhan Çelik, Kozmos serisinden [Proje Ekibi: Eyhan Çelik (İzmir) & Aylin Kızıl (Diyarbakır)]


Klişe Kent Anlatıları projesi, Aslıhan Güçlü ve Mehmet Ali Kılıç tarafından üretilen bir iş.

Projede sanatçılar, klişeyi anlatırken klişeye düşmek gibi bir riski göze almışlar. Metinde, turistik ve simgesel mekânlarda klişe içeren estetik anlayışın hem yinelendiği ve hem de klişeye eleştirel yaklaşıldığı belirtiliyor. Pandeminin etkisiyle kamusal alandaki insanların azlığı dikkat çekiyor. Bu sakinlik içinde klişelere bakmak, olası bir turistik şehir ziyaretinde tanık olunan turistik davranışlardan, tekerlemelerden ve şovlardan yalıtılmış, daha sade bir gezinti sunuyor. Kentler kafilelerini beklerken turistik çerçevelerin içinin boşluğu da göze çarpıyor. Bu proje Emin Özmen’in Dead Season⁷ isimli fotoğraf serisini anımsatıyor. Özmen, henüz salgın yaşam kültürümüz içine dahil değilken turistik yerlerin ölü sezonlarına, makro ölçekte yaşanan siyasi gelişmelerin turizm odağındaki etkileri çerçevesinde ziyaretçi sayılarının düşüşüyle birlikte yerelde uyum süreçlerini inceliyor.

Aslıhan Güçlü & Mehmet Ali Kılıç, Klişe Kent Anlatıları serisinden [Proje Ekibi: Aslıhan Güçlü (İzmir) & Mehmet Ali Kılıç (Şanlıurfa)]


Proje kapsamında gerçekleştirilen işlerin geneline baktığımda, proje sahibi sanatçılar ile proje ekibinde beraber çalıştıkları diğer sanatçılar arasında kolektif üretim ilişkisinin değişkenlik gösterdiği anlaşılıyor. Bundan kaynaklı olarak işlerin künyelerinde fotoğrafların uygulamasını gerçekleştiren sanatçının yaratıcı fikre katkısını ölçmek ya da anlamak zorlaşıyor.


Projede işlerin steril ve olağan görünüşlerini kırmak için tasarım ve içerik arasında daha kuvvetli bir ilişkinin kurulmasının daha etkili olabileceği bilgisini bir kenarda tutuyorum. Sonuç olarak Değiş Tokuş projesi, kolektif üretime dair teşvik edici bir deneyim olarak değerlendirilebilir. Bu türden çoklu yöntemlere her zaman ihtiyaç var. Bunun yanında bu çalışma, yetkinlikleri çerçevesinde sanat alanında düşünen farklı tarafların birlikteliğini örgütlemesi (ki bu tür projeler bireysel projelere nazaran taraflar arasında güçlü bir diyalog kurulması için ekstra emek ve çaba istiyor) ve kolektif üretim dinamiklerinin varlığını çeşitlendiren bir katkı sunması itibariyle bu tür örneklerin çoğalması arzusunu doğuruyor. Araştırma süreçlerini tartışılabilir hale getirmek, işlerin niteliğini artıran, vaat ile sonuç arasındaki mesafeyi kısaltan bir etkiyi mümkün kılabilir. Bu tür dijital mecra içeriği sınırlı bir süre için erişilebilir olsa da üretilen malzemenin uzun vadede arşivsel ve kalıcı olması yönünde adımlar atılması, ortak bir dijital arşiv çatısı altında biriktirilmesi ne kadar iyi olurdu. Bu tür alanları tasarlamak, üretimler arttıkça daha elzem hale geliyor.


Son olarak projenin web sitesinin İngilizce ve Kürtçe versiyonlarının da yakında yayına gireceği bilgisinin verildiğini ilgilenenlere ileteyim. Proje şehirleri başta olmak üzere Türkiye’nin farklı şehirlerindeki inisiyatif, kolektif ve sanat oluşumlarına gönderilen kartpostal seti, İzmir’de Duvar Kitabevi ve Karantina Mekân, Diyarbakır’da Asa Bistro, Gabo ve Wejegeh Amed, Ankara’da Ka, İstanbul’da ise FiLBooks ve Koli Art Space’den ücretsiz olarak edinilebildiğini paylaşarak bitireyim.

 

¹: Proje koordinatörleri: Refik Akyüz & Serdar Darendeliler [GAPO], Lütfü İrdem, Sinan Kılıç [No 238]

Sanatçılar: Nilay Uluğ & Şevda Tuğrul, Ayşegül Kaycı & İmran Atasal, Fatma Çelik & Merve Güçlütürk, Aynur Tıkıroğlu & Hicret Ayaz İpek, Aylin Kızıl & Eyhan Çelik, Aslıhan Güçlü & Mehmet Ali Kılıç

Editörler: Refik Akyüz & Serdar Darendeliler

Konuşmacılar ve Yazarlar: Meltem Şendağ, Aslı Iğsız, Eda Yiğit, Elif Demirkaya, İpek Çınar

Seminerler: Saliha Yavuz, Cemre Yeşil, Sinem Dişli

Tasarım: Serdar Darendeliler

Türkçe-İngilizce çeviriler: Deniz İnal Türkçe-Kürtçe çeviriler: Rêbîn Özmen

İletişim: gapo@gapo.org

²: https://www.projedegistokus.com/

³: Homebody, https://www.base.ist/eser/homebody/. Erişim tarihi: 10 Ocak 2022

⁴: Türkiyeli gençlere yönelik karşılaştırmalı bir bakış açısı sunan, ülke gündemine oturan doğu ve batı arasında yükselen algısal duvar ve çatışmaları mercek altına alan, doğudan bir il (Diyarbakır) ve batıdan bir il (Muğla) seçilerek bu iki ilde çoğunluğu yirmili yaşlarında farklı ekonomik sınıflardan, farklı kimliklerden, kent ve kırsal kesimden kadın ve erkeklerde yapılan sözlü tarih görüşmelerinden oluşan Türkiyeli Gençler Anlatıyor projesini düşündürüyor. Bu proje aynı zamanda bir kitaba da dönüştü.

Özgürüm Ama Mecburiyet Var, Diyarbakırlı ve Muğlalı Gençler Anlatıyor – Leyla Neyzi ve Haydar Darıcı. İletişim Yayınları, 2013.

Ayrıca proje ile ilgili bakılabilir. “Gençler Anlatıyor” https://m.bianet.org/bianet/print/142530-gencler-anlatiyor. Erişim tarihi: 13 Ocak 2022

⁵: Projede, ‘liminal’ kelimesi Latince’de ‘eşik’ anlamına gelen ‘limen’ kelimesinden geliyor. Bize aşina gelen ve kendimizi rahat hissettiğimiz bir alandan çıktıktan sonra bir sonraki aşamaya ve alana geçmeden önce içinden geçtiğimiz alanlara liminal alanlar denildiği paylaşılmıştır.

⁶: Abbara: Güneydoğu Anadolu’da örgü teknikleri kullanılarak inşa edilmiş, eğrisel yüzey ya da yüzeylerden oluşan mimari örgü, evlerin altında sokaklar arası bağlantı görevi gören geçit.



Comments


bottom of page