Bienalle birlikte ritmi yükselen İstanbul’da, mutlaka uğranması gereken duraklardan biri de Akbank Sanat. 18 Kasım’a kadar görülebilecek, küratörlüğünü Işın Önol ile Ekmel Ertan’ın üstlendiği Siyah Gürültü sergisi, bizi sesi ve sessizliği birbirinin zıttı olarak değil, kapsayanı olarak değerlendirmeye davet ediyor. Fiziki bir fenomen üzerinden siyasi ve psikolojik okumalar yapmaya fırsat tanıyan sergiyi küratörlerinden dinledik.
Siyah Gürültü, Burak Arikan
Siyah Gürültü sergisinin çıkış noktası neydi?
Işın Önol: Siyah gürültü bizim çıkış noktamız değil, daha çok çıktığımız noktayı en güzel özetlediğini düşündüğümüz tanım. Bizim asıl uğraştığımız; ses, sessizlik, sesin ifadesi ve sessizliğin ifadesi meseleleri; bu anlamda "siyah gürültü" de çok iyi örtüşen bir tanım. Sergideki eserler de hep bir araya gelip tek bir şey söylemiyorlar ya da ağız birliği etmiyorlar. Ama ses, ses ile ifade, sessizlikle ifade gibi konularda farklı noktalara oturuyorlar. Bu bakımdan serginin çok daha büyük çaplı bir düşüncenin özeti olduğu da söylenebilir.
Siyah Gürültü kavramını biraz açabilir misiniz?
Ekmel Ertan: Aslında Siyah Gürültü'yü çeşitli sebeplerle sergi başlığı olarak uygun gördük. Fizikte beyaz gürültü, pembe gürültü gibi bildiğimiz daha çok gürültü türleri var, bunlar aslında frekansın taşıdığı farklı enerji türlerine işaret ediyor. Örneğin beyaz gürültünün başka bir sesi ve enerji yoğunluğu var, siyah gürültü aslında bütün frekanslardaki enerjinin sıfır olduğu bir gürültü türü, dolayısıyla aslında enerjinin sıfır olması sessizlik anlamına geliyor. Hem siyah, hem gürültü hem de sessizlik olması, tüm bunların arasındaki çelişki haliydi bizim ilgimizi çeken ve aslında siyah gürültü kavramının bir anlamda bugün hayatımıza dahil olan çelişkileri karşıladığını düşündük.
Sesle sessizlik arasında bir zıtlık ilişkisi mi var yoksa daha karmaşık bir ilişkiden söz edebilir miyiz?
E.E.: Sesle sessizlik birbirinin tersi gibi dursalar da biz bu düşüncenin tam tersini benimsiyoruz. Aslında ses, sessizliği, sessizlik de sesi içeriyor. Yani en sessiz olduğumuz anda en çok şeyi söylüyor olabiliriz ya da en gürültülü olduğumuz anda aslında hiçbir şey söylemiyor olabiliriz.
I.Ö.: Biraz toplumsal biraz bireysel konularda her birimizin kafası onlarca sesle dolu. Gün içinde uyandığımız andan uyuyuncaya kadar zihnimizin içinde susturamadığımız ya da susturmaya gerek duymadığımız, artık yok saydığımız bir ses var. Biz onların bir kısmını ciddiye alıyoruz ve harekete geçiyoruz ama bir kısmını da bazen sessizleştiriyor, bastırıyoruz. Bazı sesler konusunda kendimize otosansür yapıyoruz. Otosansür her zaman politik anlamda olmak zorunda değil. Kişisel ve duygusal da olabilir. Birisine söylemek istediğimiz şeyi söylememek mesela. Bazen söylememek, reaksiyonun kendisi olabiliyor.
Siyah Gürültü, Anna Vasof
Sesler ve görüntüler, karanlıkta birbirine karışıyor. Bazı işlerin sesi var, bazılarının yok. Hangisinin konuşup hangisinin susacağına nasıl karar verdiniz?
I.Ö.: Şu an içinde bulunduğumuz odada bir dolu ses duymaya başladık. Ortamda bir gürültü var ama aslında sesini duyduğumuz sadece iki iş var şu an. Onlar dışındakiler sessiz. Biz onları dinlemezken belki diğerleri tarafından bastırılıyorlar ama ne zaman ki işlerle iletişime geçmeye başlıyorsunuz, o zaman bu sesler bir şekilde sizin üzerinizden aldığı dikkati size geri verebiliyor. İşlerin bir kısmının hiç sesleri yok, bir kısmının sesleri ise işin zaten içinde. Her şekilde işlerin hepsi sesle veya sessizlikle öyle veya böyle, ilintili.
E.E.: Burak Arıkan'ın işi mesela. 2010 tarihli işinin adı Kasılma-Gevşeme ve hareket noktası network sistemlerinin sürekli olarak yeni bir denge konumuna gelme çabası. Bütün sistemlerde sürekli bir tansiyon ve hareketlilikle dengeye ulaşma çabası var. Bu aynı zamanda gerilimli bir süreç. Gerilimi, tansiyonu ve sürekli hareketi bünyesinde barındıran bu iş bu yüzden bizim için ses ve ses arasındaki ilişkiyi görsel hale getiriyor. İş aslında sessiz ama bir yandan çok da gürültülü o yüzden.
Didem Erk’in dört kitaptan oluşan eseri nasıl “konuşuyor”?
I.Ö.: Didem Erk bu işlerinde bir dönem yasaklanmış olan kitapların kelimelerini tek tek iplerle dikerek geçiyor ve tabii ki hâlâ hepsi okunur haldeler. Kitaplar hiç okumadığı kitaplar da olabilir, farklı bir ülkeden de olabilirler. Kriteri, bir ülkede belirli bir dönem yasaklanmış olmaları. Didem'in tepkileri her zaman şiirsel ve el ürünüdür. Nakış işler gibi işlediği bu işi, kitabı yakmak/yıkmak/yok etmek yerine her bir kelimesini sembolik bir şekilde söylemek gibi görülebilir. Onun için önemli olan, bu kitapların bir dönem yasaklanmış ve birilerinin hayatını etkilemiş olması. Kendisinin özel bir bağ içinde olduğu kitaplar değil bunlar. Bir şeyin üzerini örtmeye, sesini kesmeye çalışmanın da sembolik olarak göstergesi gibi düşünebilir.
Benzer şekilde Didem’in bu sergide yer alan ikinci eseri, medyum olarak sesi kullanıyor. Kulaklıktan Didem’in eş zamanlı olarak okuduğu iki metni dinliyoruz. Birinde duygusal ya da çeşitli sebeplerle kolay kolay söyleyemeyeceği şeyleri hızlı bir şekilde söylüyor ve bunu duygusal anlamda çok yoğun ve çok gergin olduğu bir anda yapıyor. Tamamen birbirinden ayrı iki metni bize aynı anda dinlettiği için, biz onun ne dediğini algılayamıyoruz. Belki de böylece kendine sansür uyguladığını söyleyebiliriz. Söylemeyerek değil ama söylediklerini birbiri üstüne geçirerek ve karmaşıklaştırarak yapılan bir otosansür.
Neredeyse hareketsiz görünen bir video kaydı var sergide. Servet Cihangiroğlu imzalı, kış manzarası tadındaki bu işi hangi bağlamda sergiye dahil ettiniz?
E.E.: Bu işte sanatçı, annesinin bütün kış boyunca gördüğü manzarayı bir tür sesin ve sessizliğin ifadesi olarak kaydediyor ve izleyiciye sunuyor. Bir yandan annesinin sessizliği, bir yandan da annesinin sesi. Bütün sessizliğine ve durgunluğuna rağmen yedi dakikalık bir videoda hava giderek kararıyor, gün bitiyor... Sanatçının kullandığı amatör bir kamera olduğu için gün ışığı kayboldukça kamera focus kaybediyor ve gelip gitmeye başlıyor. Bu ayrı bir efekt, bir tür arıza efekti yaratıyor. O da işe ayrı bir katman ekliyor.
Siyah Gürültü, Servet Cihangiroğlu
Serginin seyirciyle en çok etkileşime giren eseri Anna Vasof’unki herhalde...
I.Ö.: Evet bu işin adı Oto-portre. Sanatçı kendi portresinden, kafasını duvara vurduğu bir animasyon yaratmış. Çok basit ve mekanik bir düzenek bu aslında ama başlatıldığı zaman bir film görüntüsü yaratıyor. Anna filmi gerçek hayatın içine taşımak üzerine işler üreten birisi, film deneyimini bambaşka yöntemlerle izleyiciye taşımayı ve izleyiciyi de işin bir parçası haline getirmeyi önemsiyor. Bu nedenle bu iş bizim için çok sembolik bir anlam taşıdı.
Siyah Gürültü, Anna Vasof
Sesi en yüksek olan işe gelelim... Bu köpekler neden havlıyor?
I.Ö.: Richard Jochum imzalı bu işin adı 20 Kızgın Köpek. Bu işte insanın içinde halihazırda olan bir gücün dışarı çıkışını görüyorsunuz ve bu güç aslında şikayet etme üzerine kurulu. Bu öfke politik bir öfke olabilir, işvereninize karşı olabilir, hayatımızdaki kişilere karşı olabilir...
Peki sessizliğin ötesinde ne var sizce?
E.E.: Sessizliğin ötesi herhalde tekrar sestir. Bence sessizlikten sonra ses çıkmaya başlayacak. Bu sessizlik aslında enerjinin kendini toplamaya çalıştığı bir sessizlik, o sessizlik belki normal bir sese dönüşebilecek. Yani gürültü olmayan ama iletişim kurmaya yarayacak bir sese dönüşebilir sessizlik, en azından bizim umudumuz o yönde.
Siyah Gürültü, Mirko Lazović
Comments