top of page
Oğuz Karayemiş

Şiddet, boşluk ve artakalanlar

Ateş Alpar’ın Ekmel Ertan küratörlüğünde hayata geçen Taş Kabuk Sessiz adlı ilk kişisel sergisi, 30 Haziran’a kadar Merdiven Art Space’te devam ediyor. Hasankeyf’in sular altında kalışını ve bölgedeki eko-yıkıcılığı merkezine alan sergi üzerinden imge üretimini ele alıyoruz


Yazı: Oğuz Karayemiş


Ateş Alpar, Taş Kabuk Sessiz, 2021


Yazıya meftun biri olarak sergi yazısı yazmanın beni nereden yakaladığı üzerine çok sık düşünüyorum, belki görece yeni olduğum için, belki de akademik eğitimim açısından “alanın dışından” geldiğim için. Ama son muhtemel sebep, yani “alan dışılığım” sadece çok düşünmemi değil “yakalandığım yeri” de açıklıyor galiba. Zira bana göre bir sergi yazısı yazmak, sanatçının eserlerini, varsa küratörün metni ve sergi kurulumunu kateden sorunsala yaklaşmaya çalışmak, onların dertleriyle dertlenmek, o sorunsalın tekil problemlerinden yakalayabildiklerimi bir başka mecrada, yazıda sürdürüp daha önce sahip olmadığım fikirlere erişmeye çalışmak demek.

Bu “gazete köşe yazısı” üsluplu giriş için bağışlanacağımı umarım. Ama Ateş Alpar’ın 6-30 Haziran 2023 tarihleri arasında Merdiven Art Space’te gösterimde olan Taş Kabuk Sessiz isimli ilk kişisel sergisiyle ve küratör Ekmel Ertan’ın sergi metniyle karşılaşmak, bütün bu anlattıklarımı çok canlı bir şekilde yeniden düşünmeme yol açtı. Bu açıdan müteakip metnin, Ateş Alpar’ın fotoğrafları ve Ekmel Ertan’ın metniyle bir diyalog olduğunun altını çizmeliyim. Zira bu sergi, felaketlere bakmakla ilgili büyük bir sorunsalın parçası ve bu zor problemlerle örülü sorunsalla ancak birlikte baş edebiliriz. Ayrıca bu kadar kapsamlı bir sorunsal tek bir yazıda kapsanamayacağından ben burada sadece estetik boyutlarıyla imge üretimini konu edineceğim. Ateş Alpar’ın Taş Kabuk Sessiz sergisini kateden bu katmanlı sorunsalın tanıklık, seyircilik ve diğer politik/etik boyutları eminim ki ziyadesiyle tartışılacaktır.


Ateş Alpar, Taş Kabuk Sessiz, 2023


Problem I: Yıkımın imgesizliği


Ateş Alpar’ın fotoğraflarını katederken seyirciyi karşılayan ilk duygu nedir? Merdiven Art Space’in ilk katında önce Hasankeyf’in yıkıma uğramadan önceki haliyle karşılaşıyoruz. Sonrasında da ilk bakışta göze epey “hoş” gelebilecek manzaralarla. Hasankeyf’in bu yıkım öncesi halini kuşatan diğer fotoğrafların yaratabileceği hipnotik etkiyi bir tek sol duvarda bulunan yaşlı kadının fotoğrafı bozuyor. Kadrajın yüzün yarısını dışarıda bıraktığı bu fotoğraf, gözlere yerleşen derin bir kederle karşı karşıya bırakıyor seyirciyi. İşte bu fotoğraf ve sağındaki Hasankeyf tabelası sayesinde, Ekmel Ertan’ın Roland Barthes’tan ödünç aldığı terimle studium’un, yani fotoğrafçının bakışını ve fotoğrafları kuran bağlamın ilk ipucunu yakalıyoruz: Bunlar, kudretli doğa olaylarının yarattığı manzaralara veya gündelik uğraşları içindeki figürlere dair “hoş” imgeler değil bir yıkıma dair kederli kayıtlardır.


Yıkımla, felaketle iştigal eden her imge, yıkımın kökensel imgesizliğiyle yüzleşir önce. Doğru, yıkım demek onlarca yıkım manzarası demek olduğundan bir şekilde imgeler bolluğu yaratmadan zuhur etmez. Fakat yıkımın kendisi, bu manzaraların ardına ızdırap verici bir kayıtsızlıkla geri çekilir. Bu yüzden Ekmel Ertan, yine bir başka Barthes terimiyle punctum’un, yani fotoğraf yüzeyinde kayda geçebilen ân veya olayın, Ateş Alpar’ın fotoğraflarında “fotoğrafın dışında” olduğunu söyler. Zira burada punctum (Lat. “delik”), manzaraları “delip geçen şiddet”tir, Hasankeyf’in ekolojik-toplumsal yaşam manzaralarının “yıkım manzaraları”na dönüşmesi olayıdır ve herhangi bir imge içinde gösterilemez. Bir anda olur, ândır ama ân olarak yakalanamaz, üstelik etkilerinin sürekliliğiyle alttan alta olmaya devam eder.


Ateş Alpar, Taş Kabuk Sessiz , 2021


Problem II: İmgedeki boşluk


O halde ilk problem şu çözüme doğru açılır: Yıkım imgelenemiyorsa, bir imgede yakalanamıyorsa eğer, imge, yıkım manzaralarına sinen boşluğun izini sürmeye mahkûmdur. Merdiven Art Space’in ikinci katına açılan merdiven boşluğunda, altta, beyaz duvar üstünde Hasankeyf’te artık var olmayan yaşamın manzaralarıyla ve tam karşısında, üstte, siyah bir duvar üzerinde açılmış toplu mezarların fotoğrafıyla karşılaşıyoruz. Boşluk işte budur: Sarmaladığı bütün imkânlarıyla bir yaşamdan ona bağlı imkânların yok oluşu olarak ölüme geçişin bıraktığı izlerdir. Siyah duvar seyirci yürüdükçe büyür ve yutucu kara kuvvetlerini mekâna yararak uzanır. Yeni kurulan toplu mezarların boşluğu, Hasankeyflilerin evleriyle birlikte sırtlandıkları ölülerinden kalan mezarların boşluğuna açılır. Seyretmesi tahammülfersa fotoğraflarda müteveffa bir akrabanın, bir annenin veya babanın, bir sevdiceğin yeniden boş ve temiz bir kefene sarılışı görülür. Kasıtlı olarak azaltılmışlığın, boşluğun vurgulanmasıyla duvar boyunca aslında bütün bu sürecin imgelerinin mevcut olduğu ama namevcut kılındığı anıştırılır. Kefenlemenin sona erdiği karedeyse arkada yeni bir mezar açılmaya başlamıştır bile. Boşluk döne döne ilerleyip yayılır.


Ateş Alpar, Taş Kabuk Sessiz sergisinden yerleştirme görüntüsü

Arasöz: Fotoğrafçının refleksi


Ateş Alpar, bu serideki çoğu fotoğrafı daha ziyade ani kararlarla deklanşöre sadece bir-iki defa basarak çektiğini söylemişti. Yani sanatçının ve küratörün karşısında, uzun sürece yayılan kararların ürünü olan onlarca fotoğraftan oluşan bir seçim evreni yoktu. Bunun kaynağında yatan nedir? Elbette burada Ateş Alpar’ın niyetine dair bir soru sormuyorum, o niyetin koşuluna dair bir soru soruyorum. Öyle görünüyor ki boşluk, yani delip geçen şiddetin izi, organizmanın tanıma-anlama yetisine saldırıyor; bakışı, bir yanıyla da koruyucu bir işlev kazanan makineye rağmen asit gibi eritiyor. Bu açıdan seyirci sadece manzaralara kazınmış boşlukla değil bu tesirin nesnelleşmesiyle de karşı karşıyadır. Sanatçının hesaplayan aklının ve tasarlayan hayal gücünün yerini hızlı bir bakışa ve refleks gösteren parmağa bırakmasına paralel olarak fotoğrafik yüzeyde nesnelleşen tesir de seyirciyi göz kırpmaya, göz kaçırmaya zorlar. Nasıl ki yıkıma asla doğrudan bakılamıyorsa onun izi olan boşluğa da göz kırpmaksızın, göz kaçırmaksızın bakılamaz.


Problem III: Artakalanların sahte sükûneti


İkinci katın diğer iki duvarını ise yıkım sonrası makro ve mikro manzaraların fotoğrafları dolduruyor. Mikro manzaralarda yıkımdan artakalan eşyanın sükûnetle su yüzeyinde yüzüşünü görürüz. Tıpkı giriş kapısının yanında camdan seyredilen videolarda da olduğu gibi stadium sezilmese tuhaf bir huzur havası iletebilecek bu fotoğraflar, siyah duvardaki imgelerin baskısı altında huzursuzluğu derinleştirir. Bu artakalanların, yıkımın şiddetiyle önce suya gömülüp sonra savrulup yüzeye çıktıklarını, birilerinin hayal ve mutluluklarının akamete uğramış kalıntıları olduklarını biliriz. Alelacele taşınabilenlerin aksine bu taşınamayanlar, daha nice şeyin yıkımdan sonraya taşınamadığını düşündürür.


Makro manzaralarda da durum böyledir. Yıkım sonrası manzarayı seyredenleri seyreden seyirci, bir tür yaşamın geri dönüşüne de bakar. Ama bu yaşam, yıkımın kesintiye uğrattığıyla aynı yaşam asla değildir. Bu ölümden sonraki “bir başka yaşam”dır. Artık kuşlar bile bu göç yolunu terk etmişlerdir. Baraj suyunun altında bir zamanlar nehirde yüzen balıkların yüzmediğini sezeriz. “Artakalan yaşam”dır bu, yalnızca eski yaşamdan artakalan değil artakalanlarda yolunu bulmaya çabalayan yaşamdır. Zayıf düşmüş, kederli ve çarpılmıştır. Ama hâlâ her şeye rağmen yaşamdır. İşte bu fotoğraflara kazınan sahte sükûnetin ardında yaşamın yıkımla gümbürtülü kavgası işitilir gibidir.


İmgelerde sarmalanamayanlar


Yıkımın yarattığı boşluğun izini sürmenin onlarca yolu olabilir, kuşkusuz. Fakat yine de her şey bir şekilde yıkımın imgesizliğiyle başlamaya mecbur gibi. Seyirci, Ateş Alpar’ın fotoğraflarında ve Ekmel Ertan’ın sergi metninde bu imgesizliğin bilinciyle hareket edildiğini anlıyor. Bu açıdan yıkımın ve felaketin bizleri tanıklıktan, hakiki tanıkları ise sözden meneden bu imgesizliği, yıkım manzaralarının, bu manzaralara sinen boşluğun izlerinin kısmi imgelerinin üretiminin koşulu haline geliyor. Studium, parçalı ve kısmi; punctum, fotoğrafın dışında kalıyor. Bütünüyle sanata özgü olmasa da sanatta duyumsamanın kısmiliğiyle damgalı bir estetiğe evrilerek yolunu buluyor. Fotoğraflarda ve videolarda, bu imgelerde sarmalanamayanlar ise açık bir sorudur. Bu soru, hepimize sorulmuştur.


Comments


bottom of page