top of page

Şiir ve sanatın laneti

Şiir ile plastik sanatlar arasındaki birlikteliği Romantizm’den Avangard’a uzanan bir bağlamda ele alıyoruz


Yazı: Rafet Arslan


Marcel Broodthaers, Pense-Bête (Hafıza yardımı), 1964, Ahşap taban üzerinde kitap, kağıt, alçı ve plastik toplar


Romantizm akımıyla başlayıp yaklaşık 250 yıl süren parıltılı bir birlikteliktir şiir ile plastik sanatın birlikteliği. Bu görkemli birliktelik 19. yüzyılı sonunda Avangard dediğimiz sanat pratiği ile en üst noktasına ulaşmış fakat İkinci Dünya Savaşı sonrası inşa edilen yeni dünyada büyü bozulmuş, eski dostların yolları ayrılmıştır. Bu metinde günümüzde sanat içinde şiirselliğin, şiir içinde sanatın neden yer bulamadığını sorgulayacağız. Bu çaba için mecburi bir zaman yolculuğu yapmaya, sanat ve şiirin birlikteliğine dair hafızamızı canlandırmaya çalışacağım.


Modernizm'e giden yolda, Endüstri Devrimi’nin yol taşlarını döşediği (büyük kentler, makineleşme, cemaatsel toplumun dağılması, yeni sınıflar...) bir topyekûn dünyayı değiştirme arzusu öne çıkar. Fransız Devrimi bu rüyanın ütopyacı ya da anti-ütopyacı sonuçlarını yaratmıştır ve Romantizm hareketini oluşturan şair, ressam ve müzisyenler bu arka plan üzerinde yükselmiştir. 


Romantizm içinde burjuva dünyaya eleştiri, devrimin yarımlığı ve eski büyüsü bozulmamış dünyanın formlarına (örneğin gotik mimari ya da Rönesans ütopyalarına gibi) yeniden dönme özlemi öne çıkar. Şairler Romantik hareketle manifesto dilini tuttururlar; Hölderlin, William Blake, Percy Bysshe Shelley ve hatta Marquis de Sade. Romantizm’in etkisi 1850 sonrası da Pre-Raphaelite hareketle devam eder; ilk akla gelen isimler John Ruskin, Dante Gabriel Rossetti, Christina Rossetti ve büyük ütopyacı William Morris’tir.


Romantizm'den Avangard’a bu arzuya sanatın özerkliği, sanatçının özne pozisyonu, var olan sisteme radikal karşıtlık, "yeni"yi arayış gibi ideallerle 1968 yenilgisine dek süren bir süreç olarak bakılabilir. Şiir ile sanatın bu manifesto ortaklığı diğer tüm sanat dallarını yanlarına çeken (müzik, tiyatro, roman, sinema...) bir entelektüel merkez oluşturur. Sanatsal modern, toplumsal ütopyalar ile iç içe geçerek yeni toplumun sözcülüğü misyonunu üstlenir. 1848 Devrimi, Marx’ın Komünist Manifesto’suna, Bakunin’in özgürlük idealine, Avangard’a ismini veren Saint Simon’a, Fourier, Blanqui gibi ütopyacılara ve Paris Komünü’ne evrilen bir süreçtir. Şair ve sanatçı bu mücadelelerde, barikatlarda yan yanadır.


Özellikle Sembolizm ile şair modernin sözcüsü ve ideologluğu rolüne bürünür. Önce Baudelaire, ardından Rimbaud bu misyonun sembolleridir. Ardından Mallarmé şiirin içinde kurgusal boşluklar yaratarak, hem şiir yazımını kavramsal bir düzeye yükseltir hem de şiiri görselleştirir.

Romantik mirası karanlık bir ruha çeken Lautréamont, “şiir herkesçe yazılmalı” der ve bu şiar şiiri de aşarak tüm Avangart sanatın “sanat ile hayat arasındaki köprüleri kaldırma” ve “herkesin sanatçı olacağı bir dünya” tahayyüllerini somutlaştırır. 


Kübizm’in manifestosunu Guillaume Apollinaire yazar, İtalyan Fütirizm'in kurucusu şair Filippo Marinetti’dir, Rus Avangardı’nın kökeninde Mayakovski'nin de yer aldığı Left Grubu yer alır, Dada hareketinin kurucusu şair Tristan Tzara, Sürrealizm’in kurucusu ise şair André Breton’dur. Şairler bu akımları yazdıkları manifestolarla ateşlemişlerdir. En azından 2. Dünya Savaşı sonunda oluşacak dünyaya dek şairler Avangard sanat hareketleri içinde hayati pozisyonlardadır ve dönemin birçok ikonik sanatçısı şiirin resme ve heykele üstünlüğünden bahsetmiştir.


Savaş sonrası Avrupa'da şiir, yaşanan büyük yıkımın travmasının dışa vurumudur. Frankfurt Okulu'nun önemli ismi T. Adorno "Auschwitz'den sonra şiir yazmak da barbarlıktır ve çünkü kültürün kimliği ve kritiği, kültür diyalektiğinin en son basamağında barbarlığın karşısında durmaktadır” der.


Brezilya da Concrete Poetry Movement kurucularından Augusto de Campos 1956’da yayımlanan Somut Şiir Manifestosu ile Modern Sanat ve yazın, her türlü tipografik gösterenin sayfa boşluğu üzerinde hiçbir biçimsel kural olmadan düzenlenmesinde yan yana gelir. Mallarmé’nin “zarı” daha çok görselliğe yönelerek bir kez daha atılır. Savaşın ağır yükünü çekmiş Avrupa ve onun entelektüel merkezi Fransa’da uzun yıllar sonra ilk kez bir şair öncülüğü ve manifestosu olmadan bir sanat hareketi kurulur. Neo-Dada iddiasıyla kurulan Yeni Gerçekçilik (Nouveau Réalisme) sanat akımının kurucusu, eleştirmen ve sanat tarihçisi Pierre Restany’dir. Bu eğilim ileriki yıllarda Fluxus, Kavramsal Sanat, Feminist Sanat gibi pratikler de devam edecektir. 


Avrupa merkezli bir şairin öncülük ettiği son Avangard hareket Letrizm’dir. Romanyalı şair Isidore Isou’nun başını çektiği hareket kısa süre sonra sinemaya doğru evrilir. Savaşı sürgünde geçiren Sürrealistler Paris’te artık eski kahve/sokak yaşamının değiştiğini görür. Sürrealizm’in artık okullarda ders olarak okutulması André Breton’u hüzne sürükler. Sürrealist ressamlar büyük müzelere girmiş ve çok yüksek fiyatlarla sanat piyasasında yer bulur hale gelmiştir. Bu durum yeni gelişen gençlikte Sürrealizme karşı bir kızgınlığa yol açar. Sitüasyonistler şiirden yana “Sürrealist devrimi” kınarken, şairlik yapmak yerine devrimci olmayı seçerler. 


Bu süreçte en ilginç örnek; şair olarak başladığı sanat yaşamını 1964 yılında, Pense-Bête adlı yazdığı son şiir kitabının 50 nüshasını alçı içine yerleştirerek Kavramsal Sanat üretmeyi seçen Marcel Broodthaers’dır. Artık sanatçının şiire yönelmediği, şairin çağdaş sanat sahnesini seçtiği yeni bir nesnellik vardır. Şiir toplumun entelektüel sözcülüğü misyonunu yitirmektedir.


Büyük Savaş’ın yıkımı sonrası sadece Çağdaş Sanat’ın değil, onunla beraber yürüyen şiirin de merkezi yavaş yavaş New York’a kaymıştır. Beat Kuşağı şairleri etraflarında sanatçılar ve sinemacıların toplaştığı belki de son şiir hareketidir. Beat dalgasıyla iç içe geçtiğini varsayabileceğimiz Soğuk Dağ Okulu (Cold Mountain School) Zen Budizmi, Taoizm ve anlayışlarıyla şiir kadar diğer sanat disiplinlerini de etkilemiştir. John Cage’in müziği, Jackson Pollock’un dripping tekniği, Minimalizm ve Fluxus’un sanat pratiklerinde belirginleşir. Fluxus görsel sanatı performanslar üzerinden şiir, müzik ve dans ile birleştirir. Joseph Beuys kendi hayatını kurtaran şaman ilmini sanatına yansıtır, ilksel kaynaktaki gibi şaman imgesinde tüm sanat dalları bütünleşir.


Allen Ginsberg, Howl şiirini ilk kez 7 Ekim 1955'te San Francisco'daki Six Gallery'de düzenlenen bir şiir okuma etkinliğinde yaklaşık 150 kişi önünde okur. 60’larla birlikte “Karşı Kültür hareketi”yle Beat Kuşağı şiiri, müzik eşliğinde binlerce insana okunan bir hale gelir. Zamanın değiştiğini düşünen genç ve kıvrak zihinler şiirlerini müzik eşliğinde okurlar, Bob Dylan örneğindeki gibi önce folk, ardından Rock’n Roll olarak. Şiirin icrasının müzikle birleşmesi ekonomik kaygılardan öte, daha çok kitleye ulaşma aracı olmasıyla beslenir. 60’lar gençliğin ve onun söylemlerinin öne çıktığı yıllardır.


Andy Warhol'un, Exploding Plastic İnevitable, 1967 © Ronald Nameth, sanatçının izniyle


Andy Warhol, interdisipliner performans projesi Exploding Plastic İnevitable yer alan müzisyenlerden Velvet Underground’ı bir Rock’n Roll hareketi olarak destekler. New York’a şair olmak için taşradan gelen Arthur Rimbaud hayranı Patti Smith kendini Proto-Punk yıldızı olarak buluverir. Harlem Rönesansı’nın etkisi ile siyahi hareket müzikteki özgürleşmenin etkisi (Free Jazz) şiirde de freestyle müzik eşliğinde okunan şiirlere yani Rap müziğe evrilir: Rhytmic African Poetry (Ritmik Afrika Şiiri).


1968 yenilgisi ardından, kültür ve sanat da diğer her alan gibi tam bir kapitalistleşme süreci yaşar. İşin kötüsü 68 yılında Sovyet Bloğu’nun Çekoslovakya’yı işgali, reel sosyalizmle gençliğin bağını tamamen koparır. Yeni otonom arayışlar ve alt kültür girişimleri çoğalsa da artık büyük ütopyadan bahsedilemez. 


Cesur yeni dünyada şiir, müziğe evrildiği durumlar haricinde alınıp satılan bir özelliği bulunmadığı için gözden ya da tüketimden düşmüştür. Şiir insanlığın genel sesi olma misyonunu kaybetmiş, küçülmüş, içine çekilmiş ve minörleşmiştir. Bu da ona git gide daha çok piyasalaşan Çağdaş Sanat sahnesinden daha entelektüel araştırmalara açık, teoriyle hemhal ve sınırsız deneme hakkını vermiştir. Bu da dizeli, lirik ya da toplumcu şiirin zayıflamasını ve çok deneyen, dili bozan, teknik anlamda daha Avangard bir şiirin genişlemesini sağlamıştır. Yani şiir alanı küçüldükçe deneyselleşmiştir. Burada şair, Rimbaud’nun öğüdünü dinleyip, kesinlikle Modern (ya da artık aynı zamanda Post-Modern) olmuştur; fakat artık bir asi, bir öncü, bir ateş hırsızı değildir. Çoğunlukla düzenli bir işi, bir sponsoru vardır ve çılgınca bir hayat yaşamıyordur. Sanattaki (şiirdeki) dilde bozum, deneyci arayışlar, somutlaşma çabası ve yaşamdaki uyum aslen  bir uyuşmazlık olarak belirginleşir. Gündelik dil ve kültür ile oynayan entelektüel çaba öne çıkar. 


Avangard Sanat dünyasında da farklı bir çöküş yaşanmaktadır; Sitüasyonist Enternasyonal 1972 yılında kendini fesheder, Panik Hareketi (Mouvement Panique) ise 1973 yılında kendini dağıtır, Fluxus’un da George Maciunas’ın 1978’teki ölümüyle fiilen dağıldığı kabul edilir. Bu eğilimler ölmez ama kendini yeraltı kültüründe ve sanatında alttan alta sürdürür. Artık sanat piyasası sadece Modern Sanat’ı satar halde değildir, Neo-Avangard hareketler de önce müze ve kurumlara, ardından da galeri vitrinlerine girmiştir. 


Aynı dönemde post-yapısalcı düşüncedeki kırılmalar ardından hâlâ ne olduğunu tam bilemediğimiz “Postmodernizm” söylemi yaygınlaştırılır. Büyük söylemlerin, tarihin, ütopyanın sonu ya da her şeyin metinleştirilmesi öne sürülür. Adı sanı geçmese de şiir ölüm listesindedir artık.


Güncel sanat neo-liberal sistemin içine dahil edilirken, şiir küçük bir okur kitlesi içine hapsedilmiş ve 250 yıl süren “yüzük kardeşliği” dağılmıştır.


Comments


Commenting has been turned off.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page