top of page
Yazarın fotoğrafıAhmet Ergenç

Siyah ve Zen


Galerist’te açılan Dark Deep Darkness and Splendour başlıklı grup sergisine bir sessizlik hissi hakim. Yoğun ve tefekküre yakın duran bir sessizlik. Bir ‘kara Zen’ hissi, desem yeridir. Siyahın yoğun ve sakin gücü üzerine bir meditasyon ve deneyim alanı gibi kurgulanmış olan sergi sessizliğin yanı sıra bir de ‘yavaşlık’ hissi yaratıyor. Galeri mekanına girip, birbirine görünmez iplerle bağlı olan işleri gördüğümde, dış dünyanın saatinin yavaşladığını ve ‘siyah’ etrafında bir araya gelen bu işlerin insanı bir yavaşlığa davet ettiğini hissettim.

Bu yavaşlık, sessizlik ve yoğunluk hali rastlantı değil zira sergi adını kırk küsur yıldır ‘transandantal meditasyon’la meşgul olan David Lynch’in bir işinden alıyor: Dark Deep Darkness, yani Kara Derin Karanlık. Serginin çıkış (ve varış) noktasını da David Lynch’in filmlerindeki ‘kaos ve gürültü’ ile meditasyon pratiğindeki ‘huzur ve sessizlik’ arasındaki ‘uyuşmazlık’ üzerinden okumak mümkün. Şahsen Lynch’in bir meditasyon ustası olduğunu ilk öğrendiğimde şaşırmıştım zira meditasyonla özdeşleşen ‘huzur verici’ şeyleri, Lynch filmlerinde bulmak mümkün değildi. Aynı şeyi Coltrane’nin meditasyon pratiğini öğrendiğimde de hissetmiştim: Coltrane’in o kaotik müziği ile ‘meditasyon’ halini bir arada düşünmek mümkün değildi. Ama bu iki ‘dahi’ karanlık ve kaosun derin bir meditasyonun sonucu olabileceğini ya da karanlık ve kaosta da derin meditatif hisler barındığını gösteriyorlardı. Bu sergi de bunu yapıyor: karanlığa atfedilen olumsuz anlamları tersine çeviriyor ve karanlığın yoğun bir huzura vesile olabileceğini gösteriyor.

Serginin bir diğer iyi yönü de şu: sergideki işler tek bir kişinin ya da görünmez bir anonim-kişinin elinden çıkmış da olabilirdi. Grup sergilerinde az rastlanan bu homojen durumu yaratan faktörlerden biri bütün işlerin ‘siyah’a odaklanması ise, bir diğeri de buradaki işlerin ben’den uzaklaşmaya yönelik bir çabanın ürünü olması olabilir. Aslında bu ‘benden uzaklaşma’ hali, sergideki minimalist estetik ve hissi de uygun. Minimalizmin kilit noktalarından birinin sanatçının izini ve sesini mümkün olduğunca geri çekip, işi bir anlamda anonim bir sessizliğe teslim etmek olduğunu hatırlarsak ve buna da Zen pratiğindeki ‘benliği silme’ eğilimini eklersek, karşımızdaki işlere hakim olan ‘benliksizlik’ ve sessizliğe bir anlam verebiliriz. Minimalist bir Zen sergisi olarak da görebilirsiniz bu sergiyi.

Küratörlerinin böyle bir iddiası yok ama serginin tarihsel bir minimalizm araştırması olduğunu söylemek de mümkün. Mübin Orhon’un Rothkovari siyah tablosu, Vahap Avşar’ın dalgalı minimal işi Black Album’le, Nejad Devrim’in kara lekeleri Nermin Er’in hafif siyah dokunuşlarıyla, Füsun Onur’un geometrik siyah desenleri Kerem Ozan Bayraktar’ın Gravity adlı minimal ve yoğun fotoğraf baskısıyla, David Lynch’in siyah bir dağ üzerindeki gözü gösteren taş baskısı Ahmet Doğu İpek’in minimal siyah günler kayıtlarıyla konuşuyor ve birbirinden çok farklı tarihlere ait bu işler (en eskisi 1922 en yenisi 2017) adeta bir fısıltı koridoru oluşturarak, minimalist bir kompozisyon oluşturuyorlar. Bilge Friedlaender’ın minimal çizimleri, Aslı Çavuşoğlu’nun kara taşları, Arif Aşçı’nın bakanı kara ve silik bir siluet olarak yansıtan kara tablosu ve Sibel Horada’nın kara ormanı da bu minimal kompozisyona yine fısıldayarak ve o sessizlik hissini bozmadan, adeta ‘benlik’ duygularını bir kenara bırakarak katılıyorlar. Sergi metninde bahsi geçen Lorca’nın duende’si de aslında biraz buna işaret ediyor: Benliğin silindiği bir noktada ortaya çıkan, tanımlanması zor, benlik-üstü bir ilham ve yaratı.

Huzursuzluk ve saldırganlığın çiğ bir ışık gibi parladığı bu gürültülü günlerde, bu kara ve sessiz sergi bir Zen oturuşu gibi sağaltıcı bir etkiye sahip. Böyle bir iddiasının olduğunu hissettirmemesi de bu sağaltıcı etkiyi yoğunlaştırıyor. Serginin, Zen yazınca Google’da karşınıza çıkan o turistik new-age imajlarıyla hiç alakasının olmadığını da not etmek lazım: Tanıdık imajların dışına çıkan başka bir Zen hissi var burada. Politikanın hisleri, hislerin de politikayı biçimlendirdiğini düşünürsek, bu his yoğunlaşması politik açıdan da ‘tam zamanında’ gelen bir hamle olarak görülebilir.

Commentaires


bottom of page