Doğa Ünyaylar'ın Türkiye'deki ilk kişisel sergisi Acousma, İMALAT-HANE’nin İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’ndaki (İMÇ) yeni mekânında 16 Kasım’a kadar devam ediyor. Sanatçıyla ses ile kurduğu ilişkiyi ve sanat pratiğini konuştuk
Röportaj: Oğulcan Yiğit Özdemir
Doğa Ünyaylar
Acousma sergisi 12 Ekim’de İMALAT-HANE İMÇ’de açıldı. Acousma terimini biraz açmanı rica etsem?
Acousma, işitsel halüsinasyona neden olabilen istenmeyen sesler anlamına geliyor. Kulaklarda uğultular ve çınlamalarla birlikte vuku bulan bir durum. Çevrede işittiğimiz onlarca sesin ardından, eve gelip kanepeye uzandığımızda kafamızın içinde dönen rahatsız edici bir konser, günün kalıntıları. Sünger gibi emici özelliği olan beden, gün içinde içine çektiği bol katmanlı ve rengârenk sesleri alıp tek bir frekansa indirgeyerek adeta yaşananların özetini çıkarıyor. Bu özetler epey rahatsız edici ve manasız gözükse de es geçilmemesi ya da bunlara savaş açılmaması gerektiğini düşünüyorum. Kendi bedenimiz içinde yaşanılan bu ücretsiz konserin iyi veya kötü tadını çıkartarak işitsel peyzajımızı genişletebiliriz.
Doğa Ünyaylar, Acousma, Kişisel sergi, İMALAT-HANE, 2023, Fotoğraf: Emirkan Cörüt
İşitsel peyzajdan ne anlamamız gerekiyor?
Gürültüye olumlu ya da olumsuz yargılardan azade bir bakış açısı kazandıran “işitsel peyzaj” kavramı, ses aracılığıyla oluşturulan çevre olarak tanımlanıyor. Bu çevre içimizde ve dışımızda mevcut. Duyduğumuz sesler bizi belli bir süreç içerisinde şekillendiriyor ve yeni bakış açılarına sahip olmamıza neden oluyor. Sözgelimi kendi sesimizin ne kadarı bize ait? Kendi sesimiz üzerinde müdahalede bulunabiliyor muyuz? Kimi zaman seslerin nereden geldiğini bildiğimizi varsaysak da kaynağını çözümleyemediğimiz sesleri de içimizde tutuyor ve dönüştürüyoruz. Biraz bu dönüşümle ilgileniyorum, ilk duyduğumda ses neydi ve şimdi neye dönüştü, gibi.
İlk kişisel sergine varana kadar yaptığın çalışmaları biraz aktarır mısın? Geçmiş sergilerde, işlerde sürdürdüğün izlek nedir?
Üniversitede resim eğitimi aldığım için genellikle boya kullanarak çalışıyor ve eskizler alıyordum. Bir yandan müzikle de ilgilendiğim için uzunca bir süre iki baskın alan arasında gidip geldim. Görsel sanatlar ve müziğin istedikleri vakit anlamında bencil olduğunu, bütün zamanınızı onlarla geçirmenizi isteyen, “hep bana”cı bir yanları olduğunu düşünüyorum. Görsel ve işitsel medyum arasında kendimi geliştirmeye çalışırken Sound Art ile ilgilenmeye başladım. Sesin ve görsel sanatların buluştuğu, kendimi daha rahat hissedebileceğim bir medyum. Ses yerleştirmeleri, ses heykelleri ve bu bağlamda canlı performanslar gerçekleştirebileceğimi de böylece anlamış oldum.
İlk deneylerimde boş bir tuvale hoparlör yerleştirdim ve çizme edimi sırasında çıkan sesleri kaydederek hoparlöre aktardım. Bu ilk denemelerden sonra sesi hep görsel düşünmeye başladım. Resim yapar gibi ses kompozisyonları oluşturuyor ve onları yerleştirmek için uygun alan keşiflerine çıkıyorum. Avusturya’nın Linz şehrinde katıldığım grup sergisinde, eski bir geminin içinde bulunan menhol kapağı¹ için bir ses yerleştirmesi yaptım. İnsanlar sesi dinleyebilmek için yere uzanıp kapaktan içeri kafalarını sokuyordu. Yaptığım en heyecan verici işlerdendi. Daha sonra
bir yandan buluntu nesneleri sesle harekete geçirip, bir yandan ses yürüyüşleri yaparak, sesi mekân içerisinde düşünerek, çeşitli canlı performanslar vasıtasıyla pratik alanımı genişlettim.
Müzik ve resim arasındaki geçişi sağladığın bu dönemi biraz daha açar mısın?
Dedem ve babam müzisyen olduğu için gözümü dünyaya müzikle açtım, diyebilirim. Evde müzik yapılıyor, kayıtlar alınıyor ve pek çok müzisyen ziyaretimize geliyordu. Öğrendiğim ilk sanatsal dil olan müzik, okul dönemlerinde yeteri kadar vakit ayıramadığım için geri planda kaldı. Bir noktada görme duyumu da geliştirebileceğimi fark ettim ve güzel sanatlara hazırlandım. Bu esnada günün beş ila altı saati sadece çizim yaparak geçiyordu. Hafta sonları çeşitli caz kulüplerinde jam sessionlara katılıyor ve müzisyenlerle vakit geçirerek eksik olan vitamini tamamlıyordum. Doğaçlamalar yaparak sesimin farklı derecelerini gözlemliyordum, süreç içerisinde neler yapabileceğimin merakı içerisindeydim.
Bu anlamda o sıralar caz müziği ve doğaçlama beni cezbediyordu. Sound art ya da sonic art üzerine ise pek bir bilgim yoktu. Bize okullarda öğretilen birkaç alan ve medyum var. Heykel, resim, seramik vs. Fakat iş sese gelince orada yapabileceklerimden bihaberdim. Hoparlörlerin, enstrümanların, müzisyenlerin ve kabloların resimlerini yaparak görsel ve işitsel olanı kesiştirme yolunda ilk adımları atmaya başladım. Özellikle pandemi süreci bu tema altında resimler yaparak geçti. Bir noktadan sonra hoparlör nesnesinin kendisiyle haşır neşir olmaya başladım.
Hoparlör satan dükkânlara ve pasajlara uğradım, amfi, bluetooth devre, kablolar ve çeşitli elektronik malzeme arayışıyla günler geçirdim. İlk başlarda müzik programlarını kullanmayı dahi bilmiyordum. Sadece kaydını aldığım sesleri hoparlör aracılığıyla dinliyordum. Bugün ses ve müzik altyapısı oluşturmak için kullanılan programlara daha hâkimim. Resim yapar gibi ses kompozisyonları oluşturuyorum. Tuvalden, fırçalardan ve boyadan sonra daha büyük prodüksiyonlu bir alana giriştim diyebilirim. Enerjimin daha büyük bir kısmını görece çok daha ivedi bir biçimde dönüştürebiliyorum.
Doğa Ünyaylar, SUB/MERGE, Grup sergisi, Salonschiff Fraulein Florentines, 2023
Ses mefhumunun sanatsal ve kişisel biyografinde nasıl bir geçmişi var?
Küçükken pek de sessiz bir çocuk sayılmazdım. Durmadan şarkı söylerdim. Bir noktada beden ve ses ilişkisi üzerine düşünmeye başladım. Sesin sanatsal pratiklerimde büyük yer tutmasında müziğin önemli bir rolü var, tabii. Ancak bir noktadan sonra kavramsal bir çerçevede de müziği düşünmeye başladım. Müzik olmadan önce ses nedir? Sesi bileşenlerine ayırdığımızda elimizde ne kalır? İşitsel bir fenomenoloji çalışması nasıl yapılabilir? Ses sanatı sonik bir mimari esere dönüşebilir mi? Bu ve benzeri sorular ile üretimime devam ettim.
Grafik notasyona başvurman ses ile kurduğun ilişkide sana nasıl bir özgürlük alanı açıyor?
Sesi daha iyi düşünmemi sağlıyor. Katmanlarını, derinliğini, zamana yayılışını kısacası pek çok yüzünü birden görmemi sağlıyor. Onu görülmemenin eksikliğinden kurtarıyormuşum gibi hissediyorum.
Sesin görülme eksikliği, bunu biraz açar mısın? İşitsel peyzajlardan da bahsetmiştin, bir ilgisi var mı bu iki tespit ve mefhumun?
Görme duyumuz her zaman baskın geliyor. Tarihsel olarak da buna alışkınız. İşitme, koklama, tat gibi duyumlar sonradan geliyor. Sesin gözükmemesi fakat bedende daha hızlı tesir etmesi bana hep ilginç gelmiştir. Bir müzik dinlerim ve onu görmesem de yaşar ve bambaşka bir frekansa girerim. Enerjim yükselir. İşitsel peyzajdan ziyade notasyonda sesi görebilmek, çalmak ve duyumsamak daha ferahlatıcı. O işitsel duyumun bende artık bir dökümanı var hissiyatı oluyor.
İşitsel halüsinasyonların sanattan anladığımız şeyi değiştirebilecek şekilde yeniden işlenebileceğine inanıyor musun?
Evet inanıyorum. O uğultulara yeterince kulak vermek ve belli bir tür yorumsama tekniği geliştirmek suretiyle.
Doğa Ünyaylar, Acousma, Kişisel sergi, İMALAT-HANE, 2023, Fotoğraf: Emirkan Cörüt
Nasıl bir yorumsama tekniğinden bahsediyorsun bu anlamda? Bunu geliştirme sürecin nasıl gerçekleşti?
Caz kulüplerine de gittiğim süreçte, gece hayatının çok sesli skalasından sonra eve gelip tek başıma kafamın içinde çalan uğultuları dinlemeye başladım. Neredeyse her biri birbirinden farklı desibellerde, renklerde ve tatlarda uğulduyordu. Bu seslere biraz daha yöneldiğimde üzerlerine daha felsefi diyebileceğim bir anlamda düşünmeye, gün içinde içime çektiğim ve tuttuğum seslerin bu mini ve devamlı özetlerini anlamlı bulmaya başladım. Bir an önce bitmesini istediğim rahatsız edici bir durum olmaktan pozitif bir fenomen olmaya geçiş yaptı, böylelikle. Adeta bedenimin içinde bir orkestra var ve tek dinleyicisi benim, derken buldum kendimi.
Acousma sergisi için yaptığım bir yerleştirme, sokakta yürürken yerde bulduğum bir jalûziyi stüdyoma getirmemle oluşmaya başladı. Nesneyi notasyon çizgilerine benzettiğim için taşıdım. Daha sonra şeritlerin arasına küçük hoparlörler yerleştirdim, bu mini hoparlörler de çizgiler arasında nota gibi görünüyordu. Bu hoparlörlerden normal koşullarda rahatsız edici olan çınlama seslerini sıra sıra vererek bir harmoni yarattım. Kişisel yorumlama biçimim bu şekilde. Rahatsız edici fenomenleri, sesleri alıp harmoniye çevirmek.
Stüdyonda çalışmaya ayırdığın bir günü biraz öyküler misin?
Öncelikle düşünmek, masa başında ya da bir koltukta oturarak düşünerek geçiyor. Yapmak istediğim şeyi en başından tahayyül etmek. Ardından gelen motivasyon ve heyecanla malzeme arayışına geçmek. Bazen bu motivasyon duyduğum herhangi bir sese kulak verip, o lahzadan ilerleyerek de oluşabiliyor. Dışarıdan gelen ve maruz kaldığım herhangi bir sese hayranlık duyarak da bu düşünme süreci genişleyebiliyor. Stüdyoma gittiğimde genellikle çağdaş caz parçalarından oluşan şarkı listemi açarım. Şu an eskisi kadar çok atölyeye kapanmış bir sanatçı değilim, gittiğim yerlerde notlar alıyorum. Sonrasında babamla ortaklaşa kullandığımız müzik stüdyosunda ses kompozisyonları oluşturuyorum.
Comments