top of page

Spot ışıkları altında burjuva: Fuarlar, bienaller ve festivalizm

Barış Acar & Alp Doğu Eser

İki sanat tarihçisi, Barış Acar ve Alp Doğu Eser'in, Karşı-konuşmalar isimli video serilerinin yeni bölümünün odağında fuarlar, bienaller ve festivalizm var



Türkiye çağdaş sanatı için ve adına bir konu var ki, onu çözümlemeden herhangi bir yere gidebilmemiz mümkün görünmüyor: Burjuvazinin tarihsel anlamı ve dönüşümü. Bunu anlamadan, bunun üzerine düşünmeden, çalışmadan, bırakalım bir sanatçının, bir akımın ya da sanat tarihi yazımının bugünün önünü açmayı, tıkalı olan borudaki sorunu görmeden kokudan şikayet etmenin bir adım önüne geçemeyiz.


Bu konuşmada burjuvazinin “siyasi tarihi” ya da günümüz “sınıfsal ilişkileri” açısından konumu gibi noktalar ufkun dışında tutuldular. Odak aldığımız nokta sanat üretiminde “kamusal alanın yaratımı” oldu. Zira bize göre kamusal alanın başat niteliği onun kurgusunun sanatsal olmasıdır. Bu, üzerinde çok durulmamış olsa da kanımızca sanatla örülmüş bir siyaset teorisi bağlamından çalışılmayı bekleyen önemli bir konudur. Burjuvazinin üretimi olan “kamusal alan” 17. yüzyıl Fransız salonları geleneğinden başlayarak günümüze kadar nasıl evrilmiştir, neden ve nasıl sanatla iç içedir gibi sorular temel çıkış noktamızı belirledi. Bu yüzden başlığımız “fuarcılık ve festivalizm” çerçevesinde belirlendi.


Videoda bu olgunun kimi nedenleri ve sonuçları üzerinde durabildik sanıyorum.


Örneğin 1848’de Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’yu yazdıkları ortamın salonlarda yoğun olarak politikanın ve sanatın tartışıldığı ortam olduğunu söyledik videoda ama şunu da ekleyebilirdik: “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor, komünizmin hayaleti.” diye başlar manifesto. “Katı olan her şey buharlaşıyor”la devam eder. 20. yüzyılı belirlemiş olan politik bir metne/ harekete bundan daha şiirsel bir giriş düşülünebilir mi? Kamusal alanın doğduğu yerde sanat ve politikanın nasıl sırt sırta savaştığının muazzam bir örneğidir bu. 


Bu ilk kerteriz.


Bunun yanında burjuvazinin çalışan bir sınıf olma niteliğiyle aristokrasiden farkları var, ki devrimci hamlelerin hemen hepsi buradan gelecek. Açtığı alanda rasyonaliteyi ve üretimi toplumsal yaşantının en önemli unsuru haline getirecek olan burjuvazi, kastları reddederek sınıfsal hareketleri önvarsayar. Hobsbawn’ın söylediği gibi “burjuva geçirgendir”. Ne var ki daha başlangıçlara ekilmiş “akılcılaştırılmış üretim”in Calvinist yorumu, düşüncenin ve felsefenin yaratıcısı olan boş zamanın (leisure) yok edilmesini de varsayar. Weber’in Zweckrationalität'i (hedef odaklı aklı) Horkheimer’ın söylediği gibi “araçsallaşan akıl” olarak aklın yıkımını da peşisıra sürüklemektedir. 20. yüzyılda tarih sahnesinden silindiğini düşünürken bugün yeniden karşımızda olan faşist ideolojileri buradan okumak gerekir.


Bu da ikincisi.


Konuşmamız içinde “Yapay Zekâ”nın (AI) sanattaki kimi uygulamalarına değinerek ve sanat tarihinin  kökenlerine uzanarak, Wölfflin’den kimi anekdotlarla, aklın nasıl işlevsizleştiğini örneklemeye çalıştık. Yapay zekâ konusunu yeniden uzun uzadıya tartışacağız ama burada özellikle altını çizmek gereken bir nokta var ki, sanat ve AI üzerine şu ana dek geliştirilmiş çerçeveler, ne yazık ki, cep telefonlarının yapay zekâyı bir “nitelik” olarak satarak pazarlarını genişletmeye çalıştığı bir dönemde commercial (ticari) bir hamle olmanın ötesine geçiyor gibi görünmüyor.


Uzun ve meşakkatli bir konu ama bu olguyu, Amerika’da Trump iktidarıyla birlikte artık düpedüz sahnede olan tekno-feodalizm çağının bir parçası olarak düşünmek ve ona göre pozisyonlar üretmeye çabalamak gerekiyor belki de.


Fuarcılığın burjuvazinin tarihinde önemli bir yeri var, Dünya Fuarları’ndan Bienaller’e dek çok geniş bir skalada. Özellikle de innovative (yenilikçi/ yaratıcı) karakteri dolayısıyla. İnovasyonu ortadan kaldırırsanız elinizde pazardan başka bir şey kalmayacaktır. Burjuvazinin “akıl üretmek” konusunda büyük çıkmazlar yaşadığı çağımızda sanat festivallerinin içine düştüğü duruma çok da şaşırmamak gerekiyor ama Türkiye açısından sorun bir kat daha karmaşık, zira her şeyden önce kendine güvenen bir burjuvazi bulmak konusunda yaşadığımız sorun dolayısıyla “dışa bağımlılık” tek seçenek gibi kalıyor. Dışa bağımlılığın “dışa kapalılık”la nasıl at başı gittiğini de videomuzda değerlendirmeye çalıştık.


Son olarak güncel sanatsal örnekler üzerinden ele aldığımız politika ve sanat ilişkisi sorunu hakkında bir-iki şey söylemek gerekiyor.


Kamusal alan, konsensüs üretimi aracılığıyla çalışır. Lakin, Jacques Rancière, Chantal Mouffe, Giorgio Agamben, Carl Schmitt gibi bir dizi düşünür açıkça göstermiştir ki, bu ilişki biçimi güçlünün güçsüzü rızaya mecbur ettiği bir “ortak akıl” fikri üzerinde çalışır. Eğer ki demokratik toplum fikrinin arkasında durmak isteniyorsa[1] "konsensüs"ün karşısına "dissensüs"ü (uyuşmazlık) koymak, Mouffe’nin deyimiyle “agonistik” tavrı elden bırakmadan konuşabilmek gerekiyor. Bize göre bu tavır zaten sanat yapıtının varlığına içkindir. Sıkıntılı olan şey, sanat yapıtı üretmek yerine “pazara ürün” ya da “sözüm ona politik mesaj” üretme gayretlerini sanat adı altında dolaşıma sokmak olarak nitelenebilir.


Çok yakında, makine öğrenimi (machine learning) Yapay Zekâ (artificial intelligence) ve HRI (Human-Robot Interactions) konularına odaklanacak sonraki videoda buluşmak üzere.


 

[1] Demokrasi kavramıyla neyin dile geldiği, ne kadarının başarıya ulaştığı, ne kadarının sözde demokrasilerde (asıl olaraksa oligarşik yapılarda) kaldığı üzerine uzun uzun söz alamak gerekir. Bizim için bu konuda iki belirleyici kaynak olarak, Ranciere’in Demokrasi Korkusu kitabında ele aldığı şekliyle demokrasi ya da Kojin Karatani’nin “izonomi” olarak tarif ettiği modelleri kastediyoruz.

Comments


Commenting has been turned off.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page