top of page
Yazarın fotoğrafıUnlimited

Suya bakmak kendimize bakmak gibidir

Margaret Ross Tolbert ile Türkiye’deki su kültürü izinde çıktığı Proje SU yolculuğu hakkında konuştuk


Margaret Ross Tolbert


Amerikalı ressam Margaret Ross Tolbert öncülüğünde, Likya’daki su kaynaklarının izini sürmek üzere farklı disiplinlerden alanının uzmanı isimlerin katkısıyla hazırlanan Proje SU (Water Project: Leto Joins The Springs) kitabı Amerika, Türkiye ve Avrupa’da aynı anda okurla buluştu. Kitap, Türkiye’deki ve Türkçedeki su kültürünü ortaya koyarken bölge coğrafyasının tarımda kimyasal madde kullanımı, artan nüfus, madenler, imar projeleri ve küresel ısınma ile uğradığı yıkıma ve doğa talanına da dikkat çekiyor.


Proje SU


Bu projeyi hayata geçirme fikri nasıl ortaya çıktı? Proje SU’nun temel amacı nedir ve neyi başarmayı hedefliyor?


Beni üretmek için heyecanlandıran ve bana ilham veren şeyleri sanat yoluyla paylaşmayı seviyorum. Önceki kitabım AQUIFERrious'ta, Florida’daki yeraltı sularını ve tatlı su kaynaklarını ele alırken kitaba katkıda bulunması için davet ettiğim farklı disiplinlerden uzmanlara ve ustalara “su”yun daha büyük bir bütün olarak ele alınmasını önerdim.

Proje SU için, sıklıkla seyahat ettiğim ve bana birçok farklı şekilde “su kültürünün” nasıl bir şey olduğunu gösteren Türkiye'nin sularında paralel/kardeş bir proje yaratmak istedim. Bu su projeleri aynı zamanda daha büyük bir bütünün parçası. Bu ilhamı başkalarıyla paylaşmak istiyorum. Sanatı, onu bilgilendiren unsurlarla birlikte ele almak ilginç bir füzyon oluşturuyor. Bir sanat eserini bağlantı ve ilham kaynaklarından yoksun bir “nesne” olarak görmekten çok uzak bir yaklaşım bu. 


Aslında bilgi ve deneyimin bu yeni ifadeyi tetiklediği bir süreklilikten bahsediyoruz. Bir sanat eseri, parçalarının toplamından daha büyük bir sentezdir. Proje SU, sanat eserlerini ilham kaynaklarıyla bir araya getirerek daha büyük bir bütün yaratıyor. Bu durumda, yaratılan “bütün”, insanın suyla yeniden bağlantı kurması. Bu, tüm insanlık tarihini ve yaşamı mümkün kılan bir olgu. Büyük ölçüde sudan oluştuğumuz için suya bakmak da kendimize bakmak gibi. Sularla yeniden bağ kurarak eve dönmüş oluruz.


Proje kapsamında farklı katılımcıların yazıları ve sanat eserleri, kitap (ve sergi) başlı başına birer amaçtır. Ancak Proje SU, daha fazla erişim, program ve fırsat yaratmayı; bu su yollarını izleme ve insanlara kendi Proje SU’larını kendi bölgelerinde gerçekleştirme imkânı sunmayı hedefliyor. Onlar da bizim gibi suları takip ederek bu keşiften nasıl ilham aldıklarını gösterebilirler. Suyun bize verdiği bu armağanları tanımamızı ve kutlamamızı, liderlerimizi ve politikalarımızı suların korunması ve dikkatli bir şekilde yönetilmesi için yeniden yönlendirmeye teşvik etmemizi istiyorum.


Pratik anlamda, su tüketimimizi azaltmalı ve yüzeydeki yaşamımızdan yeraltı sularına nelerin karışabileceğine dikkat etmeliyiz; suyu kirleticilerden uzak tutmalıyız. Bu projenin, insanları dünyaya suyun bakış açısından bakmaya teşvik etmesini istiyorum. İnsanların suyla karşılaşma ve ona dalma deneyimlerinden etkilenerek önceliği deneyime, otantikliğe ve üretmeye vermesini umuyorum.


Önce Türkiye, sonra ABD olmak üzere bu SU sergileri ve projeleri aslında keşif gezileri için bir program: Yürüyüş, yüzme, şnorkelle dalma, yazma ve çizme. O şarkıları, atasözlerini ve hikâyeleri bulmak, belki bilim insanlarıyla birlikte suyu test etmek, mağara dalgıçlarının akifere yaptıkları yolculukların hikâyelerini dinlemek... Sanatçı, yazar ve bilim insanlarından oluşan ekiplerin değişimini organize etmeyi amaçlıyoruz.


Proje SU, suyun doğal sistemlerindeki haliyle –tatlı suyu konu alarak– yerleri ve tarihleri “suyun bakış açısından” düşünmeyi amaçlıyor. Bu nasıl görünebilir ve nasıl anlatılabilir? Su yollarını takip etmek, geleneklerle, ritüellerle, mitlerle ve günümüzdeki yeni deneyimlerle ilgili hikâyelerin ortaya çıkmasını sağlıyor. Proje SU seyahatlerinde, her zaman yeraltı su yollarını tamamen takip edemiyoruz ancak mümkün olduğunca suyu takip ediyoruz, ta ki denize dökülene kadar. Tıpkı eski insanlar gibi, suyun bizi yönlendirmesine izin veriyoruz. Bazen dünyayı suyun merceğinden, hem kelimenin tam anlamıyla hem de mecazi olarak görüyoruz.


Su sizin için neden bu kadar önemli? Su ile olan bağınızın kişisel ve sanatsal perspektiflerinizi nasıl şekillendirdiğini açıklayabilir misiniz?


Suyun varlığımız ve yaşamımız için temel olduğunu anlamadan çok önce, suyun görsel çevremizi yeniden düzenlemek ve farklı bir gerçeklik göstermek için sunduğu şeffaflık, yansıma, kırılma gibi görsel nitelikleri beni çok cezbetti. Bunu natürmort resimlerimde kullandım. Bir gün pınarlara gittim, sanki yansımalarla ve kırılma pencereleriyle natürmortlarım genişledi ve gerçek hayatta girdiğim bir yer haline geldi. Suyun sürekli hareketini, değişimini ve sesini her zaman sevmişimdir. Suyun pek çok farklı biçime büründüğü Florida'ya taşınmadan önce dağ nehirleri ve pınarların etrafında büyüdüm, suya çok ilgi duydum. Sonra bunun sanatım için sembolik bir içerik ya da motiften daha fazlası olduğunu fark ettim.


Proje SU


Proje SU, farklı coğrafyalar arasında bir köprü kuruyor. Türkiye ve ABD gibi iki farklı kültür arasındaki su kültürlerindeki benzerlikler ve farklılıklar sizi en çok hangi yönden etkiledi?


Türkiye'de bir su kültürünün varlığını fark etmeye başladığımda beni etkileyen şey, insanların hâlâ suyun daha doğal bir formuyla temas halinde olmasıydı. Suyu her zaman şişelenmiş ya da kutulanmış bir meta olarak deneyimlemediklerini, bizimkiler gibi borularla getirmediklerini ya da diğer içeceklerin, yemek, temizlik ve benzeri şeylerin bir bileşeni olarak görmediklerini söyleyebilirim. Buradaki insanlar suyun kaynağını, geldiği pınarları biliyorlardı. Doğal niteliklerini seviyorlar, bir kaynaktan, bir çeşmeden gelen suyun görüntüsünü ve sesini kutluyorlar, bu insanları neşelendiren bir şey. Farklı coğrafi bölgeleri iyi restoranları, spor tesisleri ya da iş ortamı için değil, oradaki sular için tarif ediyorlar. “Sular çok güzel!” diyorlar. Suyu arıyorlar, onun hakkında konuşuyorlar, onun hakkında hikayeler anlatıyorlar. Bu ABD'de hâlâ bir dereceye kadar oluyor ama Türkiye'de çok daha büyük bir ölçüde mevcut bir durum. Türkiye'den biliyorum ki su insana neşe veriyor ve bunu kutlamamızı istiyorum. 


Proje SU sırasında Türkiye’nin doğal manzaraları ve antik su yapıları sanatsal vizyonunuzu nasıl etkiledi? Bunlar size özel bir çalışma veya fikir için ilham verdi mi?


Tarih, yolculuk, geçmiş uygarlıkların ve insan yapımı yapıların izlerini taşıyan çalışmalarımın çoğu, Türkiye'ye ve ticaret yolları üzerindeki diğer bölgelere yaptığım yolculuklardan ilham alıyor. Seyahat ederken yaptığım eskizlerden yola çıkarak çalışıyorum. Ve sonradan fark ettim ki kültür merkezleri ve ticaret yolları zaten su yollarının üzerindeymiş!

Genelde doğal sahneleri resmettiğim çalışmalarım insan yapımı yapıları gölgede bırakıyor ya da The portal leads to the springs çalışmasında olduğu gibi ikilemli bir çalışma bütünü olarak var oluyor. Bu yan yana gelme durumlarında doğal sahneler insan yapımı yapılardan çok daha büyük oluyor. Ancak Proje SU için Türkiye'de, su ve yapaylığın tekil bir imgede buluştuğunu görebiliyor ve düşünebiliyorum. Bu benim için yeni bir meydan okuma oldu ve proje için yaptığım çalışmaların/resimlerin odak noktasını oluşturdu. Hem yolculuk hem de varış noktası aynı anda iki farklı zaman türüne işaret ediyor. Sıklıkla “suyun” boyama işlemi sırasında yapıları silerken veya aşarken yeniden ortaya çıkışını izliyoruz. Renk ve pigment alanlarının ortam akıntıları tarafından süpürüldüğünü görüyoruz. Boya yapısı ve süreci bize suyu hatırlatıyor ve su yanılsaması veriyor. Kitapta yer alan Limyra ve Dereağzı resimleri ile Selge'deki bazı sarnıç ve pınar resimleri bu su ve yapı birlikteliğinin, yolculuk ve özlemin örnekleri.


Kuruyan Avlan Gölü, Fotoğraf: Naziha Mestaoui


Bir sanatçı olarak, sanatın su koruma gibi çevresel konular hakkında farkındalık yaratmadaki rolünü nasıl görüyorsunuz? Sizce sanat somut değişimlere öncülük edebilir mi?


Tarih ve bilimden, en önemlisi de suların içinde olma deneyiminden duyduğum heyecan ve ilhamla adeta tutuşuyorum diyebilirim. Bu, benim çalışmamın potasıdır; beni bir yere götürür ve yaratıcı olabilmem için enerji verir. Sanatı esasen bu yaratma dürtüsü yüzünden yapıyorum; tüm bu dünyaların arasında bir şeyler yaratma arzusu. Bu benim yanıtım.

Fakat fark ettim ki, birçok bilim insanı da dahil olmak üzere, başkaları için sanat alanı, özgürce hayal kurabilecekleri, kendilerini ifade edebilecekleri ve başka bir platformda bulamayabilecekleri fikirleri özümseyebilecekleri bir yer oluyor. Bir şekilde, sanatla temas edilen o "alan", yabancı fikirlere dair düşünmeyi, değerlendirmeyi ve anlamayı mümkün kılıyor. Sadece bir sanat sergisinin yarattığı atmosfer bile hem fiziksel hem de duygusal olarak bu farklı alanı açabiliyor. Bu sayede bir birlik ve uzlaşma hissedebiliyoruz ve fikirlere karşı direncimizi bırakabiliyoruz.


Proje SU, sanatçılar, yazarlar, bilim insanları ve gazetecilerin değerli katkılarıyla hayata geçirildi. Bu disiplinler arası iş birliği, projeyi daha kapsamlı ve anlamlı hâle getirdi. Aidan Koch, Mel Kenne, Anna Löwdin, Naziha Mestaoui (anısına), Neriman Polat, Jarrod Ryhal, Yeşim Ağaoğlu, Sidney Wade, Brenna Macrimmon, Dr. Jan Schall, Dr. Emine Onaran İncirlioğlu, Yusuf Yavuz, Gökhan Türe (anısına), Ayşe Banu Türe Somuncuoğlu, Cem Orkun Kıraç’ın katkıları ile bu proje hayata geçti. Emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum; katkıları bu projeyi çok daha anlamlı bir hale getirdi.

-Margaret Ross Tolbert

Comments


Commenting has been turned off.
bottom of page