Ülkemizi sarsan 6 Şubat depremlerinin üzerinden bir yıl geçti. Geleceği inşa ederken yaşadıklarımızı unutmamak amacıyla ve 6 Şubat depremlerinin birinci yıldönümü vesilesiyle başlattığımız röportaj serimizin ilk konuğu Murat Germen
Röportaj: İbrahim Cansızoğlu
Kahramanmaraş, Pazarcık, Fotoğraf: Murat Germen
6 Şubat depremlerinin hemen ardından bölgeye gittiğinizi biliyoruz. Sonraki süreçte kaç kez ve ne kadar süre boyunca deprem bölgesinde bulundunuz? Geçtiğimiz bir yıl içinde sizce neler değişti ve neler hiç değişmedi?
Sonraki süreçte bir kere gidebildim ne yazık ki, o da sadece Antakya’ya. Daha çok gidebilmiş olmak isterdim ama hayat mücadelesinin zorladığı yoğunluk buna izin vermedi, özellikle de ülkenin içinde bulunduğu derin ekonomik kriz göz önünde tutulduğunda. Bu tür araştırmalar için destek bulmak pek zor olduğundan, her şeyi kendi imkanlarınızla yapmak zorunda kalıyorsunuz çünkü. Tarsus’taki I. Akdeniz Bienali’ne katılım çağrısı almıştım ve Ekim 2023 ortasında açılışa gittiğimde 17 Ekim gününü Antakya’ya bir güncelleme ziyareti yapmak üzere ayırdım. Hiç değişmeyen Antakya’nın yıkım sonrasındaki yeniden inşa sürecinin henüz başlamamış olmasıydı; değişen ise yapılan onca araştırma, ikaz, ricaya rağmen tarihi miras sınıfına giren ve restorasyonla hayata geri dönebilecek bazı eski yapıların dümdüz edilmesiydi. Diğer yandan, çarşı gibi merkezi konumdaki bazı lokasyonlarda hayat başlamıştı ve bunu görmek umutlandırdı. Daha önce enkazın arz ettiği tehlikeden dolayı giremediğim bazı sokaklara girebildim ama her şey dümdüz edildiği için, daha önce tarihi kent dokusunun yoğun olduğu alanların boş arsa halini görmek üzücüydü.
Kahramanmaraş, Pazarcık, Fotoğraf: Murat Germen
Neredeyse depremlerin ilk gününden beri fotoğrafın bir iletişim aracı olarak barındırdığı tüm olanakları, tabiri caizse, seferber ederek çok kapsamlı ve uzun soluklu bir faaliyete giriştiniz. Fotoğrafın belgeleme, kanıt sunma, ifşa etme, saklananı açığa çıkarma, zaman içindeki değişimi tespit etme gibi pek çok işlevini hakkını vererek yerine getirdiğiniz çok değerli bir arşiv oluşturdunuz ve oluşturmaya devam ediyorsunuz. Bu arşivi şimdiye dek hangi mecralarda, hangi formatlarda paylaştınız ve arşivin paylaştığınız kısmı nasıl etkinliklere öncülük etti?
Öncelikle bu değerli tespit için içtenlikle teşekkür ederim. Bu arşivi şehir plancıları, mimarlar, haritacılar, STK’lar, inşaat mühendisleri, konuya ilişkin çalışmalar yapan akademisyenler, hukukçular gibi farklı uzmanlık alanlarından bireylerle ve kurumlarla paylaştım. Bir Google Drive dosyasında biriktirdiğim bu 2.117 fotoğraflık arşiv halen paylaşıma açık.
Bu çalışmanın hemen sonrasında çeşitli konuşmalara çağrıldım ve bu etkinliklerde deneyimlerimi aktarma şansı buldum. Birçok çevrimiçi ve basılı yurtiçi/yurtdışı yayına ve mecraya bu fotoğraflardan seçkiler yolladım. Columbia Üniversitesi’nde değerli Zeynep Çelik ve Zainab Bahrani ile Güz 2023 yarıyılında Tarih, Miras, Afet Sonrası Koruma başlıklı bir ders verdim. Columbia Global Centers ile bir konuşma ve yuvarlak masa toplantısı kapsamında iş birliği yaptım. İngiliz Kraliyet Mimarlar Birliği Dergisi (RIBA Journal) deprem hakkında kısa bir haber yapmak istediğinde görsel katkısında bulundum. Kısacası, bu çalışmanın gerek yurtiçinde gerek yurtdışında bir işe yaradığını görmek “iyi ki yapmışım” dedirtti. Bunun tümüyle bir teknik çalışma olmasının, fotoğraflarda coğrafi konum bilgisi bulunmasının ve yaptığım çekimin tipik fotoğraf sanatı içerikli bir eylem olmamasının bunda büyük payı olduğunu düşünüyorum. İnsanı iyice hüzünlendiren bazı fotoğraflarıysa olabildiğince paylaşmamaya çalıştım, ki çalışmanın ana odağından başka boyutlara geçilmesin, aktarmaya çalıştığım bilgi bulanıklaşmasın.
Deprem bölgesinde yalnızca fotoğrafçı kimliğinizle bulunmadınız aynı zamanda mimar bakış açınızla da çeşitli gözlemlerde bulundunuz ve bunların bir kısmını sosyal medya hesaplarınızda paylaştınız. Bu gözlemlerinizi şimdiye dek başka mecralar üzerinden de aktardınız mı veya aktarmayı düşünüyor musunuz?
“Unutma, unutturma!” mottosu çerçevesinde 2023 yılının sonuna kadar, insanları sıkmayacağını umduğum zaman aralıklarıyla, fotoğrafların bazılarını saptamalar ve gözlemler eşliğinde sosyal medyanın çeşitli platformları (Instagram, Facebook, LinkedIn) üzerinden sundum. Bunun nedeni insanların büyük çoğunluğunun bu mecraları çok yakından ve sıklıkla takip ediyor olmasıydı. Amacım bu bildirimler sonrasında insanların konuya dair yorum yapma arzusu göstererek angaje olmaları ve ihtiyaç duyduklarında iş birliği yapmak için çağrı yapmalarını sağlamaktı. Her ne kadar önceki soruda söz ettiğim mecralarda paylaşım yapsanız da en etkili etkileşim alanı sosyal medya. Sosyal medyada “çöp” sınıfına girecek içerik çoğunlukta olsa da bu alan, reklam bedeli ödemek zorunda kalmadan insanlara ulaşmanın en hızlı ve kolay yolu. En son paylaşım olarak Turkish Photography adlı Instagram hesabının depremin birinci yıldönümü dolayısıyla benden talep ettiği 30 fotoğrafı repost yaptım. Bu içeriğin eyleme geçmiş/geçecek bireylere, kurumlara ulaşması ve bu kapsamda olası yeni iş birlikleri, çalışmalara zemin sağlaması ümidim.
Kahramanmaraş, Merkez, Fotoğraf: Murat Germen
Geçtiğimiz sonbahar Kayseri Mimarlık Festivali’nde Bakma, Görme ve Anlatma Biçimleri başlıklı bir konuşma gerçekleştirdiniz. Bu konuşmanızdan bahsetmek ister misiniz?
Bir içeriği üretmekle konu bitmiyor. İçeriği üretirken neye, nasıl bakmak gerektiği konusunda da kafa yormak, bir ön çalışma yapmak gerekiyor. Örneğin, bir yere gitmeden Google Street View aracılığıyla “sokağa inmek” ve bir ön keşif yapmak bana çok zaman kazandırıyor. Söz konusu yere gittiğimde oraya dair aşinalık yaratan bir ön algım oluyor, nereye ve nasıl gideceğimi çözmüş şekilde oraya varıyorum. Bu ve buna benzer keşif niteliğinde ön çalışmalar, işin bakma ve görme safhasında bana zaman kazandırıyor. İçeriği ürettikten sonra ise diğer önemli aşamaya geçiyorum: Nasıl aktarmalı, anlatmalı? Çok iyi bir içeriği doğru bir şekilde aktaramazsanız o içeriği heder edebilirsiniz. Bu aşamayı ciddiye alıp yaratıcı enerjiyi sanatsal boyuttan tasarımsal boyuta çekmek gerektiğini düşünüyorum. Bu yolda, aktarım/anlatı/etkileşim tasarımını bazen kendim yapıyorum. Merdiven Art Space’deki Merdiven: Adım Adım sergisi buna bir örnek. Becerilerimi aşan bir durum olduğunu hissettiğimdeyse tasarım profesyonelleri ile iş birliği yapmayı tercih ediyorum. Birkaç örnek vermem gerekirse Ferda Art Platform’daki Feyezan sergisi için mimar Kerem Piker, Antalya Kültür Sanat’taki Nisyân sergisi için tasarımcı Yeşim Demir, ADAS’taki Olay Mahalli sergisi için oyun tasarımcısı Haluk Diriker gibi profesyonellerle iş birliği yaptım. Eserlerimin daha etkileyici bir şekilde algılanmasını, hatırlanmasını ve anılmasını sağladılar yaptıkları katkılarla, müteşekkirim.
Kayseri Mimarlık Festivali’ndeki sunumum genel olarak bu konulara odaklanıyordu ve burada sözünü ettiğim çalışmaların daha fazlasını orada paylaştım.
Belirtmek isterim ki bu sergi bir sanat eylemi değildi. Adında “sergi” geçen her şey bir sanat eylemi olarak algılanabiliyor, bu yüzden belirtmek zorunda kalıyorum. Böyle bir yıkım söz konusuyken bundan sanatsal bir üretim çıkarmak bana ters geldiği için Yer. Antakya. Hafıza / Antakya’dan Öğrenmek: Kültürel Miras ve Düşündürdükleri'nin teknik bir aktarım olarak görülmesini tercih ediyorum.
Yakın zamanda Yer. Antakya. Hafıza / Antakya’dan Öğrenmek: Kültürel Miras ve Düşündürdükleri başlıklı bir sergi düzenlediniz. Bu sergi neleri içeriyordu ve hangi iş birlikleri neticesinde gerçekleştirildi?
Öncelikle belirtmek isterim ki bu sergi bir sanat eylemi değildi. Adında “sergi” geçen her şey bir sanat eylemi olarak algılanabiliyor, bu yüzden belirtmek zorunda kalıyorum. Böyle bir yıkım söz konusuyken bundan sanatsal bir üretim çıkarmak bana ters geldiği için Yer. Antakya. Hafıza / Antakya’dan Öğrenmek: Kültürel Miras ve Düşündürdükleri'nin teknik bir aktarım olarak görülmesini tercih ediyorum. İTÜ Restorasyon Programı deprem öncesi, yanlış hatırlamıyorsam 2003 ve 2005 yıllarında, Antakya’da yüksek lisans seviyesinde çalışmalar gerçekleştirmiş. Arşivlerindeki detaylı rölöve çizimlerinin içerikleri benim deprem bölgesinde çektiğim fotoğrafların bazıları ile örtüşüyordu; özellikle de Kurtuluş Caddesi ekseninde. Bir sanat etkinliğine katılmak üzere 2006’da Antakya’ya iki defa gidişimde çektiğim fotoğraflar (ne yazık ki o yıllarda arşiv tutmaya şimdiki kadar motive değildim ve şimdilerde çektiğim kadar çok sayıda fotoğraf çekmemiştim) da söz konusu olduğu için iş birliği yapmaya karar verdik. Benim için çok değerli bir emektaşlık oldu çünkü teknik içerikli karşılaştırmalı fotolar teknik çizimlerle yan yana gelince sunum karşılıklı zenginleşti. Sergi üç ay boyunca Metrohan’da kaldı ve bu sayede birçok kişiye ulaştı. Sergi sırasında paneller düzenlendi, söyleşiler yapıldı. Aynı sergi şu anda İTÜ Taşkışla yerleşkesinde sergilenmekte, mimarların ve kent plancılarının yetiştiği bir akademik ortamda içeriğin “hatırlatıcı” olarak göz önünde olmasını anlamlı ve değerli buluyorum.
Yer. Antakya. Hafıza / Antakya’dan Öğrenmek: Kültürel Miras ve Düşündürdükleri sergi görüntüleri
Akdeniz Bienali’ne katılmak için gittiğiniz Tarsus’ta eski Tarsus evlerinin deprem sonrası durumlarını belgelediniz. Bu bölgede kültürel mirası korumak adına herhangi bir çalışma yürütülüyor mu?
Tarsus’un depremden çok etkilenmemiş olduğunu gözlemledim. Orada başka türlü bir “deprem” olmuş. Kaydadeğer ve nevi şahsına münhasır bir mimari miras neredeyse tümüyle çürümeye terkedilmiş. Türkiye’nin bir çok yerinde benzer vakalar görüyoruz (örneğin yukarıda sözü geçen festival için gittiğimde kaydedip paylaştığım Kayseri Talas evleri) ama arada sahiplenilen ve restore edilen yapılar da göze çarpabiliyor. Tarsus’da bu anlamda bir sahiplenme, koruma, yenileme göremedim maalesef; bu değerli kentin nedense tam oluşamamış turizm potansiyeli canlandırılıp bu hamle ile eski evler hayata kazandırılabilir. Neyse ki yapıların çoğu taş mimari; her ne kadar ahşap detaylar zarar görmüş olsa da iskeletin tümü ayakta duruyor ve ülkemiz yönetimleri mimari, tarihi mirası çok daha kapsayıcı bir şekilde sahiplendiğinde bu yapıları onarmak olası. Diğer yandan, yönetimler bu işe soyunmuyorsa, hali vakti yerinde olan sivil toplum birey ve kurumlarının bu sahiplenmeye aday olmaları gerekiyor. Söz konusu iki yerleşim (Tarsus, Talas) ekonomik anlamda bunu gerçekleştirebilecek bir yerel nüfusa sahip.
6 Şubat depremleri sonrası hasar gören dini yapılarla ilgili gözlemleriniz neler oldu? Özellikle Hatay’ın sahip olduğu kültürel miras çeşitliliğinin yeniden canlandırılması amacıyla yürütülen faaliyetleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dini yapıların kendinden menkul bir “kutsal”lıkları olduğu için eski yapılar arasında en çabuk alaka gören, müdahale edilen yapılar olduklarını söylemek mümkün. Ekim 2023’teki ziyaretimde zarar görmüş istisnasız tüm tarihi dini yapıların parsel sınırlarında inşaat perdesi vardı ve bu restorasyon, rekonstrüksiyon çalışmalarında ehil koruma uzmanlarının isimleri danışman olarak geçiyordu. Mamafih, kültürel miras çeşitliliği sadece dini yapılardan oluşmuyor. Sivil yapıların restorasyon ve rekonstrüksiyon çalışmalarında ise aynı hız ve özeni görebilecek miyiz bundan emin olamıyorum.
Rantçı kafa yine kendi bildiğini okumuştu ve “muhafazakâr” geçinmelerine karşın kendilerinden olmayan kimseyi dikkate almamıştı. Bir kez daha anladık ki bunların muhafazakârlık anlayışı kelimenin muhafaza boyutuyla değil kâr muhtevası ile yoğrulmuş…
Kahramanmaraş, Merkez, Fotoğraf: Murat Germen
Bölgede şimdiye dek edindiğiniz gözlemlere dayanarak deprem sonrası inşa süreçleriyle ilgili neler söylemek istersiniz?
Hollanda Araştırma Enstitüsü etkinlikleri kapsamında ODTÜ Kültürel Mirası Koruma Programı Restorasyon Bölümü’nün deprem sonrasında Antakya özelinde yaptığı müthiş çalışmayı çevrimiçi dinleme fırsatım oldu. Ekibin, onlarca ziyaret sırasında, mevcut tüm teknolojik ve analog yöntemleri kullanarak oluşturduğu müthiş içerik saygı uyandırıcı nitelikteydi. Ne yazık ki çalışma sonucu ortaya çıkan sonucun memleketi idare eden yönetimin (devlet diyemiyorum bu oluşuma) kurumlarınca ciddiye alınmadığını, ODTÜ Restorasyon Bölümü’nün “yıkılmadan, minör tamirlerle kesinlikle yaşamına devam edebilir” olarak belirlediği binaların çok büyük çoğunluğunun dümdüz edildiğini, tarihi mirasın rant hırsıyla yitirildiğini öğrendik. Çalışmanın bende uyandırdığı tüm saygı, bunu öğrenince kızgınlığa dönüştü. Rantçı kafa yine kendi bildiğini okumuştu ve “muhafazakâr” geçinmelerine karşın kendilerinden olmayan kimseyi dikkate almamıştı. Bir kez daha anladık ki bunların muhafazakârlık anlayışı kelimenin muhafaza boyutuyla değil kâr muhtevası ile yoğrulmuş…
Geçtiğimiz aylarda Hatay’ın Antakya ve Defne ilçelerinde oldukça büyük bir bölge Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı Kentsel Dönüşüm Başkanlığı tarafından rezerv yapı alanı olarak belirlendi. Hatay Barosu 50 bin insanın bu karar sonucunda mülksüzleştirmeyle karşı karşıya olduğunu söylüyor. Böylesi fırsatçı kararlardan geriye dönülmesi için bizler vatandaşlar olarak neler yapabiliriz?
Herkesten vergi alıp, daha birkaç gün önce “oy yoksa yardım yok” diyebilecek kadar fütursuzlaşabilen bu rantçı kafaya karşı yürütülecek her türlü mücadele, yapmamız gerekenler listesinde başlarda yer almalı. Bu kafanın işbirliği içinde olduğu ve “cici” vakıflar, kültür-sanat mekânları açarak tasarım ve sanat dünyasını öz-meşrulaştırma sürecine alet eden tekellerle olası işbirliklerinden mümkünse kaçınmak gerekir diye düşünüyorum. “Ama bunu nasıl olsa birileri yapacak, hiç olmazsa kaliteli ekipler bu süreçte yer alsınlar!” itirazları olacaktır bu dediğime. Şöyle bakalım: Öncelikle, her şeyi kendi bildiği gibi yürütmeye eğilimli, eleştiri kabul etmeyen, rantı ön planda tutan bir kafanın tasarımcıları yeteri kadar özgür bırakacaklarını düşünemiyorum. Diğer yandan, son kullanıcının hiçbir şekilde işin içine dahil edilmediği, katılımcı süreçler yerine kararların kapalı kapılar ardında verildiği süreçlerin bir kısmının, arada yapılan tek taraflı aktarımlarla katılımcıymış gibi gösterilmeye çalışıldığı bir akıştan nasıl umutlu olunabilir? Antakya’yı, çok kültürlülüğünden dolayı, kasıtlı bir şekilde görmezden gelen siyasi erk ile çok yakın ilişkileri olan yapılaşmaların parçası olduğu bir süreçten; Antakya’nın tarihi ve kültürel mirasının olması gerektiği gibi korunup sürdürülebileceği beklentisi içinde olmak aşırı iyi niyet midir yoksa aymazlık mıdır bilemiyorum. Yeniden inşa sürecini sadece fiziksel inşaat olarak gören, işe tamirle değil yıkmakla başlayan, işin toplumsal inşa boyutunu ise her soylulaştırma projesinin sonunda olduğu gibi olası yersizleştirme, belleksizleştirme süreçlerine kurban eden kafanın miras konusunda gerekli adımları atması zor görünüyor. Bu konuda on yıllardır çok geri kaldığımız ortada, ama son yirmi senedeki yıkım TC tarihinin hiçbir aşamasında kaydedilmedi!
Comments