top of page
Yazarın fotoğrafıAhmet Ergenç

Tarlabaşı Avangard


Sıla Yalazan, uzun süredir düzenli olarak Tarlabaşı’ndaki sokak hayatını, gündelik yaşam ritüellerini ve göçmenleri belgeleyen bir fotoğrafçı. Fotoğraflarının öznesi de ağırlıkla çocuklar. Yalazan’ın Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde 26 Nisan’a dek devam eden sergisi Yasak Oyunlar ise, Tarlabaşı’nın iki çocuğu Havin ve Şevval’in yaratıcılığından izler de taşıyor. Ahmet Ergenç, Yasak Oyunlar üzerine yazdı

743 kelime

Sıla Yalazan, Yasak Oyunlar sergisinden

Sıla Yalazan, Tarlabaşı’nda bir anlamda “avangard” anlar yakaladığı ve yarattığı sergisi Yasak Oyunlar için şöyle diyor: “Tarlabaşı ve Bauhaus okulu arasında bir çok benzerlik var. Komün hayatı, zanaat, el işine saygı. Ayrıca yaşadığımız dönem ve Weimar dönemi arasında çok büyük benzerlikler olması. Faşizmin yükselişi ,yasaklarla dolu bir hayat ve bunun sonucunda oluşan sanatçı kollektifleri gibi.”

Bu cümle, son zamanlarda üzerine çok düşündüğüm bir şeyi hatırlattı bana. Sanatta (ve edebiyat ve diğer alanlarda) avangard denilen döneme ya da politik-ütopik döneme bugün dönmek mümkün müdür? Eski avangardın ve ütopik halin bittiği jargonu (ki son derece politik-statükocu bir jargondur bu) boşa çıkarılabilir mi? İyi anlamda bir “anakronik dönüş” mümkün mü? Bu dönüşün önemi şu aslında, “çağın ruhu” denilen şeyin ya da çağ-sahnesinin dışına adım atmak ve yok olduğu varsayılan bir tahayyülü tekrar ele geçirmek.

Sıla Yalazan, Yasak Oyunlar sergisinden

Hal Foster çağdaş avangardı incelediği Yeni Kötü Günler adlı kitabında bugün için yeni bir avangard tanımı yapıyor. Tarihsel olarak avangard ya “verili bir simgesel düzenin ihlal edilip aşılmasını (sürrealizm)” ya da “yeni bir düzenin vazedilmesini (Rus avangardları)” içerir. Bugün bu iki itkiye de “anakronik” bir dönüş mümkün ama Foster bugün için “çağdaş” bir avangard strateji öneriyor: “Avangardın hedefi simgesel düzenin mutlak ihlali değil (mutlak kopuş yok) onu kriz halinde açığa çıkarmaktır... verili düzendeki çatlakların izin sürmek ve bunları harekete geçirmek.” Yani sahneyi tamamen terk etmek ya da yeni bir sahne önermek değil, sahnedeki çatlaklardan sızan krizleri ya da yeni ihtimalleri göstermek. Yani eski ya da “alternatif” bir sahne yerine, mevcut sahne içindeki radikal kırılmaları yakalamak.

Sıla Yalazan, Yasak Oyunlar sergisinden

Sıla Yalazan’ın Tarlabaşı’nda çocuklarla yaptığı bir atölye çalışmasının sonucunda ortaya çıkan Yasak Oyunlar, tam da böyle bir “kırılma” ya da “çatlak” anından yola çıkıyor. “Tesadüfen, başında kutu olan bir çocuk fotoğrafı çekmek bana başka pencereler açtı. Bu kare bana sanatına hayran olduğum Oskar Schlemmer’in Triadic Ballet’ini anımsattı. Bauhaus’un sadece stil, mimari, form değil aynı zamanda karmaşık, canlı, çeşitli bir topluluk olmasıyla Tarlabaşı’ndaki hayatta benzerlikler buldum.” Bauhaus ile Tarlabaşı arasında bir direkt hat oluşturan bu kırılma anı, Yalazan’ın Tarlabaşı’ndan iki çocukla, Havin ve Şevval’le bir fantastik - avangard maceraya çıkmasına yol açmış. Buluntu malzemelerden kendi kostümlerini tasarlayıp, Tarlabaşı sokaklarında “avangard” hareketler yapan ve bir fütürist operadan çıkmış gibi görünen bu çocukların radikal bir geçmişi şimdiye dahil ettiklerini görmek ve Tarlabaşı’nda “avangard” bir sokak sahnesine tanık olmak son derece ilham verici. Tarlabaşı, kostümlerini Maleviç’in tasarladığı ilk fütürist opera Güneşin Zaptı’na kısa süreliğine ev sahipliği yapıyor gibi.

Sıla Yalazan, Yasak Oyunlar sergisinden

Sergideki fotoğraflara eşlik eden kostüm çizimleri de biraz Maleviç’in kostümlerini anımsatıyor ve günümüz için bir alternatif persona ihtimali barındırıyor. Bu kıyafetleri giyerek “sokağa çıkacak” herkes, zamanda bir kırılma yaratabilir: Gündelik algıda yaratıcı hamlelere zemin hazırlayabilecek ve zamanın aslında lineer olmadığını hissettirebilecek bir kırılma. Zamanın lineer olduğunu ve geçmişteki “radikal” dönemlerin sona erdiğini ilan eden mevcut (ideolojik) bakıştaki çatlakları bulup, mevcut manzaraya yeni ihtimaller eklemek böyle bir şey. Aynı durum sergiye eşlik eden Salıncak adlı video iş için de geçerli. Kostümlü bir çocuğun sokağa gelen portatif salıncaktaki görüntülerinin montajından oluşan bu işe Alman ekspresyonistlerini akla getiren, yarı rüyamsı ve puslu bir hava hakim. Tarlabaşında ekspresyonizm ya da tarihsel geri dönüşler. Ya da tarihin şimdinin içinde patlak vermesi.

Bu serginin “politikası”nda güzel olan şey şu: Tarlabaşı gibi “madun” yerlerde çalışma yapan sanatçılar genelde oraların “belgelenmesiyle” ya da oralarda yaşayanların şahsi ve kayıp hikayelerinin anlatılmasıyla yetinir. Sonuçta da bu zone, kendini yine yalnız, geçici ya da misafir hisseder. Sıla Yalazan’ın Tarlabaşı görüntülerini bir sanatsal-tarihsel-politik bağlama oturtmasında ise şöyle bir ışıltılı yön var, dünya tarihinde kendine bir benzer bulma, tarihte bir karşılığa kavuşma, Tarlabaşı’nın figür ve hikayelerinin tarihte bir yere oturması. Burada söz konusu olan iki kız çocuğu olduğu için, sergiye bu ağır-teorik bilincin yanı sıra propagandif bir oyunsuluğun da hakim olduğunu söylemek lazım, adı üstünde: Yasak Oyunlar. Sahnedeki çatlakları aslında en iyi çocuklar (ve deliler) görür, bunu da unutmamak lazım.

Sıla Yalazan, Yasak Oyunlar sergisinden

Bu kadar “çatlak”tan bahsetmişken, merhum Cohen’le bitireyim bu yazıyı: “Her şeyde bir çatlak vardır, ışık böyle girer içeri.” O ışığı, geçmişin unutulmuş, radikal anları olarak da görebilirsiniz. Şimdi ve buraya sirayet eden “eski-radikal anlar”ın daha fazla peşine düşmek lazım. Buğulu bir radikal nostalji değil, politik ve estetik bir avangard araştırma hamlesi.

Comments


bottom of page