top of page
Tuğçe Karataş

Tasarım sahnesinde kadınların temsili


Angela Sperandio ve Samira Bouabana tarafından 2009 yılında hayata geçirilen Stockholm merkezli Hall of Femmes projesi, tasarımda kadınların rolünü ortaya çıkarmaya adanmış sergi, konferans, podcast, röportaj ve kitaplardan oluşuyor. Onuncu yılını kutlamaya hazırlanan Hall of Femmes’ın kurucularından Samira Boubana, kadınların tasarım alanındaki yetersiz temsilinden yola çıkarak, tasarım tarihine farklı perspektiflerden yaklaşma prensibiyle başladıkları yolculuklarını Tuğçe Karataş’a anlattı

992 kelime

Angela Sperandio & Samira Bouabana

Bize biraz Hall of Femmes’ ın hikayesinden bahsedebilir misin Samira? Nasıl başladınız ya da başlama amacınız neydi?

Hall of Femmes aslında şahsi pratiğimizin bir sonucu olarak başladı. Angela Tillman Sperandio ile neredeyse on yılı aşkın bir süredir kendi tasarım stüdyomuzu yürüttük. Ve o on yılın içerisinde bir zaman diliminin ortalarında bir yerlerde, tasarım alanında bir ömür geçiren diğer kadınlarla konuşup onların nasıl çalıştığını dinlemek istediğimizi fark ettik. Onların hikayelerini dinleyerek üzerine derinlemesine düşünmek istedik. Dolayısıyla bu proje oldukça kişisel bir ihtiyaç olarak başladı. Daha sonra ne kadar az şey bildiğimizi ve aslında çok az şey bilenin sadece bizler olmadığımızı fark ettik. Bunun için tasarım tarihini araştırmaya başladık ama alternatif tasarım tarihini tabii ki. O zamanlar, 2009 yılında, internette çok da fazla bilgiye erişemedik. Bu yüzden de alternatif kaynakları araştırmaya başladık, tasarım yıllıkları gibi. Sadece tasarımcı kadınların isimlerini bulmak bile zordu. Farkettik ki Amerika Birleşik Devletlerinde özellikle New York’ta 1950 yılından başlayarak iyi dokümante edilmiş tasarım tarihi arşivleri var. En başta araştırmalarımız bizi New York’ta birkaç röportaj yapmaya yönelttik. Birkaç yıl böyle devam etti. Sonrasında da bir blog’a evrildi. Ve açıkçası aldığımız tepkiler oldukça güçlüydü. Çünkü ne öğrenmek istediğimiz ve bunu kimden öğrenmek istediğimiz konusunda çok derin ve duygusal bir yaklaşımımız olduğunuz keşfetmiştik. Bence 2009 yılında birçok insan daha kapsamlı bir tasarım tarihine ulaşmak için alternatif tarihe bakmaya hazırdı.

Böylece bu proje sadece bizim ya da stüdyomuz için değil buna ihtiyaç duyan bütün insanlar için var oldu. Dolayısıyla bir sonraki işbirliğimizde de, grafik tasarım pratiğinden geldiğimiz için kitapları birer araç olarak kullanmamız oldukça doğal bir yaklaşımdı.

İşbirliklerinden bahsetmişken, bu konuyu biraz daha açabilir misin? İşbirliği yaptığınız kişileri nasıl ve neye göre seçiyorsunuz? Erkekler de buna dahil mi?

Biz bu iletişime her zaman erkekleri de dahil etmeye çalışıyoruz çünkü bu bizim olduğu kadar onların da geçmişi, kapsamlı ele alınmış bütüncül bir tarih kavramından herkes yararlanmalı. Açıkça söylemek gerekirse, on yıl önce bu projeye başladığımızda şimdiye nazaran çok da fazla işbirliği yapabileceğimiz aracımız yoktu. Bu projeye şu an başlıyor olsaydık tabii ki daha farklı olurdu. Çok daha fazla işbirliğine dayalı ya da crowdsourced diye tabir edilen topluluk kaynaklı bir proje olarak başlardı muhtemelen. Ama tüm bu teknolojik araçlar 2009 yılında bu işe başladığımız henüz ortalıkta yoktu. Biz küçük bir toplulukla sıfırdan başlayarak bir platform yarattık. Ve daha sonra yazarları ve prodüksiyon ekipleri kitaplar için birlikte çalışmaya davet ettik. Bu birlikte iş yapmaktan ziyade gerçekten bir komünite kurmak gibiydi. Mesela yakında serinin dokuzuncu kitabı yayınlanacak. Bu kitapta ilk defa bambaşka bir ekiple çalışma fırsatımız oldu.

Kitaplardan bahsetmişken, yayıncılık oldukça zahmetli ve maliyetli; kitap basımı da oldukça da uzun bir süreç. Günümüzde sosyal medya kanallarından daha hızlı ve daha az maliyetli bir şekilde daha geniş kitlelere ulaşmak mümkün. Hedef kitlenizi bu anlamda nasıl tanımlarsın?

Başlarda hedef kitlemiz genç okuyuculardı. Kitabın tasarımı bile, genç tasarım izleyicilerinin bunları satın alıp metroda okuyabileceği derlenmiş sayfalar şekliydi. Bu şekilde öğrencilerin okuma listelerine girmeyi planlamıştık. Fakat daha sonra bir şeyler değişmeye başladı ve röportajlarımızın videolarını yapmaya başladık. Tabii ki bu daha geniş bir kitleye yayılmasını sağladı. Fakat ben yine de insanlar eskisi kadar kitap okumuyor olsa da, kitapların bir çok açıdan oldukça değerli olduğunu düşünüyorum. Tabii arşiv için değeri de tartışılmaz. Bizim için en can alıcı noktası zaten kadın tasarımcıların enstitülerin ve kütüphanelerin arşivlerine girmeleri. Mesela serinin ilk kitabı Ruth Ansel’in hayatına ve işlerine adanmıştı. Daha sonra Ansel, Art Directors Club (Sanat Yönetmenleri Kulübü) topluluğunun Hall of Fame Laureates arasına seçildi. Ona sorarsanız bunun sebebinin o sırada kitabının basılmış olmasının büyük etkisi olduğunu söyleyecektir. Çünkü görüşmeye gittiğinde masada kendi kitabının olduğunu görmüş dolayısıyla o görüşmede herkes onun işleri kitapta basılı şekilde görüp tartışabildikleri için büyük bir fark yaratmış. Daha önce hiçbir yerde işleri toplanmış ve basılmış olmadığı için bu onun için çok büyük bir değer. Böylece Hall of Fame topluluğuna seçilerek Ruth Ansel de tasarım tarihinde yer edinmiş oldu. Bu bence bizim ve kitaplarımızın yarattığı değere en güzel örnek.

Hall of Femmes kitap serisi

Peki kitapta yer alacak tasarımcıları nasıl seçiyorsunuz? Hall of Femmes’ın bir organizasyonel bir yapısı var mı?

İlk seride yer alan röportajlar 2009 ve 2010 yılları arasında gerçekleşti. Bu röportajlar bizim değerlerimizi göz önünde bulundurarak seçtiğimiz tasarımcıların hikayeleri ve işlerinin bu seçkinin oluşmasında büyük bir rolü oldu. Amerikalı kadın tasarımcıların çoğunlukta olacağını planlamamıştık.

Ama şimdilerde Avrupalı kadın tasarımcılar ve hatta diğer kıtalardan tasarımcıları da dahil etmeyi planlıyoruz. Bu yüzden bir sonraki kitabımız işlerini hayranlıkla takip ettiğimiz Avrupalı bir kadın tasarımcıyla ilgili olacak. Kâr amacı gütmeyen bir organizasyon olarak, süreçte çok fazla çaba ve kaynak harcıyoruz. Bu yüzden de her zaman düşünce ve bakış açılarımızın ortak olduğu tasarımcıları seçmeye özen gösteriyoruz. Belki bu, seçim sürecini kişisel ve biraz da taraflı kılıyor olabilir ama projenin sürekliliği açısından bu duygusal bağlantı bizim için çok önemli.

Hall of Femmes' ın onuncu yıl dönümü yaklaşırken, kitap dışında planlarınız var mı? Sizin için bir sonraki adımlar neler? Hall of Femmes mirası ile ilgili neler düşünüyorsun?

Evet, geçen haftalarda ders verdiğim sırada bir anda neredeyse on yıl olduğunu söylerken bunun gerçekten farkına vardım. Henüz birşey planlamadık ama bizim planlarımız her zaman organik gelişiyor. Ve her zaman yeni şeyler denemenin peşindeyiz. Son birkaç yıldır konsantrasyonumuzu biraz azalttık. Şu an konuşmak istediğimiz birçok proje var. Mesela tasarım tarihinde temsiliyeti yetersiz olan sadece kadınlara değil de farklı etnik gruplardan insanlara da yer vermek gerekli. Ama sonuç olarak bizim odak noktamız kadınlar dolayısıyla kitaplarımızda en azından bu kısmı ele almaya çalışıyoruz. Miras konusunda ise, Hall of Femmes benim için daha yapıcı ama aynı zamanda da dikkat çekici bir şekilde yıkıcı-bozucu bir yaklaşım. Biz bir şeyleri farklı yapıyoruz, alışılmışın dışına çıkarak yeniden yapılandırıyoruz. Bu on yılın sonunda geçmişe dönüp neler yaptığımıza baktığımızda elimizde somut olarak ulaşabildiğimiz kitap serimiz var. Bu kesinlikle gurur duyduğum bir şey.

コメント


bottom of page