Design Unlimited'ın son sayısında Giulia Soldati'nin yeme içme tasarımı üzerine ilham verici bir keşfe çıkıyoruz. Bu keşifte sofra adabının tarihsel nüanslarından, beslenmeye dair değişen toplumsal görüşlere uzanıyor, söz konusu görüşlerin gıda seçimleri ve iyi yaşam sürme üzerindeki etkilerini de ele alıyoruz…
Röportaj: Ecem Arslanay
Giulia Soldati, Scarpetta, Fotoğraf: Carla Del Toro
Çok yönlü bir freelancer, fırıncı ve İtalya'nın Pollenzo kentindeki UNISG'de misafir profesör olan Giulia, komisyona tabi olan veya tamamen kişisel girişimi olan projelerinde geleneksel sınırları aşarken farklı becerilerini kusursuzca harmanlıyor. Projeleri yenilikçi yeme deneyimlerinden derinlikli gıda araştırmalarına uzandığı gibi, el yapımı seramikleri ve yeme araçlarına dair bir tutkuyu da taşıyor. Yemek politikaları, sosyal dinamikler ve coğrafi etkiler üzerine anlamlı diyaloglar için bir katalizör görevi görerek, yemeğin şenliği ve ritüeli teşvik eden dönüştürücü gücünü temel alıyor.
Giulia'nın metodolojisi, ellerin bilgi aracı olarak hizmet verdiği dokunsal bir keşfi öneriyor. O, besin malzemelerine dokunmanın duyusal tecrübesine kapılarak, onların zengin tarihini ve kültürel önemini ortaya çıkarıyor. Yenilikçi girişimi Contatto Experience, bu ethosu özetleyerek, mutfak kültüründe dokunmanın yoğunluğunu kucaklamak için tadın geleneksel normlarını aşıyor.
Diyaloğumuzda, Napoli'deki mangiamaccheroni gibi yerel uygulamalara odaklanarak, toplumsal normların ve kültürel bağlamların yemek deneyimlerimizi nasıl şekillendirdiğini araştırıyor, elle yeme geleneklerinden mutfak aletlerinin kullanımına geçişin tarihsel sürecine bakıyoruz. Zeytinyağı gibi malzemeleri sofralarında nasıl düzenlediğini inceliyor, belli sofra jestlerine yönlendirmek ve yeni değerler tanımlamak gibi amaçlarını ele alıyoruz. Buna ek olarak, mutfağa dair yaratımlarının mekâna özgü niteliğini ve kuşatıcı (immersive) doğasını ortaya koyuyor ve tüm duyuları harekete geçirme becerisini vurguluyoruz.
Yemeği çevresel etki ve sürdürülebilirlik gibi daha geniş konuları tartışmak için bir araç olarak görerek, canlı varlıkları tüketmek ile etik gıda seçimleri arasındaki karmaşık dengede geziniyoruz. Son olarak, gıda üretimini keşfetmek ve gıda ile daha derin bir bağ kurmak için araç olarak gördüğü ekmek pişirme girişimlerini kapsayan sanatsal pratiğinin son uygulamalarına da yer veriyoruz.
Giulia Soldati, mangiamaccheroni, Fotoğraf: Yen-An Chen
Yemek performatif bir eylem ve her mutfak ritüelinin kendine özgü bir koreografisi var. Geleneksel “sofra adabını” aşmaya nasıl başladın? Elbette hepimiz çocukluğumuzda bunları sorguladık ve eleştirilere rağmen yemekle “oynadık;” ancak bir tasarımcı olarak, bu alışılmışın dışındaki yeme deneyimlerini bilinçli olarak nasıl oluşturmaya başladın?
Yemekle aramızda mesafe yaratan nesnelere bakarken gördüm ki sofra adabı, farklı kültürler bağlamında ortaya çıkmış. Başta farklı kültürlerden esinlenen bir şey yaratmayı düşündüm çünkü birçok kültürde eller çatal-bıçak veya alet olmadan kullanılıyor. Çeşitli sofra adapları ancak Batı kültüründe devreye giriyor. Amacım, bağlam odaklı sofra adapları veya görgü kuralları oluşturmaktı. Yemek ile bedenimiz arasında ayrım yaratan nesne ya da unsurlardan yoksun kalsak ne olur? Böyle durumlarda, görgü kuralları alışkın olduğumuz sofra adabından farklı olur mu? Hangi koşullar altında? Bunları keşfetmek ilginçti; nihayetinde her şey bağlamla alakalı.
Kültürel sofra adabını tartışırken, mangiamaccheroni'nin tarihsel uygulamasına ilişkin projeni konuşabiliriz. 1700'lerde Napoli'de insanların makarnayı doğrudan elleriyle yemesi yaygınmış. Bu kültürel pratikten çatal kullanımına geçiş nasıl gerçekleşmiş olabilir?
O dönemin günlük yaşamında çatal gibi kesici aletlerin bulunmaması büyüleyici. İnsanlar muhtemelen yemek için kâse, sıvılar için kaşık ve av bıçağı kullanıyordu, ancak çatallar henüz mutfak ürünlerinin bir parçası değildi. Bu çatal eksikliği mangiamaccheroninin gözlemlenmesini daha ilginç kılıyor, özellikle de çatalla ilişkilendirmeye alışık olduğumuz spagettinin aslında elle tüketildiği düşünüldüğünde. Avrupa'dan gelen gezginler, özellikle de Büyük Tur (Grand Tour) yapanlar, yerel halkın spagettiyi parmaklarının etrafında nasıl döndürdüğüne hayret etmişler.
Çatalın yaygınlaşması, hijyen gibi unsurlar değerlendirildiğinde, kültür yoluyla sosyal evrimimiz üzerine ilginç bir soru teşkil ediyor. Bu, yoksullukla aramıza mesafe koyma ya da kültürel olarak kabul edilenle edilmeyen arasında belirgin sınırlar oluşturma arzusuyla da alakalı olabilir. Mutfak aletlerinin kullanılmaya başlanması hijyen kavramıyla bağlantılı olabilir ve kültürün, entelektüelliğin ya da sosyal statünün bir sembolü haline gelmiş olabilir.
Giulia Soldati, mangiamaccheroni, Fotoğraf: Yen-An Chen
Elle yemenin oyuncu bir niteliği olduğu da düşünülebilir. “Oyun”un modern toplumdaki azalan mevcudiyeti kolektif refah ve yaratıcılığı etkiliyor olabilir mi? Sen –daha zengin bir insanlık tecrübesi için– önerdiğin bu eğlenceli sofra adabını gündelik pratiğine dahil edebiliyor musun?
Aslında yemek yeme tecrübesine oyun katma gibi bir niyet beyan etmedim. Yemeğe ilkel yaklaşmak, genellikle ciddiyetsiz olarak görülse de, benim için duyularımızla gerçek bir etkileşimi temsil ediyor. Bu tür deneyimlere olan eğilim, neyi ciddi kabul edip etmediğimize dair algımızdan kaynaklanıyor. Eğlenceli bir yemek deneyimi için nasıl bir bahane ya da açıklama ihtiyacı hissettiğimizi gözlemlemek gerçekten ilgi çekici.
Ben genellikle çatal-bıçak kullansam da, eğer ruh halim beni ellerimle yemek yemeye iterse, bunu bir restoranda bile yapabilirim. İşin en etkileyici yanı, başkalarının tepkilerini gözlemlemekte yatıyor. Çoğunlukla çatal kullansam da, yemeğin türüne bağlı olarak ellerle yemeyi daha uygun bulduğum anlar da oluyor.
Çatal kullanmak ya da elle yemek tercihini nasıl yapıyorsun? Bunu etkileyen faktörler nedir?
Bazen bu karar içgüdüsel olabilir; mesela salatanın dokusunu çıplak elle kucaklamak isterken çatal kullanmak gereksiz hissettirebilir. Belirli yiyecekleri kesmek yerine kırmayı tercih edebilirim. Belirli yeme deneyimlerinin sıcaklığı ve dokunsal niteliği hazzımı artırabilir. Bu seçimlerde katı kurallar yok; kişisel tercihlerin bir tezahürü olarak görülebilir. Geçenlerde Hintli bir arkadaşımla yaptığım bir sohbette farklı bir bakış açısı yakaladım. Onlar için bazı yiyecekleri elle yemek sadece bir tercih değil, katı bir bağlılık. Ben ise katı bir duruş sergilemiyor, kişinin yemekle kurabileceği çok çeşitli ilişkilerden zevk alıyorum.
"Yemeğe ilkel yaklaşmak, genellikle ciddiyetsiz olarak görülse de, benim için duyularımızla gerçek bir etkileşimi temsil ediyor."
Giulia Soldati, Tera & Feu with spontaneus lab, 2023, Fotoğraf: Abril Macias
Gastronomi alanında dokunsal nitelik, tat ve görünümün baskınlığı karşısında arka plana itiliyor. Sen yiyeceklerin dokunsal niteliğini ne kadar önemli buluyorsun? Yemek tasarımlarında bu nitelik, lezzet ve estetik kadar yer buluyor mu? İhmal edilen bir de ses niteliği var; bence cipslerin tatmin edici çıtırtısını göz önünde bulundurmak gerekir… Sen işitsel yöne ne kadar ağırlık veriyorsun? Sence bu, yeme hazzına nasıl katkıda bulunuyor?
Benim için yemeğin dokunsal niteliği tat ve görsel estetiğin ötesinde. Bu, yemek deneyimine başka bir katman ekliyor. Sofra araçları kullanmak genelde tat ve görsel estetik yoluyla yiyecek hakkında belirli bir tür bilgi sağlar. Ancak dokunmanın sunduğu anlık duyusal etkileşim benzersiz. Çok sayıda sinir ucuna sahip, son derece uyarılmış bir ortam olan deri, güçlü ve hızlı bilgi edinme aracı haline gelir. Örneğin çocuklar, ilk keşiflerini içgüdüsel olarak dokunma yoluyla yaparlar, bu da dokunmanın ilkel ve güçlü bir duyu olduğunu vurgular.
Bence diğer duyularla –görmek ve tatmak gibi– başlamak da önemli bilgi sağlayabilir ancak dokunma daha kişisel ve bir o kadar da anlık bir bilgi ve his katmanı ekliyor. Fiziksel yakınlık, duygulanım ve hisleri kışkırtarak dokunma hissini çok önemli hale getiriyor. Dokunma olmadan, sadece fiziksel değil, bilişsel bir mesafe de oluşuyor ki bu da kişinin kendisi ile önündeki arasında bir ayrım yaratıyor.
Şaşkınlığı ya da diğer duygusal tepkileri göz önünde bulundurarak, bir şeyin bana nasıl “dokunabildiği” üzerine sık sık düşünürüm. Varlığımızın deriden oluşması, temasın dış dünya algımızı şekillendirmedeki öneminin altını çiziyor. İlkel bir anlama biçimi olarak dokunma, tükettiğimiz şeylerin daha derinlemesine araştırılmasını sağlıyor. Her bir lokmanın kökenini, yetiştiricilerini ve ardındaki daha geniş hakikatleri anlamak, dokunma yoluyla mümkün hale geliyor ve yalnızca yiyeceğe değil, aynı zamanda kendimize de özen gösterme duygusunu besliyor.
Sese dönecek olursak, kapsamlı bir şekilde araştırılmamış olsa da, gıdanın niteliği veya maddeselliği hakkında bilgi sunmasıyla, hayli ilgi çekici bir potansiyel taşıyor. Özellikle çıtırtı sesi, bir zevk katmanı ekleyerek beklenti yaratıyor ve genel yeme deneyimini zenginleştiriyor. Çalışmalar bir duyumsamada farklı duyuların nasıl etkileşime girdiğini de araştırıyor. Kuşkusuz ki bu olgu sadece yemek yemek için değil, gündelik yaşamın çeşitli tarafları için de geçerli.
Giulia Soldati, Contatto Experience, Fotoğraf: Carla Del Toro
Dokunsal yeme deneyimlerinden favorilerini paylaşabilir misin?
Bu gerçekten düşündürücü bir soru. En sevdiklerimden biri zeytinyağı.
Projelerinde zeytinyağını masaya çizgisel bir şekilde akıttığın bir düzenleme gözlemliyorum. Zeytinyağı başlangıç için mi yoksa daha özel bir önemi var mı?
Evet, bu benim ortaya attığım bir konsept. Tabakta kalanları bir parça ekmek ile sıyıran İtalyan “Scarpetta” jestinin kültürel geleneğiyle epey uyumlu. Bu jest geleneksel olarak zeytinyağı gibi sıvı gıdalar için kullanılsa da, birkaç yıl öncesine kadar görgü kurallarına aykırı, kaba bir davranış kabul ediliyordu. Örneğin, bir restoranda tabakta kalanları sıyırmak, açlık izlenimi yaratırdı. Bu unsurun bir akşam yemeğinin başına yerleştirilmesi, onun önemini vurgulamaya ve onu yeniden tanımlamaya hizmet ediyor. Sıyırma jestinin açıkça yapılmasına olanak tanıdığı gibi, onu paylaşılır kılıyor. Çeşitli anlamlarla ritüeller taşıyan ekmeği de bu ana dahil ediyor. Benzersiz bir yemek deneyimi yaratmak için birbiriyle bağlantılı tüm bu unsurlarla oynamaktan keyif alıyorum.
Bir tasarımcı olarak deneyimlerin, yeme alışkanlıklarımızı ve tarzlarımızı önemli ölçüde şekillendiren performatif bir eylem olan yemek yapmak hakkındaki görüşlerini nasıl etkiliyor? Örneğin, Masseria Cultura'daki konuk sanatçı tecrüben sırasında, bölgedeki taşları kalıp olarak kullanarak ekmek pişirdin. Yemek pişirirken keşfettiklerini ve bunların yeme deneyimini nasıl etkilediğini bizimle paylaşır mısın?
Elbette, bu soru araştırma ve keşif süreçleri üzerine yaklaşımımın önemli bir tarafını ortaya koyuyor. Yaklaşımım birbirine bağlı iki perspektiften oluşuyor. Bir yanda araştırmayı başlatan tasarım sorusu var. Ancak süreç geliştikçe bu, yemek pişirmenin pratik konularıyla birlikte, bağlamsal nüanslarla karşılaşıyor ki bu da genellikle kültürel etkilerle iç içe geçmiş oluyor. Bağlamın ve pişirme eylemlerinin tasarım perspektifini sürekli olarak şekillendirdiği ve bilgilendirdiği bu dinamik etkileşimi büyüleyici buluyorum.
Örneğin Masseria Cultura'daki projeyi ele alalım. Başlangıçta ortak fırınları, bu fırınların komünite ve şenlik yaratmadaki rolünü ve böylesi bir ortak alanda ekmeğin sembolik önemini keşfetmeyi amaçlamıştım. Ancak buraya vardığımda mevcut bağlamın sınırlamalar getirdiğini gördüm. Başka bir yerde tasarlanan bir fikri bu özel yere nakletmeye çalışmak uyumsuz duruyordu. Odun ateşiyle çalışan fırınların yabancılığı ve yoğun Puglia sıcağıyla boğuşurken pratik sorunlar ortaya çıktı. Gelişen süreç bir deneme yanılma girişimine dönüştü ve mekâna özgü, biricik koşullari doğrultusunda, ekmeğin ortaklaşa şekillendirilmesi gibi bazı beklenmedik sonuçlar doğurdu.
Bu projede sıcağı, yerel malzemeleri ve topluluğu ile arazinin özgünlüğü tüm deneyimi şekillendirdi. Fırının önünde düzenlenen ve yakındaki çiftçilerin ürünlerini içeren akşam yemeği, farklı zaman ve yer nedeniyle ortaya çıkan unsurların birlikteliğine örnek teşkil etmiş oldu. Bir yerin ve anın özelliklerine gösterilen bu duyarlılık, fikirlerin organik olarak gelişmesine olanak tanıyarak, her projenin bağlamıyla derinlemesine bütünleşmesini sağlıyor.
Giulia Soldati, Ospite Ospitatante Venezia
Mekâna özgülük çalışmalarının merkezinde mi yer alıyor?
Bu, çalışmalarımın çok önemli bir yönü. Yediklerimize yakınlaşmanın keşfi fiziksel yakınlığı içeriyor ama aynı zamanda daha geniş bağlamı –tükettiğimiz gıdanın arkasında yatanları– anlamaya da yarıyor. Mevsimlerin, coğrafi konumun, kültürel nüansların ve erişilebilirliğin etkisini göz önünde bulundurulduğu bu projelerde zaman ve mekân büyük rol oynuyor. Her yer ve her zaman, araştırmayı etkileyebilecek ve tanımlayabilecek özel unsurlara sahip. Yıllar geçtikçe, nasıl ve ne yediğimize olan ilginin artmasıyla birlikte gıda algısında bir değişime tanık oldum. Bu evrime ayak uydurmak, zamansal ve mekânsal boyutları anlamak, anlamlı ve bağlama duyarlı projeler üretmenin ayrılmaz bir parçası haline geliyor.
"Fiziksel yakınlık, duygulanım ve hisleri kışkırtarak dokunma hissini çok önemli hale getiriyor. Dokunma olmadan, sadece fiziksel değil, bilişsel bir mesafe de oluşuyor ki bu da kişinin kendisi ile önündeki arasında bir ayrım yaratıyor."
Zaman, yemek deneyimi tasarımında nasıl bir rol oynuyor? Araçlarının belirli bir zamansal niyeti var mı? Yemek hazırlama ve tüketimini hızlandırmaya yönelik güncel eğilimden bilinçli olarak kaçındığın söylenebilir mi?
Güzel bir soru. Bu şekilde düşünmek hiç aklıma gelmedi ama bir şey için “Bu böyle çalışmalı” dediğim bir an da olmadı. Bu hep bağlama bağlı. Orijinal fikri o anda mevcut olan neyse ona uyarlamak gerekiyor. Bu benim her zaman biraz açık tuttuğum bir parametre; mevsimselliği ve yerel olanı göz önünde bulunduruyorum. Eylül ayında Venedik'te öğrencilere yönelik bir atölye çalışması verdim. Bu çalışmaya dair ilk fikirlerim, yer ve zamana özgü bazı bilinmeyen faktörlerle birlikte değişti. Sahada temel bir öge keşfettik: mavi yengeç olarak bilinen istilacı tür. Akdeniz'deki varlığından haberdar olmama rağmen Venedik'te bir sorun olarak karşıma çıkması beni şaşırttı. Yırtıcı hayvanların yokluğu bölge için bir tehdit oluşturuyor. Bu öngörülemeyen durum; geçici işgalcileri olduğumuz –tıpkı mavi yengeç gibi– bu şehirdeki varlığımızla paralellik kurdu ve projemizin merkezinde yer aldı. Proje, Venedik'in ortasında bir meydanı ele geçirip mavi yengeç hakkında tartışıp ve yemek pişiridiğimiz, mekâna ve zamana özgü bir keşfe dönüştü. Süreç, öngörülemeyen sonuçlara açık kalarak araştırma sırasında keşfetmenin güzelliğini ortaya koydu. Başlangıçta Venedik'i tartışmak için bir yemek deneyimi yaratmayı amaçlayan projenin bu hali, nihayetinde mekânın kendisinden etkilenmiş oldu…
Giulia Soldati, Contatto çizimleri
İstilacı türler konusu açılmışken, çağlardır hayatta kalmamızda büyük bir avantaj sağlayan usta ellerimizin antropolojik boyutuna girmek isterim. Özellikle aslan ve sırtlan gibi büyük yırtıcıların kalıntılarından ilik çıkarmak için ellerin ustaca kullanılmasının, ilk insanlara belirleyici bir beslenme avantajı sağlamış olabileceği öne sürülüyor. Belki Contatto Experience'a bir de bu açıdan bakabiliriz…
Araçları kullanma becerimizin evrimi büyüleyici. Bilgi üzerine bilgi inşa etmeye devam ediyoruz. Evrim konusunda uzman olmasam da, ateş yakma becerisinin ilgimi çeken bir husus olduğunu söyleyebilirim. Fiziksel olarak, ellerimizi çeşitli eylemleri keşfetmek için kullanabilir, ellerimizin yapabileceklerinin sınırlarını zorlayabiliriz. Bir kemikten bir şey çıkarmak, ateş yakmak ya da balta gibi aletler yapmayı içerek becerileri nasıl keşfettiğimizi düşünmek heyecan verici. Bu keşif muhtemelen çevremizden yiyecek elde etme ihtiyacıyla başladı. Daha sonra, ellerimizin olanaklarını genişleten alet yapımına yönelik zanaatkârlık eylemlerine dönüştü. Yolculuk, yiyecek elde etmek gibi temel ihtiyaçların karşılanmasıyla başladı ve yeteneklerimizi geliştirmek için alet üretme alanına uzandı. Bedenin bu anlamda keşfi gerçekten ilgi çekici.
Contatto Experience projesine gündelik olarak tükettiğimiz şeylerle nasıl daha yakın bir bağ kurabileceğimizi düşünerek başladım. Başlangıçta keşiflerim pişirme işlemi sırasında ellerimizi daha kirli hale getirme fikrine odaklandı. Kullanıcıları elleriyle daha aktif bir şekilde etkileşime girmeye zorlayan mutfak aletleri tasarladım. Daha sonra, ellerimizi doğrudan kullanmayı amaçlayarak yemek yeme eyleminin kendisini inceledim. Araştırmamdaki ilk niyet, çatal-bıçak veya tabak gibi kendimizle bedenimiz arasında mesafe yaratan unsurları ortadan kaldırmaktı. Eller birincil araç olacak, gerektiğinde ek araçlarla desteklenecekti. İlerledikçe, elin fizikselliğini ve yerleştirme ve harekete bağlı olarak nasıl farklı hisler uyandırabileceğinin büyük potansiyelini fark ettim. Bu beni bir dizi jest tasarlamaya, elin çeşitli dokulara ve sıcaklıklara karşı duyarlılığından esinlenen bir tür koreografi yaratmaya yöneltti. Sadece elin fizikselliğinden değil, aynı zamanda malzemelerin özelliklerinden de ilham aldım. Örneğin, avuç içinde yuvarlanan bir yumurta sarısının viskozitesi veya parmak uçlarında belirli dokularla mümkün olan hassas karıştırma eylemleri…
Yıllar geçtikçe proje minimal düzeyde gelişti çünkü onu özüne indirgedim diye düşünüyorum. Ayrıca sonraki çalışmalarım için de bana bir temel oluşturdu. İnsanların bedenin, duyuların ve yemeğin keşfine verdikleri tepkilere tanık olmak etkileyiciydi. Başlangıçta bir miktar isteksizlik veya korku vardı, ancak zaman ilerledikçe bu tür benzersiz yeme deneyimlerine karşı artan bir açıklık oldu. Yine de, bu keşiflere hâlâ ihtiyaç duyulduğunu gözlemlemek sevindirici, alışılmadık deneyimler arayan bireyler hâlâ var.
Yemeğe yakınlaşmanın, gıda üretimi ve tüketimiyle ilgili çeşitli konuları tartışmak için bir platform işlevi gördüğüne inanıyorum. Daha geniş konulara değinmek için bir araç haline geliyor. Yakın zamanda Lüksemburg'da gerçekleştirdiğimiz ve İspanya'nın Almeria kentindeki sebze üretimine odaklanan bir projede, bölgede çalışan insanların anlatılarını yemek yeme eylemiyle iç içe geçirdik. Yiyecekleri sebze üretiminde kullanılan plastik boruları andıran bir şekilde paketleyip sunarak, hikâyeleri tüketicilere yaklaştırmayı amaçladık. Bu proje, Contatto Experience’dan farklı olarak, hikâyeler ve yemek aracılığıyla bağlantı kurmanın özünü paylaşıyor. Yemek yemenin nasıl somut bir deneyime dönüşebileceğini göstererek insanların anlatılara hem dokunmasına hem de onlardan etkilenmelerine olanak tanıyor. Bu katmanlı yaklaşım sadece yemek yeme deneyimini geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda ürünlerin arkasındaki hikâyelerin daha derinlemesine anlaşılmasını da sağlıyor.
Restoranlar, sanatsal mekânlar, tasarım etkinlikleri ve özel günler gibi çeşitli ortamlarda gerçekleşen etkinliklerin sırasında gelen farklı tepkileri merak ediyorum. Her bir ortamın kendine özgü beklentilerini göz önünde bulundurarak, tepkilerdeki farklılıkları nasıl gözlemliyorsun?
Sorunu oldukça içgörülü buluyorum, çünkü bağlam gerçekten de insanların tepkilerinde önemli bir etkiye sahip. Sanatsal ortamlarda genellikle deneysel unsurlara daha fazla tolerans gösteriliyor ve bu da alışılmadık yaklaşımların daha kolay benimsendiği bir ortam yaratıyor. Buna karşılık, geleneksel veya ev içi bağlamlarda ve hatta beklentilerin belli olduğu restoranlarda, sınırları zorlamak daha mesafeli tepkilere yol açabiliyor.
Özellikle katılımcılar yemek deneyiminden ne beklemeleri gerektiğinden emin olmadıklarında, pek çok farklı tepkiyle karşılaştığım oldu. Bazıları coşku ifade ederken bazıları daha çekingen oluyor. İlgi çekici olan şu ki, başlangıçtaki şüphecilik halinden azade, deneyimle ilk elden etkileşime girdiklerinde, tepkilerinde hissedilir bir değişim olması. Başlangıçtaki belirsizliğin, benzersiz karşılaşmanın olumlu bir kabulüne evrildiği bu dönüşüme tanık olmak memnuniyet verici. Projeye aşina olanlar veya ne bekleyecekleri konusunda biraz bilgi sahibi olanlar için bile bir sürpriz unsuru var. İster tenlerindeki sıcaklık ister malzemelerin dokusu olsun, alışılmadık hislerin ortaya çıkması bir yenilik ve merak duygusu tetikliyor. Özünde, her tepki son derece kişisel ve deneyimin bütünsel zarafetine katkıda bulunarak bireysellik ve biriciklik duygularını teşvik ediyor.
Başlangıçta mutfak deneyiminin alışılmadık yönlerine direnen katılımcılarda gözlemlediğin tepkilerin psikanalitik bir boyutu olduğunu düşünüyor musun? Dirençleri, kendi bedenlerine ve tenlerine ilişkin algılarıyla ilgili daha derin sorunların veya rahatsızlıkların göstergesi olabilir mi?
Bu, katılımcıların sosyal bağlamda bedenlerine ilişkin algılarına ışık tutuyor. İster yemeği dökme isteksizliği ister parmaklarını yalamaktan çekinme olsun, bu tepkiler toplumsal normları ve bireysel rahatsızlığı yansıtıyor, kişisel sınırlar ve sosyal yapıların karmaşık bir etkileşimini ortaya koyuyor. Birisi bana neden bu kadar “erotik bir şey yaptığımı” sordu. Ama bu erotikl bir şey değil. Bu sadece kendiniz ve teniniz. Katılımcıların farklı bakış açılarını keşfetmek gerçekten ilginç...
Varoluşun lezzetini ve trajedisini şaşırtıcı derecede sıradan bir şekilde harmanlayan yemek, diğer canlıları tüketmeye olan daimi ihtiyacımızın keskin bir hatırlatıcısı olarak hizmet ediyor. Donna Haraway'in de belirttiği gibi, en iyi yemek felsefi hazımsızlıkla birlikte gelen yemek olabilir... Yemek ve yeme deneyimleri konusunda uzmanlaşmış bir tasarımcı olarak bu karmaşık dengeyi nasıl sağlıyorsun?
Ben vejetaryen değilim, ancak mutfak çalışmalarımda ağırlıklı olarak vejetaryen ve hatta vegan seçeneklere yönelme eğilimindeyim. Bu tercihin ardındaki mantık, hayvanlar dünyası hakkındaki sınırlı bilgimde yatıyor. Eti yerel bir çiftçiden temin etsem bile, hayvanın yetiştirilmesinden tüketimine kadar tüm sürece dahil olmadığım için bir kopukluk oluyor. Bu nedenle, aşina olduğum malzemelerle çalışırken daha fazla uyum ve anlayış yakalıyorum.
Bitki temelli yemek pişirmenin basitliğini ve pozitifliğini takdir ediyorum ve genellikle belirli bir şekilde yetiştirilen mevsimlik malzemeleri öne çıkarmayı tercih ediyorum. Et üretiminin karmaşıklığından kaçınarak, bitki bazlı mutfağın çeşitli yönlerini ve faydalarını vurgulayabiliyorum. Her bir malzeme, özenle işlendiğinde, mutfak deneyimini daha derin hale getiren çok sayıda yönü sunabilir. Çalışmalarımda anlamlı sohbetler yaratmayı amaçlayarak belirli konuları keşfetme eğilimindeyim. Örneğin, Venedik Bienali sırasında mavi yengeç ile hazırlanan bir yemeğin etkinlik alanında pişirilmesi tartışmalara yol açmıştı. Bazıları canlı bir yengecin gözleri önünde pişirilmesini zalimlik olarak algılarken, diğerleri bunu, aynı malzemenin işlenmesinin gözlerden saklandığı bir restoranda servis edilmesiyle mukayese etti. Bu deneyim; algı, görünürlük ve gıda hazırlama arasındaki ilgi çekici etkileşimi vurgulayarak mutfak diyaloğuna başka bir katman ekledi. Bu tartışmalara girmeyi, bireyleri gıda algılarını ve gıda işlemenin görünürlüğünün tutumlarını nasıl şekillendirdiğini sorgulamaya teşvik etmeyi heyecan verici buluyorum. Bu keşiflerden doğan dinamik sohbetler, mutfak çalışmalarımın zenginliğine katkıda bulunuyor.
Genellikle AR ve VR teknolojileriyle ilişkilendirilen immersive (kuşatıcı) terimini yenilebilir deneyimlerin bağlamında nasıl yorumluyorsun? Senin mutfak tasarımlarını kuşatıcı kılan unsurlar nedir?
Bana göre bir deneyim, engellerle karşılaşmadan bedeninizi ve duyularınızı tam olarak devreye sokabildiğinizde kuşatıcı olur. Bu anlamda, yarattığım deneyimleri genellikle kuşatıcı olarak nitelendiriyorum çünkü katılımcıların kendilerini tamamen kaptırmalarına ve karşılaşmayı tüm duyularıyla algılamalarına olanak tanıyor. Artırılmış gerçeklik (AR) gibi teknolojiler ek duyusal girdiler sağlayarak sınırları daha da zorlasa da, doğal duyularımız ve fizikselliğimiz aracılığıyla halihazırda elde edilebileceklerin farkına varmanın önemine dikkat çekmek istiyorum. AR ve VR teknolojileriyle ilgili kapsamlı kişisel deneyimim olmamasına rağmen, bunların duyusal keşif için dikkate değer araçlar barındırma potansiyelini kabul ediyorum. Ancak, mevcut duyularımız ve bedenlerimizle neleri başarılabileceğimizi ön plana çıkarmak çok değerli.
Beslenme ve sağlık arasındaki bağ üzerine gelişen farkındalık, yaşam tarzıyla ilişkili hastalıklardaki artış ve önleyici sağlık hizmetlerine olan ilginin artmasıyla birlikte son on yılda toplumun beslenme odağında gözle görülür bir artış yaşandı. Sence bunlar, gıda ve gıdanın sağlık üzerindeki etkisi üzerine daha bilinçli ve bilgili tercihlerini içeren geniş bir kültürel değişime, bir paradigma kaymasına yol açtı mı?
Kuşkusuz, tükettiklerimiz ve verdiğimiz kararlar hakkında artan diyaloglarla birlikte, gıda seçimlerimiz konusunda artan bir farkındalık söz konusu oldu. Ancak bu bilinç farklı bağlamlarda değişkenlik gösteriyor. Bazı ortamlarda, bireyler tüketimlerinin etkisini göz önünde bulundurarak gıdaları hakkında etkin, bilinçli seçimler yapıyor. Ancak, başka bağlamlarda, hâlâ algılanabilir bir mesafe var ve bazıları seçimlerini anlamlı bir fark yaratmak için önemsiz olarak değerlendiriyor.
Kolektif bir sorumluluk duygusunu teşvik etmek ile beslenme tercihlerimizin siyasi ve çevresel sonuçlarını anlamak için yapılması gereken önemli işler var. Gıda, COVID-19 pandemisi gibi zorlu zamanlarda bile mutfakla ilgili katılımın artmasıyla son on yılda inkâr edilemez bir şekilde öne çıkan bir konu haline gelmiş olsa da, seçimlerimizin önemi ve potansiyel etkileri hakkında ortak bir bilinç aşılamak için hâlâ yolumuz var.
Son yıllarda sanatsal pratiğin nasıl gelişti? Web sitende pek yer almayan projelere değinebilir miyiz?
Şu ana dek sohbetimiz pek çok konuyu ve ögeyi kapsadı, hatta web sitesinde görünür olmayan bazı eski projelerimdeki kavrayışlara da girdi. Geçtiğimiz iki yıl boyunca fırıncılık alanına girdim. Ekmekle çıktığım bu yolculuk, basit bir somunun içinde gizlenen karmaşık katmanlara mercek tutan benzersiz bir keşfe dönüştü. Tahıllar ve erişilebilirlik konularından ekmeği şekillendiren ellere kadar, gıda üretimini incelemek için bir araç haline geldi. Bu girişim, Contatto Experience’ın gıdaya yakınlaşma ethos’una dayanıyor. Fırında kendimi ekmeğin yapım sürecine kaptırdım ve basit bir somun satın alırken genellikle gözden kaçan sayısız unsuru ortaya çıkardım. Bu, daha geniş bir temanın devamı niteliğinde –seçimlerimizle iç içe geçen çok katmanlı meselelerin farkına vararak, tükettiğimiz gıdalarla nasıl daha samimi bir bağ kurabiliriz?
Yorumlar