Yeşim Akdeniz’in kişisel sergisi Flanşlı, 15 Haziran 2024 tarihine kadar Galerist’te devam ediyor. Sanatçıyla materyali keşfi ve işlerinin kavramsal çerçevesini de üzerine kurduğu konular üzerine sohbet ettik
Röportaj: Yekhan Pınarlıgil
Yeşim Akdeniz, Flanşlı, 2024, Sergi görünümü. Sanatçının ve Galerist’in izniyle
Merhaba Yeşim. 7 Mayıs’ta Galerist’te çabuk unutamayacağımız bir sergi açtın ve sergin 16 Haziran’a devam ediyor. İşlerini İstanbul'da görmeyeli biraz zaman oldu. Öncelikle serginin ortaya çıkış sürecinden bahsedebilir miyiz? Sergiyi nasıl hazırladın? Bu hazırlık ne kadar sürdü? Brüksel’de yaşıyor ve Düsseldorf’ta çalışıyorsun. Eserler nerede üretildi?
Merhaba Yekhan, sergiyle ilgili senden böyle bir yorum duymak ne kadar güzel. Flanşlı’yı hazırlamak uzun ve maceralı bir süreçti. İşlerin bir kısmını Brüksel'deki atölyemde ürettim; bir kısmınıysa ustalarla beraber çalışarak İstanbul'da ürettik. İstanbul'da ürettiğimiz işler için atölyemde önceden test ettiğim bir malzemeye ait bazı teknik unsurları İstanbul'da ustalara anlatıp onların zanaatlerinden ve mekânlarından yararlandım. Serginin içeriğindeki hibritliğin serginin üretimine de yansımasıydı isteğim. Mesela Brüksel’den toplama yapı malzemeleri İstanbul'da demirci ustasının yaptığı ferforjeyle bir araya geldi.
Zaman içinde jenerikleşmiş ve geldiği anlatıyı unutturmuş bir motif/kültürel obje, bir zamanlar bir ideolojinin temsiliyetini yapmış veya geçmişte sadece süsleme amaçlı düşünülmüş formlar, zaman içinde yeni anlamlar kazanarak politikleşebiliyor. Bu tür dönüşümler benim çok ilgimi çekiyor. Bu bağlamda Flanşlı’da hem İstanbul’da hem Brüksel’de karşımıza çıkabilecek neredeyse anonimleşmiş bazı mimari süslemelerin peşinden gittim.
Serginin ismiyle devam edelim: Flanşlı. Biraz bahsetmek, açmak ister misin?
Flanşlı ismini bir yapı malzemesi olan flanştan türettim. Flanş, iki ayrı yöne giden boruları birbirine monte etmek için inşaatlarda kullanılan tırnaklı ve halka şeklinde bir edevat.
Bu yıl atölyede bolca saykodelik Türkçe rock müzik dinliyordum. Dönence’nin sözlerini bilirsin:
Duyuyorum, görüyorum, bir gün gelecek dönence biliyorum
Kupkuru bir ağacın dalıyım yapayalnız
Uzaklarda bir yerlerde bir şeyler kök salıyor
Görüyorum
Dönence
Dönence’nin bir gün gelmesi ne demek? Dünyanın hiçbir zaman kesişmeyecek iki ayrı kutbundaki enlemlerden bahsetmiyor muyuz? Bu, kendinde olmayanı arama içgüdüsüdür, diye açıklamıştı bunu Barış Manço o zamanlar. Manço’ya göre ayrı kutupları ve insan doğasını temsil etmiş ama beni hep düşündürmüştür uzakta bir yerde bir şeylerin kök saldığından bahseden bu şarkı sözleri. Ve atölyede tekrar tekrar dinledikçe post-kolonyal bir okuma isteği yarattı içimde bu. Sürekli anlamaya çalıştığım Doğu-Batı ilişkisi gibi dönenceler. Bu bağlamda benim ilgilendiğim, ilişkilerin karşılıklı bağımlılığı ve özelliklerin karşılıklı inşasının vurgusu. Beklenen, dönencenin gelmesi belki ya da durum daha da karışık. Homi Bhabha’nin taklit ve hibritlik kavramlarından bahsediyorum burada. Flanşı, ayrı/zıt farz ettiğimiz kutupları, adeta iki boru gibi bir araya tutturan yapı malzemesi olarak düşündüm. Benim “flanşlı” diye adlandırdığım kültürel kimlikler, Bhabha’nin “üçüncü ifade alanı” olarak belirlediği çelişkili ve ikircikli alanda ortaya çıkar. Kültür inşasının yapısını bu şekilde anlamaya başladığımızda hiyerarşik bir "saf kültür" iddiasını da alaşağı etmiş oluruz doğal olarak.
Üstelik pileli, lüleli veya fırfırlı gibi flanşlı da kulaktaki etkiyi biraz yumuşatıp, sanki inşaatla değil de kıyafetle ilgili bir şeyden bahsediyormuşuz havası verdi. Bu sergi isminin Türkçe kısmının düşünceleri. Bir de İngilizce boyutu var ki, o da ironik bir şekilde İngilizce argoda Flans kelimesinin vajina anlamına gelmesi. Belli malzemelere bile hâlihazırda yüklenmiş olan toplumsal cinsiyet rolleriyle biraz eğlenelim dedim.
Flanşlı daha önce Avrupa’da açtığın sergilerle nasıl bir bağ kuruyor?
Hibritleşmenin ve oryantalizmin yanında beden, mimari, sosyal cinsiyet rolleri ve kimlik, yıllardır üzerine eğildiğim konular. Bu bağlamda Flanşlı, süregelen serilerimin ve sergilerimin İstanbul ayağı ve devamı niteliğinde.
Flanşlı’yı diğerlerinden biraz ayıran kronolojik anlamda kapsamlı bir sergi olması. Yaklaşık 19 yıllık bir kumaş işimle başlattık sergiyi. 2020 yılından, bence Radical Selfcare serisinin adeta başlangıcı niteliğinde de olan desen serisini dahil ettik sergiye mesela. Bunların yanında, Galerist’in mekânıyla da bir diyaloğa giren 2024 tarihli en yeni işleri de sergiliyorum.
Serginin isminin de işaret ettiği gibi malzeme senin için çok önemli. 20 yılı aşkın süredir üretiyorsun. Klasik tekniklerle çalıştığın tablolar aklımızda ancak kariyerinde teknik açıdan -en az- iki kırılma görüyoruz. Bunlardan ilki, çalışmalarına çok farklı biçimlerde kumaşı dahil etmen, ardından malzemelerin çeşitlenmesi ve silikonun belirmesi. İkincisi, duvardan zemine; tablodan yerleştirmeye geçişin. Bu tutumun bana plastik bir arayışı, deneysel bir yaklaşımı düşündürüyor. Biraz malzemeyle olan ilişkiden konuşalım mı?
Konular tuvale sığmamaya başladıktan sonra malzemeyle ilgili bir kırılma oldu. Malzeme odağıma daha çok oturdu. Yine de resimle olan alışverişimden bahsetmekten geri durmuyorum. Resimle bir müzakere içindeyim; zaman zaman reddederek, zaman zaman genişletilmiş bir resim nosyonuyla düşünerek. Kullandığım malzeme klasik resimden uzaklaşmış olsa da çoğu işimde resmin tarihinden birebir anlatılar bulabilirsin. Monokrom resim veya Modern Batı resminin yapı taşı olan grid gibi. Mondrian’ın resimlerine çokça bakmış bir sanatçı olarak onun kullandığı tekrarı ve gridi türeterek Radical Selfcare serisindeki işlerimin kompozisyonlarını kurarken kullandığım tekrarın ve gridin anlamını asimilasyonla ilişkilendirdim.
Diğer yandan eşimle Arizona’da çölü geçerek yaptığımız uzun bir seyahatte Louise Nevelson’ın işlerini keşfetmiştim. Nevelson’ın işleri malzeme olarak olmasa da formal olarak beni çok etkileyip bahsettiğin kırılmayı da tetiklemiş olabilir.
Solda: Yeşim Akdeniz, UNTITLED 1, 2024, Silikon, metal, boya, tekstil, ahşap ve döşeme, 111,5x90 cm
Sağda: Yeşim Akdeniz, UNTITLED 2, 2024, Silikon, metal, boya, tekstil, ahşap ve döşeme, 111,5x90 cm
Eserlerindeki materyal tarafı unutmadan içeriğe geçmek istiyorum. Plastik dil ve içerik arasında net bir diyalog var Flanşlı’da. Başka bir deyişle; kullandığın medya taşıdığı sorunsal ya da sorunsallarla açık şekilde ilişkili. Bunun bir tesadüf olmadığını düşünüyorum.
Bahsettiğin durum hem tesadüfi hem de kasti. BROWN serisinin çıkış hikâyesini biraz anlatayım. BROWN, ismiyle de malzemesiyle de brown identity kavramını sorgulamak istedigim bir seri. Silikonu kullanmaya başlama nedenim bu malzemenin insan tenini hatırlatıyor olması.
Gel gör ki, atölyede çalışırken ne kadar uğraşsam da döktüğüm silikonlarda hiçbir şekilde kahverengiyi yakalayamadım. Yaptığım renk karışımlarının silikon malzemesinde apayrı sonuçlar vermesi, ve kesinlikle kahverengiyi elde edememem bana çok manidar geldi. Brown identity'nin ne olduğunu irdelemek istemem ve kahverenginin imkânsızlığı, bu serinin temelini oluşturdu.
Benzer şekilde, sergideki isimsiz#1 ve isimsiz#2, İstanbul'da bir döşemeci ustasıyla beraber ürettiğim işler. Döşeme, kurallarını zorlayan, ustayı oldukça irite etse de, yine teni ve bedeni hatırlattığı için bana göre işin önemli bir parçası. Usta, kırışıklıkları bertaraf etmek için daha yumuşak bir kumaş kullanmam gerektiği konusunda beni sürekli uyarsa da çeşitli mat solüsyonlar kullanarak kendi boyadığım ve boyadıkça daha da sertleşen kumaşları ısrarla kullandım ki bu kırışıklıkları elde edelim.
Malzemenin plastik olanaklarını kullandığın dilin bir parçası haline getiriyorsun. Bence medyanın dilini anlayarak kullanmak gerçekten elzem bir konu. Sen bu konuda çok dikkatlisin. Serginin girişine yerleştirdiğiniz eserden bahsettin az önce: The man #3 (2006). Yüzeyin büyük bir kısmı kocaman bir melon (fötr) Şapka ile kaplı. Çok süslü bir fon üzerinde duruyor, kıvrımının iki ucunda neredeyse küpe hissi veren birer yeşil kristal boncuk asılı. Ancak bu devasa şapkayı taşıyan baş görünmüyor. Şapka kime ait? The Man #3, senin büyük bir beceri ile kullandığın malzeme ve dil uyumunun bir göstergesi gibi. Ne tür endişeler senin bu tabloyu bu şekilde resmetmene sebep oldu?
Bahsettiğin iş ilk kez 19 yıl önce kumaşları dikerek ve işleyerek yaptığım bir seriden. Bugün üzerinde düşündüğüm, çalıştığım konuların temellerini o zamanlar atmışım diye görüyorum. Cumhuriyetin kurulduğu döneme baktığımızda “modernleşme”nin sembollerinden birinin fötr şapka olduğunu biliyorsun. Bir yandan bu fötr şapkayı yaldır yaldır süslü, simli bir kumaşın üzerine dikmişim, üstüne üstlük bir de yanlarına adeta küpe takmışım. Şapka kime ait? Bu sorunun cevabını bugün hâlâ tartışıyoruz. Şapka, benimsediği ölçüde Türkiye'ye ait.
Solda: Yeşim Akdeniz, DRAWING 1, 2024, Kâğıt üzerine kurşun kalem, 133x68,5 cm
Sağda: Yeşim Akdeniz, DRAWING 2, 2020, Kâğıt üzerine kurşun kalem, 164x95 cm
Sergideki karakalem desenlerine gelelim. Onlar da The Man #3 gibi giysi betimliyorlar, ancak burada tamamen farklı bir estetik strateji kullanıyorsun. İlkinde kıyafetin materyali olan kumaş, eserin bir parçası. Salt bir tasvirden daha fazlası var sanki. Ancak desenler sadece betimliyorlar, yani onlar, kıyafetlerin imgeleri, izdüşümleri olarak var. Bu fark ne anlam ifade ediyor senin için ?
Bu desenler pofuduk Radical Selfcare serisinin ilk eskizleri gibi benim için.
Bu desenlerde, mesafeli bir şekilde çizdiğin, ancak tüm mesafeye rağmen dramatik bir etki oluşturan kıyafetler var. Anoraklar, mantolar, kabanlar… Seninkiler normalden daha da şişmiş, boğum boğum olmuşlar. İçlerinde beden yok ama giyilir pozisyondalar. Bir yandan da, özellikle senin Radical Selfcare i̇simli serine referans verecek olursak, koruma, hatta aşırı koruma hissi veriyorlar. Kimlerin kıyafetleri bunlar bu kez?
Bu boğumlarla, pofuduklukla yaratmak istediğim, korunma hissi. Audre Lorde gibi siyah ve feminist yazarlar, toplumun siyah kesimi icin kaynakların eksikliğinden bahsettikleri, siyah kadınların kendileri için mücadele etmelerini talep ettikleri yazılarında, giderek Radical Selfcare'den yani kendi kimliğini kabullenmek ve bu kabullenişle bilinçlenmekten, sağlamlaşmaktan bahsederler. Yani Radical Selfcare serisinin çıkış noktası yine kimlik.
Radical Selfcare’de kendimizi sürdürebilmek için gerekli olan bir bakım söz konusu. Radikal bir kendini kabullenme ve sağlam durma hâli… Lorde, kendine iyi bak ki kurumsallaşmış ırkçılıkla ve patriyarkayla savaşacak gücün olsun, diye yazmıştır.
Boğum fikrini seviyorsun ve işlerinde sıklıkla yer veriyorsun. White Cipher’ları düşünelim ya da paravanı, isimsizleri, Radical Selfcare’i. Sanki kumaşı iyi gerememişsiniz, hatalı olmuş gibi bir tavır var. Bu, çok iyi düşünülmüş eserlerde. Kumaşı da hatayı da, daha doğrusu pürüzü de başka bir yerden görüyoruz gibi geliyor bana.
Ustaların, tüh, bu olmadı, diye söylendikleri kumaşın yarattığı kırışıklıkları diyorsun. Benim için bu “hatalar” anlatımımın bir parçası.
Solda: Yeşim Akdeniz, BROWN 10, 2024, Silikon, metal, boya, tekstil, ahşap ve döşeme, 41x35 cm
Sağda: Yeşim Akdeniz, WHITE CIFHER 6, 2024, Silikon, metal, boya, tekstil, ahşap ve döşeme, 30x25 cm
İşlerine bulunmuş nesneleri dahil ediyorsun. Nereden topluyorsun onları? Nasıl bir geçmişleri var? Hikayelerini genel anlatıyla nasıl ilişkilendiriyorsun?
Brüksel'de, civardaki yıkılan veya dönüştürülen evlerden, kamusal binalardan, süsleme, civata, kayış menteşeleri ve hatta bütün bir trabzan gibi yapı elemanlarını söküp kiloyla sattıkları bir yer keşfetmiştim. Bu tür kalıntıların hafızası, onlara yüklenmiş olan kültürel kodların hem varlığı hem anonimliği, beni çok meşgul eden bir fikir olduğu için bunları toplamaya başlamıştım.
Atölyede uzun bir yap-boz sürecinden sonra bu malzemelerin bir kısmı eserlere, özellikle kapı kilitlerini kullandigim BROWN serisine evrildi. Silikonun üzerine metal parçalar vidalayarak benliğe nüfuz etme hissini yaratmayı amaçlamıştım.
Bir de yine ikinci elcilerden, inşaat malzemesi satan yerlerden topladığım inşaat gereçleri var. Bunlar, yuvarlak testereler, parlatıcılar... White Cipher serisindeki işlerde daha çok bu kesici alet ve fırfırlı parlatıcıları kullandım. BROWN serisindeki o içine nüfuz etme hissini beyaz seride; yumuşak bir görünümün altındaki kesiciliğe dönüştürmek istedim.
Sergi çok dingin ve sakin gözüküyor. Neredeyse mesafeli, ki ben özellikle İstanbul'da böyle bir tutumun çok dikkat çekici olduğunu düşünüyorum. Ama diğer yandan da sosyopolitik olarak inanılmaz derecede yoğun bir tartışma ve eleştiri barındırıyor içinde. Sanırım bu sorunsallar seni uzun zamandır meşgul ediyor.
2016 yılında Poligon’da Christoph Westermeier’la gerçekleştirdiğimiz ikili sergimiz Sessiz Tilki İstanbul’da açtığım son sergiydi. Şimdi dönüp baktığımda, bu sergiyi, benim için birçok kırılma noktasının başlangıcı olarak görüyorum. Belki de ilk defa oryantalizm, appropriation, toplumdaki sessiz kalma ve sessiz bırakılma mekanizmaları gibi konular üzerine yoğunlaşarak, kendi referanslarımı bulmaya başladığım bir süreçti. 2017 yılında Türkiye’den ayrıldıktan sonra, bir süre Brüksel'de çoğunluğu Emirdağ'dan göçmüş ailelerin yaşadığı bir mahalledeydi atölyem. İstanbul gibi bir kozmopolit şehir hayatından oraya gidip “Türk” olmanın ve “Türklük” görüntüsünün abartılı derecede yaşandığı bu semtte, bu dönüşmüş estetikle bağ kurmaya çalışmak ve “yabancılık”, bu konuları odağıma oturttu.
Emirdağlı büyük bir ailenin arka bahçesindeki depoyu kiralamıştık atölye olarak. Her gün en az 50 adet taklit Adidas terliğin üzerinden atlayarak ulaşıyordum atölyeme. Sultanahmet’ten, artık eskimekten rengi solmuş fotoğraflar asılıydı ortak kullandığımız avlunun duvarlarında. O avluda, her geçen gün, klişe, hafıza, aidiyet kavramları bulanıklaştı benim için. Çalışırken kapımı sıklıkla açık bırakıyorum çünkü ailenin küçük çocukları ne yaptığımı merakla izliyordu. Dediklerimi kısmen anlasalar da hep Fransızca cevap verdiler bana.
Almanya’da okuduğum için bahsi geçen konular zaten vardı aklımda, bende. Ne yalan söyleyeyim hep bir reddediş de vardı eskiden. Almanya’nın göçmenlik tarihi, Belçika’nınkinden biraz daha farklı. Gariptir ki Brüksel’de yaşamaya başlayınca bir sürü konu bulanıklaştığı ölçüde netleşiverdi benim için.
Yeşim Akdeniz, NEGOTIATION, 2024, Silikon, metal, boya, tekstil, ahşap ve döşeme, 180x180x85 cm
Son olarak sergide en şaşırtıcı ve sorgulayıcı olduğunu düşündüğüm hislerine gelmek istiyorum. Flanşlı’nın merkezi olarak da düşünebildiğim ama sergiyi kapatan bir eser olarak da görebileceğim siyah bir paravan. Ferforje romantizme doğru götürüyor ama içine dahil ettiğin bir figür nostaljiye yaklaştırıyor. Göstermekle göstermemek, ayırmakla ayırmamak arasında bir paravan, detaylarının bir kısmını renginin arkasına saklıyor; diğerlerini çok net çizgilerle izleyicilere sergiliyor. Yanlış mı düşünüyorum bilmiyorum ama serginin özü ya da sentezi gibi biraz. Sen Flanşlı’da bu eseri nasıl konumlandırıyorsun merak ediyorum. Bir de birkaç anahtar vermen mümkün mü Yeşim, paravandan hareket edip gelecekteki sergilerine doğru yola çıkmamız için?
Bu paravan ve diğer yaptığım paravanlar benim için birer tefekkür objesi. Paravan hem gizleme ve örtmeyle, hem de mekânın bölünmesiyle ilgili. Gizleme, susma, örtme ve aynı zamanda da kendisi bir izleme objesi olma; yani bakılan, bakışımıza maruz kalan… Koruma amaçlı bir hapishane yani. Tüm bunlardan dolayı kadın olmakla ilgili.
Mona Hatoum’un Grater Divide işini bilirsin; mimarideki maşrabiyeyi düşünerek kurguladığını söyler bu işi kendisi. Maşrabiyedeki de paravanla benzer bir mahremiyet ve kamusal alan, bakan ve bakılan ilişkisi.
İslami tefekkürü, kendi varlığına bakıp Allah’ı düşünmek ve kainatın düzeninden ders çıkarmak olarak anlayabiliriz. Burada da kadın olarak bakıp kadınlık üzerine düşünmek gibi fikirler vardı aklımda. Duygusal ve samimi bir nedenin, biçimsel bir neden haline geldiği bir iş oldu Müzakere.
Paravanın üzerindeki kadın figürünü, Brüksel’de her gün önünden geçtiğim bir binanın üzerindeki süslemeden aldım. Bu figürü İstanbul’da silikonla döktük. Paravanın demir kısmını yine Brüksel’de oturduğum semtteki bir binanın kapısından alıp İstanbul’daki ferforje ustasının, en sık kullandığı ferforje süslemelerle birleştirdik. Tüm bu konuları sentezlediği için doğru düşünmüşsün Yekhan. Ben de serginin ana işi olarak görebiliyorum paravanı.
Yakın gelecekte hangi sorunsallara yoğunlaşacaksın? Seni nerelerde, ne şekilde izleyebileceğiz? Birkaç ipucu rica ediyorum.
Finlandiya, Hollanda ve Almanya'da planlanan sergiler var. Yoğunlaştığım, yoğunlaşacağım sorunsallar bu söyleşide konuştuğumuz konularla devam edecek. Hollanda, Almanya ve Belçika'da, bizim de yakından hissetmeye başladığımız, politik anlamda büyük bir sağa kayış var. Odağımdaki konular kişisel bir yerden gelmekle birlikte hem güncel hem daha genel bir alana gidiyor dolayısıyla.
Biraz eğlenceli bir şekilde bitirmek istiyorum bu söyleşiyi. Küçük bir anket yapalım. Her kelimeye karşılık aklına ilk gelen kelime veya cümleyi söylemeni rica ediyorum.
Ataerkil: Öf be
Birey: Avrupa
Cinsiyet: Cinsiyet belası
Distopya: Gen Z
Eileen Gray: İnanılmaz
Fortschritt: Alman disiplini
Gender: Gender neutral tuvalet
Hollanda: Suriname yemeği
İroni: En gerçek
Jest: Tik Tok
Kadın: Bergen
Limit: Gerçekten mi?
Modernite: Çözemedik.
Neden?: Cevabı yok.
Oryantalizm: Buram buram
Politika: Maalesef
Ready-made: Meret Oppenheim
Simetri: Ortadan
Ten: Kader
Ütopya: Gen Z
Vajina: Spiritüel
Yeşim Akdeniz: Uzun yol yolcusu
Zaman: İlk
Yeşim Akdeniz, Flanşlı, 2024, Sergi görünümü. Sanatçının ve Galerist’in izniyle
Flanşlı, 15 Haziran 2024 tarihine kadar Galerist’te ziyaret edilebilir.
Commentaires