top of page
Dilek Öztürk

The maker: Alessandro Mendini


Alchemia’dan post modernizme, Ettore Sottsass, Aldo Rossi, Andrea Branzi ile; ‘yan yana durarak’ yeni tartışmalar açan, geçtiğimiz yarım asırın yaratıcı sahnesine tanıklık etmiş bir isim Alessandro Mendini. Tasarımcı ile Casa Bella ve Domus'un editörlüğünü üstlendiği dönemden bugüne tasarım pratiğindeki 50 yıllık serüvenini konuştuk.

Alessandro Mendini, Milano, 2016 Fotoğraf: Türkü Şahin

“Biz aslında Andrea Brandi, Massimo Moronzi gibi isimlerle de psikolojik mekan mimarlarıydık. Aldo Rossi ile de birlikte kitsch’in pozitif yönlerini ve getireceği kaliteyi anlamaya çalıştık.”

Günümüzde neden tasarım kritiği yapamıyoruz?

Bugün tasarım kritiği diye bir şey yok. Çünkü dergilerin hepsi sadece bilgi iletmek üzerine odaklanmışlar ve bunu çok iyi yapıyorlar. Bugün internet üzerinden hiç bir filtreden geçmemiş birçok bilgi edinebilirsiniz. Bu bir problem çünkü yayıncılık alanındaki tavır çok yüzeysel bir hal aldı, problemleri derinlemesine incelemeyen, bilgiyi ayrıştırmayan bir tavır bu.

Bir dergiyi kritikler paralelinde hayata geçirmek ve yayımlamak gerçekten çok zor. Eğer bugün bir dergi yapıyor olsaydım kesinlikle bütüncül bir bakış açısıyla işe başlardım.

Eğer bugün bir dergi yapsaydınız ne yayınlardınız?

Birbirinden farklı, çeşitli alanları bir araya getirirdim. Müzik, çevre, ekoloji, doğa, deneysel mimari, deneysel tasarım. Kesinlikle ‘maker’ kültürü ve Apple ve Samsung gibi devleri de kaleme alırdım. Hümanistik ütopya üzerine büyük bir hikaye yazardım. Kritiğin hikayesi aslında geçmişi çalışmak ve deşmek ile başlar. Bu da sizi iyi bir gelecek arayışına sürükler ki bu günümüzde neredeyse imkansız.

Daha iyi bir gelecek sizce mümkün değil mi?

Hayır. Bugün dünyanın durumu çok kötü, şiddetle donatılmış durumdayız. Mimarlar ve tasarımcılar olarak pozitif olmak zorundayız ama bu çok zor.

Mimar ve tasarımcı da iyi bir gelecek kurgulamak peşinde değil mi? Belki de yeniden başlamak, yeniden tasarlamak, üretmek için çok büyük bir kırılmaya ihtiyacımız var.

Evet belki. Şu an dünyanın içinde bulunduğu durum o kadar kötü ki, belki yeniden başlamak için bir şansımız olabilir. Dünya politik bir projeyi yaşıyor. Etik değerleri olmayan bir proje bu. Belki de yeni bir etik anlayışını inşa etmek ile her şeye yeniden başlayabiliriz.

Ben, ‘maker’ hareketini yeni bir dönem olarak tarif ediyorum. ‘Maker’, tasarıma yeni bir akıl yolu ile yaklaşmayı içeriyor. Tabii ki çok taze bir dönem. Bence maker ve geleneksel sanat ve zanaatkar üretimi ile yeni ve pozitif olanaklar bulacağız.

Artık filtrelerimizin olmayışı, bilgiye işlenmemiş hali ile ulaşmamız tasarım pratiğinde de geçerli olan bir şey. Tasarım haftalarında da benzer doku ve materyalleri görmeye alıştık. Otantikliğe ne oldu?

İstanbul’da şu an kaç tasarım okulu var?

Son yıllarda tasarım bölümlerinin sayısı hızla artıyor.

İşte bu en büyük problem. Mesela Kore’de de aynı durum söz konusu. Uluslararası olmaya çalışırken geleneklerini, değerlerini unutuyorlar. Bence bu çok büyük bir hata.

Maker hareketinin yeni bir dönem açtığından bahsettiniz. Maker kavramı, bugünkü bağlamının ötesinde, aslında tasarım sahnesinde her zaman olan bir kavramdı. Bauhaus’ta da bu oluşumu izleyebiliyoruz.

Bugünün maker’ları ile Bauhaus maker’ları arasında büyük bir fark var. Bugünün maker’ları daha izole yaşıyor ve dünya ile iletişimlerini bir ekran üzerinden sağlıyorlar. Oysa Bauhaus bir okuldu. herkes birbiri ile konuşur, tartışır ve ‘yapar’dı.

‘Yaparak öğrenme’ kavramı da yeniden okullara ve atölyelere girmeye başladı.

Evet ama artık geleneksel üretim teknikleri daha az kullanılıyor. Bir örnek vermek gerekirse, Casina, Zanotta gibi ünlü İtalyan üreticileri giderek kayboluyor çünkü etrafımızdaki her şey değişiyor. Dolayısıyla bugün ‘maker’ların üretim metodlarını değiştirebilme gibi bir güçleri ve olanakları var. Bu sebeple maker hareketinin bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Maker’lar zamanımızın yeni ‘figür’leri.

Alessandro Mendini, Milano, 2016 Fotoğraf: Türkü Şahin

Ettore Sottsass ile kurduğunuz Alchemia ekolünden bahsetmek istiyorum. Bauhaus okulunda da olduğu gibi, tartışma açabileceğin, fikir paylaşabileceğin ve en önemlisi yan yana durabileceğin insanlar bir dönemi değiştirebiliyor, yeni başlıklar açabiliyor. Alchemia zamanında nasıl bir atmosfer vardı? Alchemia’dan post-modernizme nasıl bir dönüşüm yaşadınız?

Benim kişisel deneyimim editörlüğünü yaptığım üç dergiye bağlıdır. Her birinde beş yıl çalıştığım Casabella, Modo ve büyük bir gemi olarak nitelendirdiğim Domus. Bu üç dergi de belli bir ideoloji üzerine kurulmuştur. Casabella radikal tasarım bağlamını açıyordu, Modo disiplinlerin birbirine karışmasını savunuyordu ve Domus post-modernizmi temsil ediyordu.

Casabella aslında Arte Povera’nın temsiliydi. Modo da Alchemia dönemini temsil ediyordu. Casabella’da çalışırken Sottsass ile arkadaş oldum. Alchemia uluslararası bir akımdı, Londra’da Archigram’a bağlıydık. Birçok tartışmanın açıldığı, büyülü bir zamandan bahsediyorum. Alchemia dağıldıktan sonra radikal tasarımı savunan tüm tasarımcılar yavaş yavaş stillerini değiştirmeye başladı.

Radikal tasarım dönemi, çok zorlayıcı ve hatta vahşi denecek kadar radikal projelerin yapıldığı bir dönemdi. Hepimiz komunisttik ve bu da endüstriye çok ters bir durumdu. Fikirlerimiz makineyi değil elimizi kullanmak üzerine temelleniyordu. Sonra her şey değişti. Sottsass ve ben renkleri kullanmaya başladık. Bize çok taze ve yeni gelen bu durum aslında fütürizmle ile bağıntılıydı. Bu; benim için fütürizm, Sottsass için pop-art ile sonuçlandı.

Alessandro Mendini, Milano, 2016 Fotoğraf: Türkü Şahin

Hatta belki Pointilizm diyebilir miyiz?

Evet, kendim için diyebilirim. Çünkü öğrenciyken idolüm olan Gaudi, Rudolf Steiner, Eric Mendersen'in ekspreyonizmi ile yetiştim. Biz aslında Andrea Brandi, Massimo Moronzi gibi isimlerle de psikolojik mekan mimarlarıydık. Aldo Rossi ile de birlikte kitsch’in pozitif yönlerini ve getireceği kaliteyi anlamaya çalıştık. Şu an gerçekleştirdiğim çalışmalar da bu karmaşık dönemden besleniyor. Şu anki çalışmalarımı patchwork olarak adlandırabiliriz. Eski malzemeyi yeni ile birleştirmek, farklı renk ve stiller eklemek…

Casabella, Modo ve Domus dergilerinin editörlüğünü yaparken, aynı zamanda tasarım pratiğini de sürdürdünüz. Dergilerden edindiğiniz kritik deneyimi, bir mimar ve tasarımcı olarak sizi nasıl etkiledi?

Ben 40 yaşımda mimar oldum. Çalışma hayatıma başlarken mimar olmak istemiyordum. yavaş yavaş mimar oldum. Benim tavrım her zaman çizim yapmak ve yazı yazmak üzerine oturmuştur. Eğer mimar ya da editör olmasaydım yazar olurdum. Mimar olduğumda önce Casabella’da çalışmaya başladım, derginin arşiv bölümünde projeleri düzenliyordum. Sonra iki yıl içinde derginin editörü oldum. Bir gazeteci olarak birçok üretici, fabrika, mimar ve tasarımcı ile iletişim kurdum. Dergi işine çok bağlıydım. Hayatımın %70’i gazeteci, %30’u da tasarımcı olarak geçiyordu. Önceleri Alessi ve Swatch gibi firmalar için sanat yönetmenliği ve koordinatörlük yaptım. Yani hala kurumlarla bir tasarımcı olarak değil bir editör olarak işbirliği yapıyordum. Koordinatörlük de editörlük altyapısından geliyor sonuçta. 50 yaşımda ilk mimari projemi gerçekleştirdim. Bay Alessi kendi evini tasarlamamı istedi. Sonra Hollanda’nın Groningen şehrinde biz müze tasarladım. Bu şekilde de şu an Milano’da çalıştığım atölyemi kurdum.

Sanat yönetmenliği ve dergi çalışmalarından gelen alışkanlıklarınız, sizi mekan ve obje tasarlarken daha güvende hissettirdi mi?

Ben her projeye önce edebi yönden yaklaşırım. Tüm projelerime yazarak başlarım. Eskizlerle çalışır, yeni tezler yazmaya çalışırım. Hala bir gazeteci olarak yazmaya devam ediyorum. “Scritti di Domenica” yani “Pazar günü yazıları” başlığı ile son 10 yılda yazdığım yazıları bir araya getirdiğim bir kitap çalışması yaptım. Çünkü burada, atölyemin üst katında yaşıyorum ve pazar günleri yazı yazıyorum.

Çok teşekkürler.

Ben teşekkür ederim.

Comments


bottom of page