Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi, geçtiğimiz Eylül ayında Mehmet Ali Boran’ın, Zakkumun Kökü adlı sergisine ev sahipliği yaptı. Mahmut Wenda Koyuncu küratörlüğünde sergiyi, odağına aldığı zakkum bitkisi ile erk olan arasındaki ilişki üzerinden değerlendirdik
Yazı: Hüseyin Gökçe
Mehmet Ali Boran, Araf, 2021, 43,5 cm x 58,5 cm, Minyatür
Latincesi, nerium oleander olan zakkum, zehirli bir bitki ve birçok coğrafyada yetişiyor. Yeşil ve pembe tonlarının ise bakan kişide güzelliğe dair bir imge oluşturması kaçınılmaz. Her bitkinin lirik yönü, her seferinde gelip ellerimizin ve bakışımızın kırılgan yönüne dokunur. Ama bazı bitkilerin bu özelliği birileri tarafından yurtlaşma adına farklı çağrışımlarla elinden alınabilir. Aynı zakkum bitkisinde olduğu gibi. İbrahimî dinlerin çoğunda “lanetli”. Hatta cehennemlik. Yerini orada tayin etmişler. Fakat çoğu lanetliye yakışır solduramadıkları bir güzelliği de var. Her lanetliye mi demeliydim! Medusa gibi. Sadece zararlı değil, aynı zamanda güzel olduğu için de bu olumsuz çağrışımlarla anılmış olabilir. Bu laneti ters çevirmek gerek. Ama nasıl? Bir temsili yıkmak için o temsil içine yerleşmiş söyleme müdahalede bulunabilir. Açı değişebilir. Taşlar yerinden oynayabilir. Verili olan muğlaklaşabilir. Hatta bu öyle bir dereceye varır ki, insan etkisiyle canlı ve cansız her şeye verilen zararın yanında bir bitkinin zehri masum kalabilir.
...Söylenildiği üzere bir beton mikseri varmış... Sahile yanaşmış bir halde sanki hep oradaymış, hiçbir yere de gitmeyecekmiş gibi dururmuş...Kimin yaşayacağı, kimin öleceği konusunda karar verirmiş. Öldürme konusunda tereddüt etmezmiş. Lanetlemeyi, şeytanlaştırmayı ve sapkınlaştırmayı da hiç ihmal etmezmiş...
Mehmet Ali Boran'ın Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi'nde, Mahmut Wenda Koyuncu'nun küratörlüğünde sunduğu Zakkumun Kökü adlı sergi, bu laneti terse çevirmek üzere müdahalelerle dolu. Öncelikle, yerleşik temsiller ve buna bağlı algı yine dille değiştiriliyor. Halk arasında "Zıkkımın kökü" deyimi bir değişikliğe uğrayarak asıl vurgu başka bir yöne çevriliyor. Kritik edilmesi gerekenin burada bir bitkinin zehirli olup olmadığı değil, kökün nasıl bir toksik etki bıraktığı, yaydığı ve bedenlerdeki etkisidir. Sömürgeciliğin ve buna bağlı olarak sermaye ve modern devletlerin kökleri yerel ve evrensel bir okumaya tabii tutuluyor. Bu köklerin oluşturduğu sorunların bugünün dünyasındaki yansımalarına odaklanılıyor. Madem bir kere bazı şeyler yerinden oynadı, insan eliyle her şeye bulaşan zehri anlamak için basit bir benzetmeye başvurmanın zamanı geldi.
… O halde denilebilir ki, söylenildiği üzere bir beton mikseri varmış. Hep oradaymış gibi bir sahilde, çalışır halde dururmuş. İçinde suyu, çimentosu hiç eksik olmuyormuş ve boyuna sürekli döner dururmuş. Hiç eksik edilmezmiş; suyu, çimentosu, mazotu. Sahile yanaşmış bir halde sanki hep oradaymış, hiçbir yere de gitmeyecekmiş gibi dururmuş. Dalgaların ritmi, hızı, kuvveti arttıkça, mikserin gücü daha da artarmış. Dalgalar duruldukça makinenin hızında bir değişiklik olmazmış. Bazı zamanlar, dalgalar katlandıkça, açıldıkça ve kıvrıldıkça makinenin dönmesinde ciddi problemler olurmuş. Durur gibi olurmuş ama yine de dönermiş. Yaşam ve bedeni denetim altında tutmak için stratejiler geliştirirmiş. Kimin yaşayacağı, kimin öleceği konusunda karar verirmiş. Öldürme konusunda tereddüt etmezmiş. Lanetlemeyi, şeytanlaştırmayı ve sapkınlaştırmayı da hiç ihmal etmezmiş. Canlı ve cansız her şeyi büyük bir sömürüye tabii tutarmış. Mülksüzleştirenlerin oluşturduğu zehri etrafa yayarmış. Zararlıları yok ederek, yaralıları da zehirleyerek onları toksik bir hale getirme konusunda da mahirmiş. Devasa pet şişe atıkları, maden atıkları, nükleer atıkları, müsilajları da kıyıya doğru sürüklermiş. Hatta bu atıklardan bir kıta yaratacak kadar da oburmuş. Dünyayı sürekli felaketin eşiğine getirirmiş. Söylendiği üzere bir beton mikseri varmış. Dalgaların uğultusu da hiç eksik olmazmış.
Mehmet Ali Boran, Guard, 2019, Video, 2.30’’
Mehmet Ali Boran böyle bir dünyanın içinden bakıyor. Bu korkunç ve kötücül duruma yaklaşımının ironik olduğu kadar da can sıkıcı olduğu görülebilir. Örneğin, Guard adlı video işinde bana kalırsa her yere yayılan zehirden korunmak için bir mücadele var. Boş bir arazide vücuduna sarmalanmış naylonla görüyoruz sanatçıyı. Rüzgârlar bu şeffaf naylonla titreşimlere neden oldukça sanatçının hareket edemediği görülüyor. Yapay ve şeffaf savunmanın bir parodiye dönüştüğü de ileri sürülebilir. Bu zehirden korunmak için çok değil yakın bir gelecekte şeffaf ve naylon poşetlere sarmalanmış bir şekilde kendimizi bulabiliriz.
Mehmet Ali Boran, The Waiting, 2020, 7. 20’’, Dört ekranlı video yerleştirme
Rüzgârın bir poşette yarattığı salınımın her bir bedenin birbiriyle olan ilişkisini engelleyerek dünyayla kurulacak etkileşimi azalttığı da söylenebilir. Var olan ancak bir başkasıyla olanaklıdır. İktidar da bunun gayet farkındadır. Uzun yıllardır kayyum zihniyetinin oluşturduğu yeni bir iktidar anlayışı var. Sürekli kayyum atamaları, seçen ve seçilmişlerin iradelerini yok saymanın yanında, sürekli mekâna müdahalelerde bulunarak bir titreşime neden olduğu sanatçının işlerinde görülebiliyor. Bu durumun kaygı, korku ve endişe gibi durumlara yol açtığı söylenebilir. Ayrıca yeni güvenlik sistemlerinin de bir titreşime neden olduğu ileri sürülebilir. Buradaki amaç; yer aracılığıyla denetim mekanizmalarının işleyişinin mekân üzerinde yeniden ve yeniden haritalandırılmasıdır. Buna bağlı olarak her şeyin de bu haritanın bir parçası olması isteniyor. Yani o haritaya ve rotaya göre hareket edilmesini bekliyorlar ve buna zorluyorlar. Panoptikondan, güvenlik kamerasına kadar olan denetim mekanizmanlarının işleyiş mantığında bedenleri kontrol altında tutma isteği olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Sanatçı Mehmet Ali Boran’ın, bu aygıtların nasıl işlediği ve toplumsal hayata yansımaları üzerinde yoğunlaştığı görülüyor.
Laneti tersine çevirmek için iktidarın zehrini solumanın değil, canlı ve cansız kötülüğe uğramış her şeyin yarasına merhem olmak gerekliliğinin, serginin ana izleğini oluşturduğu ileri sürülebilir. Başka yaraların oluşmasını engellemek için tekilliklerin bir çokluk oluşturmasından başka bir çıkar yol olmadığı da bir diğer gerçek.
Mehmet Ali Boran, Titreşim, 2021, 119 x 25cm,Üç parçalı foto yerleştirme
İktidarın stratejilerine karşı taktiklerin ve müdahalelerin yaşamdaki yeri her geçen gün daha bir önem kazanıyor. Çoğu insan bir taktik geliştirmek zorunda kalıyor. Yaşamlarında az da olsa bir özgürlük alanı açmak istiyorlar. Kimi sanatçılar da bu taktikleri kendi hayatlarında deneyimleyebildikleri gibi, sanatlarına kattıkları da oluyor. Bu müdahaleler önemli ve anlamlı. Sergide de bu anlamda üretilmiş birçok eser mevcut. Bir başka işinde Mehmet Ali Boran kendini cennet ve cehennem arasında bir yerde konumlandırıyor. Suyu kurumuş bir dere yatağında, boşaltılmış köylerde açan zakkum ağacının ortasında görülüyor. Minyatürden yaptığı Araf adlı işle üç şeyi geçersiz ilan ettiği ileri sürülebilir. Bilindiği üzere, nesnelerin uzaklık yakınlık konumuna, bakanın bir özne, uzamın ise nesneleştirilmesinde önemli bir rol oynayan doğrusal perspektife bağlı olarak yeryüzü haritalandırılıyor. Buradan hareketle sanatçının, minyatürün doğası gereği perspektifi ve buna bağlı kadastro etmeyi boşa çıkardığı söylenebilir. Hem de İslâm sanatının en önemli ifade biçimlerinden biri olan bir minyatürle yapıyor bunu. İslâm açısından lanetli bir bitkiye eserde yer vererek de “lanetli” olan üzerinden kurulmuş cehennem imgesini geçersiz kılıyor. Tabii biraz önce belirttiğim üzere kurumuş bir dere (küresel ısınmanın bir sonucu olabilir) ve boşaltılmış köyde zakkum ağacını çiçeklendirerek bu korkunç ortamın yapısını, rengini ve dokusunu değiştiriyor. Ayrıca zakkum bitkisine bir saygı duruşu niteliği de olduğu söylenebilir bu eserin.
Mehmet Ali Boran, Ointment, 2021, Yerleştirme, Taş
Antropolog Elizabeth Povinelli, ölüm ve yaşamla, doğal olarak biyoloji ve bedenle ilgili olan bio-iktidar kavramının, hâlâ önemli bir iktidar biçimi olduğu ifade etmekle birlikte, geç dönem liberal sömürüyü kavramakta yetersiz olduğu, artık cansızlık üzerinden de iktidar düşünmek gerektiğini belirtiyor. Bu anlamda jeontoiktidarın üç figür: Çöl, animist ve virüs üzerinden işlediğini ifade ediyor. Sanatçı Mehmet Ali Boran da geç dönem liberal işleyişi jeontolojinin bu üç figürü üzerinden kavramaya çalışıyor ve pratiğine aktarıyor. Örneğin “yerli”lere ait animist bir öğe olarak kullanılan taşlar, iktidar eliyle bir dirimsellik kazanarak bir yerin haritalandırılmasında önemli bir rol oynayabilir. Sergideki video işlerde iki insanın bir tarlada taşları üst üste dizdiğini görüyoruz. Sömürgeleştirme mantığına kurban giden ve böylece zulme uğramış bu taşları sanatçı zakkum çiçeğinden yaptığı bir boyayla boyayarak ona yapılan şiddeti onarmaya çalışıyor. Laneti tersine çevirmek için iktidarın zehrini solumanın değil, canlı ve cansız kötülüğe uğramış her şeyin yarasına merhem olmak gerekliliğinin serginin ana izleğini oluşturduğu ileri sürülebilir. Başka yaraların oluşmasını engellemek için tekilliklerin bir çokluk oluşturmasından başka bir çıkar yol olmadığı da bir diğer gerçek.
Evet, söylenildiği üzere bir beton mikseri varmış, dalgaların ritmi de bu işleyişte arızalara neden olurmuş.
Comments