Çağdaş sanata bir “tuhaf açı” kazandıran kişileri konu alan portreler dizisi Tuhaf Açı’ya Komet ile devam ediyoruz: “Komet’te sessizlikle aşırı konuşkanlık, belki de apatiyle mani bir araya geliyor (…) ve bu gerilimli diyalektik Komet’in dünyayla arasına bir “tuhaf ” açı kurmasını sağlıyor”
Yazı: Ahmet Ergenç
Komet, İsimsiz, Tuval üzerine yağlıboya, 1995, 170x140cm
Şunu söyleyerek başlamak isterim: Tuhaf Açı’nın yeni konuğu Komet üzerine hem söylenecek çok şey var hem de pek bir şey yok gibi. Komet’in resimleri insanın zihninde hem aynı anda bir sürü ışık yakıyor, hem de ne gariptir ki, bir sessizlik hâli, bir hipnoz hâli insanın cümlelerini geçersizleştirebiliyor. Komet’te sessizlikle aşırı konuşkanlık, belki de apatiyle mani, bir araya geliyor diyebilirim. Bu iki kutup arasında salınım hâli (asla manik-depresif değil ama belki manik-apatik) Komet’in işlerinde gerilimli bir diyalektik yaratıyor ve bu gerilim de Komet’in dünyayla arasına bir “tuhaf ” açı kurmasını sağlıyor. Bu yazıda her şeyi yerli oturtmak gibi hantal ve sıkıcı bir çabaya girmeden Komet’in “tuhaf açı”sının ne olduğunu parçalar hâlinde anlatmaya çalışacağım.
I. Komet ve “panik” figürleri
Komet’le ilgili söylenebilecek ender “kesin” şeylerden biri, bir figür ressamı olmasıdır. Resim yapmaya ilk başladığı zamanlarda -60’lar civarı- hâkim olan soyut resme “figüratif ” karşı çıkışın bir parçasıydı Komet. İnsan figürünün yok olmasının ve resmin self-referential bir jeste indirgenmesinin maharet sayıldığı (aslında anakronik ya da gecikmiş bir “maharet”tir bu) yıllarda, figürü geri çağıran birkaç kişiden biriydi Komet. Ama figürler bir realizme dönüşten çok, “tuhaf ” ya da “acayip” bir varlıklar serisi olarak karşımıza çıkar. Acayip lafı, niyeyse, Komet’e daha çok uyar. “Tuhaf ”tansa, Arapçadan gelen o “acayip” kelimesi daha düşündürücüdür. Belki de Siyah Kalem’in “acayip” figürleri, biraz Doğu’nun mistisizmi de etkilidir bu figürlerde. Ama bunlar bir yandan da mistik değil, son derece “seküler” figürlerdir, çağdaş dünyada, şimdi ve buradadırlar. Yine de o “şimdi ve burada”nın neresi olduğunu kestirmek pek mümkün değildir. Sosyolojik bir varlık gibi duran, “tanınma” ihtimali barındıran bu figürlere tanınmaz bir hâl de hakimdir. Bir metafizik-olmayan büyü hâli hakimdir desem, abartmış olmam sanırım.
Ferit Edgü, Komet’in son sergisinin kataloğuna da alınan yazısında Komet’i tanımlamanın imkânsızlığından bahsediyor ve figürleri için şunu söylüyor: “Kimliği olmayan kişileri resmediyor. Ne kendisi tanıyor onları ne de bu resimlere bakan bizler. Hem herhangi bir insan bu figürler hem de hiç kimse.” Herkes de olabilecek ama hiç kimse gibi de duran bu figürlerin şahsi tanıklıklardan çok, kolektif bilinçdışından “zuhur eden” figürler olduğu da söylenebilir. Ama bu “kolektif ” bir zuhur da değildir. Sanki manzaraya tek tek düşmüş, kendileri de nerede olduklarını anlamayan biraz “afallamış” figürlerdir bunlar. Ortak bir “panik” hâlini paylaşırlar. Tuhaf bir şey olmuştur ve bu figürler ne yapacaklarını bilemez hâldedirler. Açık ağızlar, şaşırmış bakışlar, yerçekimsiz beden ifadeleri bu figürlere bir “rüya” varlığı havası katar ama buna rüya-varlığı dememize engel olan daha “gerçek” bir his, bir karmaşık sosyoloji de devrededir. İki arada bir derede, tuhaf bir alandadırlar.
Komet, İsimsiz, Tuval üzerine yağlıboya, 2000’ler, 55x65cm
Fatih Özgüven Komet’in figürleriyle ilgili şunu söylüyor: “Hem Anadolu’da bir yerde hem uzayda bilmediğimiz bir noktada hem de bir Orta çağ ya da erken Rönesans freski peyzajı önünde toplanmış -ya da toplanmamış- gibi duran bir grup insan tuhaf davranırlar.” Ben bu “tuhaf ” davranışın ardında yatan temel hissin “panik” olduğunu düşünüyorum. Komet resimlerinde dünya Pan’ın yaptığı bir şakadır. Komet’in sosyolojik figürlere bir parça ontolojik şaşkınlık ya da dehşet zerk ettiğini -ya da duruma göre, “bahşettiğini” ve böylece insan denilen varlığın “acayip”liğini yakaladığını ve bunu yaparken de bir korkutucu manzara yerine, bir “curcuna” yaratarak kendi kendine çok eğlendiğini, bakanı da bu “afallamış” hâl üzerinden bir şefkatli tefekküre davet ettiğini söyleyebilirim.
Bu panik-figürlerin hafiften uçuşkan havası da iyi haberdir: Sosyoloji, tarih ve kültürle ağırlaşmış figürler yerine yerçekimini (bir dereceye kadar) ihlâl eden figürler, ne kadar dehşetli de olsa bir sırra vakıf gibidirler. Orhan Koçak bu figürler için “muamma” lafını kullanmış. Evet, çözülemez ya da çözülebilir olmanın ötesinde kendi güzelliği ve büyüleyiciliğiyle duran ama berrak suların can sıkıcı parıltısından da bulanık suların romantize sisinden de uzak duran, tanıma direnen bir muamma. Buradaki öznellik tam da böyle “iki arada bir derede” bir diyalektiğe yaslanır. Lacancı bir belirsizlik ya da ‘üstü çizili özne’ de diyebiliriz buna. Bu belirsizlik, Komet’in figürlerine hem burada hem değil hem insan hem ötesi diye ifade edilebilecek bir güzellik ya da “huşu” hâli bahşeder. İnsan, belki de bu dünyaya şaşırmaya gelmiştir. Dervişane bilgelik ve oturmuşluk hâli değil, “acemi” bir şaşkınlık.
Buradan lafı Kundera’ya bağlayalım. Komet’le kısa süre önce yaptığım röportajda Kundera’nın dünya için kullandığı “acemilik gezegeni” lafını hatırlatmıştım. Kastettiği şey şu Kundera’nın: İnsan denilen varlık, her durumun ve her hâlin acemisidir. Gençlikte gençliğin, yaşlılıkta yaşlılığın acemisidir. İnsanı hüzünlü ama sevilesi kılan şey de budur. Muhteşem bir acemiliktir bu. Her an tetikte, her an açık uçlu bir şeyler vardır bu hâlde. Komet’in panik-figürlerinin bu muhteşem acemilikten pay aldığını rahatlıkta söyleyebilirim. Pozlarındaki o büyüleyici ve muazzam şaşkınlık başka nasıl açıklanabilir bilmiyorum. Belki de, olayı sosyoloji ve edebiyata bağlarsak, Oğuz Atay’ın Günlük’üne not ettiği şu cümleler bize yardımcı olabilir: “Bana öyle geliyor ki biz çocuk kalmış bir milletiz ve daha olayları ve dünyayı, mucizelere bağlı myth’lere bağlı bir şekilde yorumluyoruz, en ciddi biçimde. Aklı başında bir batılının gülerek karşılayacağı ve bize ölesiye ciddi gelen bir şekilde. (...) öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız, trajedimiz, akıl almaz bir biçimde gelişiyor.” Atay’ın bu söyledikleri Komet’in resmettiği “trajikomik” ve “panik” toplumsal manzaralar için bir anahtar olabilir; dinsel tınılı “millet” lafını, daha seküler “halk” ifadesiyle değiştirmek kaydıyla.
II. Komet ve “sürreal realizm”
Komet’in resimlerini tanımlamaya çalışanların kullandığı kolay bir koz var: sürrealizm. Realizme sığmayan, hayatın olanaklarını esneten sahne ve figürler sunduğu için sürrealizm lafı tozlu raflardan çıkarılıp, Komet’e giydirilebiliyor. Ama dediğim gibi, kolay bir koz bu. Kendisi sürrealist olmadığını birkaç yerde söylüyor. Birincisi, Duvar mı Eğri adlı şüphe şiirinde: “Hâlbuki ben sürrealist değilim/ Çocukken modern idim.” Ve başka bir yerde, İstemiyordum adlı o negasyonşiirinde: “Canım sıkılıyordu/ Sürrealist olmak istemiyordum/ Kübist olmak istemiyordum.” Sürrealistlerin gerçeği sabote etmek ya da esnetmek gibi bir derdi vardır belki ama gerçekten çok “gerçek-üstü” denilen şeyin gerçekliğine inanırlar. Burada “gerçeklik” algısında bir sorun vardır: Gerçek denilen şey gerçekten gerçek olabilirmiş gibi, gerçek “aşılmaya” çalışılır. Komet’in resminde ise gerçeküstü diye bir şey varsa, bu ancak gerçeğin gerçeküstülüğü olabilir, “gerçeküstü” diye daha “üst” bir gerçeğin varlığı söz konusu değildir. Daha çok, Lale Müldür’ün kendi şiirini tanımlarken kullandığı gibi: “Sürreal realist” ya da “realist sürreal” bir bakış ve estetik vardır burada. Gerçeküstünü “gerçeküstü”nde aramaya gerek olmadığını, gündelik hâllerin de çok “gerçeküstü” olabileceğini bilir gibidir Komet.
Komet resimleri için bazen “fantastik” lafı da kullanılır, bilhassa da zaman-mekân duygusu belirsizleştiği için. Ama burada da gündelik bir “fantastik” olduğunu söylemek lazım. Todorov’u da analım bu vesileyle. Edebi bir tür olarak “fantastik” üzerine yazdığı kitapta Todorov “fantastik”i gerçekle gerçekdışı arasında bir “ara-durum” ya da “karar-verilemezlik” hâli olarak tanımlıyor. Orhan Koçak kitaba yazdığı önsözde bunu şöyle özetlemişti: “Anlatılan şeyler, bildiğimiz gerçekliğin yasalarıyla açıklana - bilir mi, yoksa büsbütün başka bir gerçeklik alanına mı aittir? Fantastik, bu soruyu cevaplandırmada düşülen kararsızlık kadar sürer.” Komet’in manzara ve figürlerine de bu açıklanamazlık, arada-kalmışlık, hem-gerçek-hem-değil durumunun hâkim olduğu söylenebilir, gönül rahatlığıyla.
Todorov’un fantastik tanımı en iyi karşılığını Kafka’da bulur sanırım. Kafka’daki “tuhaflık” canavarlardan, irrasyonel olandan, olağanüstü bir bölgeden gelmez. Olağanın orta yerinden bir olağan-dışı çıkar. Odradek’in hikâyesi tam da böyle bir hikâyedir. Odradek tanımlanamaz bir varlıktır, evin içinde dolaşır, bazen bir insana, bazen bir nesneye, bazen bir hayvana benzer. Anlatıcıda hem şefkat hem de korku uyandırır ve çözüleme bir ‘şey’ olarak adeta metne “musallat” olur. Komet’in oluşturduğu manzaralarda ve figürlerde Odradekvari bir şeyler vardır zaman zaman. Ama insan-formuna daha yakındır bu Odradekvarilik.
Son zamanlarda Odradek üzerine çokça düşünürken, karşıma Onat Kutlar’ın Komet Nereye Gidiyor adlı yazısında Komet’le Odradek hikâyesi arasında kurduğu paralellik çıktı. Komet’le Kafka arasındaki teorik bağlantıyı, neredeyse bir “epifani” gibi anlatan Kutlar’a bağlanayım. Kutlar, bir gün Odradek’i okurken evine Komet gelir, konuşma ilerledikçe Kutlar bir resmini sorar Komet’e, “Nasıl yaptın bunu?” diye. Komet’in anlattıkları bir Odradek “belirlenemezliği”ni andırır:
“Önce zemini boyuyorum. Sonra üzerinde çalışırken yavaş yavaş bazı lekeler beliriyor. Sonra bu lekeler değişiyor… Sonra bazı lekeler figürlere dönüşmeye başlıyor. Yani soyut sanatçıların yaptıklarının tam tersi… Odradek bu, diyorum, o çocukla köpek arası ‘şey’e bakıp. Herhangi bir anlamı yok.”
Evet, Komet’te böyle bir Kafkaesk fantastiklik de vardır ama Kafka figürleri biraz çaresizliğe, yerçekimine teslim olmaya giderken, Komet’in figürleri yerçekimsizliğe ve rüyamsı bir “hafifliğe” de yakın dururlar. O yüzden Kafka okurken beliren kara bulutlar yerine bir Komet resmine bakıldığında daha hafif ve uçuşkan bulutlar belirir. Dünyada var olmak, korkunç bir sırrı olduğu gibi, bir coşkuyu ve güzel bir sırrı da içerir Komet manzaralarında. Derrida’nın aporia dediği şeyin yanına, benzer bir kelimeyi, euphoria’yı da eklemek gerekir. Tıpkı Lale Müldür şiirlerinde olduğu gibi. Çıkışsızlığın ya da çözümsüzlüğün garip bir öforiye, varlık heyecanına sebep olduğu noktada çıkan o poetik esrime anı, desem abartmış olur muyum bilmem.
Komet, İsimsiz, Tuval üzerine yağlıboya, 1990’lar, 92x72 cm
III. Komet ve filozofi
Komet’in işlerinde dünyayla kurulan şiddetli ve biraz da alaycı bir ontolojik alaka görüyorum. Rimbaud, Nietzsche ve Unamuno gibi negatif-modernler ve Sartre, Camus gibi varoluşçular Komet’in daimî arkadaşları gibi. Edebiyat ve felsefeyle yakından ilgilenen ve dolayısıyla dünyayla daha “kökensel” bir bağ kuran sanatçılardan biridir Komet.
Komet’in hem Fransa’da hem de Türkiye’de görsel sanatlarla kurduğu bağın yanı sıra edebiyatçılarla ve felsefecilerle kurduğu bağ, dünyayla temel bir derdinin olduğunun işareti sayılabilir. Komet’in dünyayla dirsek temasıyla yetinmeyip, cümleler ve belki de poetik dizeler aracılığıyla dünyayla “burun buruna,” yüz yüze bir yüzleşme, dalaşma ve sataşma ilişkisi olduğunu hissedebiliyor insan. Filozof-şair bir ressamdır Komet, evet. İkinci yeni şairleriyle, Nietzsche’yle, Fransız şairlerle (Rimbaud mesela) kurduğu ilişki bunun işareti. “Ressam olmasanız ne olurdunuz?” sorusuna, ironiyi bir kenara bırakıp, ciddi ciddi “filozof ” diye cevap vermesi de açık bir göstergesi. Benzer bir ilişkiyi bizim resimde Yüksel Arslan kurardı. Onda da dünyayla hesaplaşan ciddi bir modernist ton, postmodern ironiye sığmayan bir ton hep vardı. Müntehir yazarlar, dark romantikler, manik ve münzevi filozoflar Yüksel Arslan’ın işlerinde açıkça kendini belli eder, Arslan onları birer çete arkadaşı olarak resmine (kendi ifadesiyle, arture’lerine) dahil ederdi. Komet bu ilişkiyi bu kadar doğrudan kurmuyor, kalkıp Yüksel Arslan gibi bir Nietzsche portresi yapmıyor ama mesela Nietzsche’nin hissini resmine tercüme ediyor ya da Rimbaud’nun.
Komet, “modernist” bir ressam olmadığını birkaç yerde söylüyor ama zihin dünyası olarak ben kendisini yıkıcı-modernist bir çizgide görüyorum. Fransa’da sitüasyonistlerle, ondan önce varoluşçularla, Marksistlerle, sürrealist yazarlarla (ressamlarla değil) hep bir bağı olmuştu. Sadece “kavramsal” ya da estetik bir açıdan dünyaya bakmak değil, dünyayla uğraşmak gibi derdi olduğunu hissettiren yerleştirmeler ve manik diyebileceğim şiir-okumaları da oldu. Sartre’ın mezarı başında Fatiha okuyup hem Doğu Batı ikiliğiyle hem de Oğuz Atay’ın “ecnebi bunalım tanrıları” ya da “ithal bunalım” dediği şeyle dalga geçtiği de oldu. En son kendisiyle yaptığım bir röportajda şunu söylemişti: “Hayatımın her anı performanstır, bilenler bilir.” Kendi köşesine çekilip, sadece resimlerini yapmakla yetinmeyen, sosyolojiyle, tarihle, felsefeyle, edebiyatla ve diğer şeylerle konuşan, tartışan, hayatla dalaşan bir mücadeleci (ve provakatör) sanatçıdır Komet. Bu da son derece kıymetlidir. Marx’ın filozoflarla ilgili meşhur lafını hatırlayalım, Feuerbach Üzerine Tezler’in on birinci tezi: “Filozoflar şimdiye kadar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladılar, oysa aslolan dünyayı değiştirmektir.” Aynı şeyi sanatçılar için söyleyecek olursak, Komet de dünyayı değiştirme coşkusunda olan bir sanatçıdır. Kendisine sorulsa böyle büyük laflar etmeyecektir muhtemelen ama öyledir.
Komet, Resim Sergisi'nden görüntüler, Dirimart
11 Kasım-12 Aralık 2021, İstanbul
Komet’te Kafkaesk fantastiklik de vardır ama Kafka figürleri biraz çaresizliğe, yerçekimine teslim olmaya giderken, Komet’in figürleri yerçekimsizliğe ve rüyamsı bir “hafifliğe” de yakın dururlar. "
Ahmet Ergenç
IV. Komet ve bohem-dağınıklık
Komet’in kişisel hikâyesinin bende bıraktığı hissi en iyi tanımlayacak terimlerden biri de “bohem”dir herhâlde. Akademiden atılmasına yol açan kural tanımazlığı, kendi söyledikleriyle de alay edebilen alaycı tavrı, hayatı kendini adım adım inşa eder değil, dağıtır gibi yaşaması ona bohem bir güzellik katar. Bir röportajda şöyle demiş:
“Ben daha ergenlik yaşlarımda izlediğim gözlediğim filmlerde, dergilerde ve romanlardaki gibi, o romantik bohem serseri, 19. ve 20. yüzyıl ressamı olmayı düşlüyordum. Nitekim öyle oldu ve bundan mutluluk duyuyorum.”
Esinden çok projeyle hareket eden, hayatı bir sarhoşluk değil bir inşa biçimi olarak yaşayan bazı tatsız tuzsuz sanatçıların aksine kendini de dağıtacak bir tutkuyla savrulan son romantik-bohemlerden biridir Komet. Ama bunu bir poz olarak yapmaz. Bu kuşaktan böyle bir sarhoşluk ve dağınıklıkla (hayata karşı hem “anti” bir duruş hem de açıklıkla) hareket eden bir sanatçı aklıma geliyor: Antonio Cosentino. Cosentino’yla ilgili yıllar önce yazdığım bir yazıda kendisinin bir “serbest radikal” olduğunu söylemiştim, biçimler ve türler ve hassasiyetler arasında serbestçe ve bir bozguncu gibi dolaşan bir “serbest radikal.” Aynı tanımı Komet için de kullanabilirim. Hayata ironik bir coşku ve “müdahale etme” arzusuyla yaklaşan sitüasyonistlerle, hayatla arasına negatif ve apatik bir duvar ören varoluşçu edebiyat karakterleri arasında bir yerde durur Komet.
"Kendi köşesine çekilip, sadece resimlerini yapmakla yetinmeyen, sosyolojiyle, tarihle, felsefeyle, edebiyatla ve diğer şeylerle konuşan, tartışan, hayatla dalaşan bir mücadeleci (ve provakatör) sanatçıdır Komet."
Ahmet Ergenç
Komet, Resim Sergisi'nden görüntüler, Dirimart
11 Kasım-12 Aralık 2021, İstanbul
V. Komet ve İsim Cisim Biçim
Komet’in hem ismini hem de kendisini çok sevdiğim bir resmi var: Dersimiz: İsim Cisim Biçim. Bu resimde de Komet’in çoğu kompozsiyonunda olduğu bir iletişim (ya da iletişimsizlik) anının orta yerinde donup kalmış figürler var. Birbirleriyle hem bir panik hâlini hem de bir iletişim çabasını paylaşıyor gibiler. Bir “olağanüstü” hâl de seziliyor, figürlerin bakışlarında. Ve biraz da duruşlarından, kıyafetlerinden bir Doğu Batı, gelenek-modern çatışması. Bir taburede oturan yaşlı ve “mübarek” bir adam, ilkokul önlüğünü andıran bir “kostüm” giymiş bir çocuk, bir “Cumhuriyet kadını” idealizmiyle resmin orta yerinde duran bir kadın, sol köşede işçi sınıfından gelme gibi görünen, bıyıklı bir adam. Ve hepsinin “karmaşık bir müfredat”ta, bir çatışma ve iletişim kurma hâli içinde birbirlerine bakışları. Ellerinde tuttukları “şeyler” (bunların ne olduğunu kestirmek pek mümkün değil ama “tehlikeli” şeyler olduğunu hissedebiliyor insan.) Resmin adının kapsayıcılığına da bakalım: isim (bize verilen adlar, nominal dünya, müfredat, ideoloji, tarih, kimlik…), cisim (şeyin ta kendisi, fenomenoloji, adların olmadığı çıplak nesne, taşlar, uygarlık-öncesi hâl…) ve biçim (müdahale, sanat, şiir, yazı, estetik, yaratı vesaire…) Bu üçünün çarpıştığı yer, Komet’in dünyası olabilir.
Komet, bu çarpışma alanında “majör” meseleleri minör ve ironik bir bakışla kaydediyor. Komet’in yerleştirmelerinde bu ironi daha da belirgin şekilde hissedilir ama resimlere biraz yakından bakıldığında orada ironik bir gülümseme de görmek mümkündür, çoğunlukla. Bu ironi sayesinde Komet’in “dünyayı değiştirme” isteğini diri tuttuğu söylenebilir. Ya da en azından dünyanın büyüsünü yakalama isteğini. Eğer Komet’te “politik bir damar” varsa, o da budur bence.
Bu Yazı Art Unlimited Dergisi'nin Ocak-Şubat 2022 tarihli 67. sayısının 72-76. sayfaları arasında yayınlanmıştır.
Comments