2008 yılında iş insanı, koleksiyoner ve filantropist Moiz Zilberman tarafından Türkiye'den çağdaş sanatçıları uluslararası alanda tanıtmak; uluslararası sanatçıları yerel sanat ortamıyla tanıştırmak ve genç sanatçıları desteklemek amacıyla kurulan Zilberman 15. yılını kutluyor. Türkiye'den Meksika'ya, Hong Kong'dan Kolombiya'ya ve Almanya'ya 29 uluslararası sanatçıyı temsil ediyor ve yeni eklenen Miami mekânıyla birlikte İstanbul ve Berlin olmak üzere üç şehirde toplam altı mekânıyla çağdaş sanat için uluslararası bir merkez oluşturuyor. Zilberman’ı 15. yılında kurucusu Moiz Zilberman ile konuştuk
Röportaj: Merve Akar Akgün
Moiz Zilberman
Babanız ressamdı ve sanat yapıtlarıyla dolu bir ortamda büyüdünüz. Çocukluğunuzdan gelen bu tanıdıklık sizi 1991 yılında, 35 yaşında, sanat koleksiyonunuzu oluşturmaya ve o günden bu yana sanatla aralıksız hatta her an daha da genişleyen bir ilişki kurmaya yönlendirdi. Son 15 yılda ise odağınızda ekseriyetle çağdaş sanat var. Bu yolculuktaki rotanızı ve dönüm noktalarını paylaşır mısınız?
Ben 35 yaşında klasik eserlerle ve antikalarla bir yolculuğa çıktım. Çağdaş sanat eserlerini de öğrenmeye çalışıyordum ancak ilgim ve heyecanım klasik eserlerdeydi. İlk aldığımı eseri hatırlamıyorum ama figürlü bir resim olduğunu tahmin edebilirim. Hâlâ figür seviyorum, tercih ediyorum anlamında değil ama... Ben sanat eserinde insanla ilgili her şeyi arıyorum. Belki de eskiden sadece insanı, direkt insanı arıyordum… Bundan 15 yıl önce sevgili Ahu ve Yunus Büyükkuşoğlu ile Bodrum, Casa dell’Arte’de tatildeyken bir galeri açma fikri doğru. Şaka olarak başlayan bu fikir ciddileşmeye başladı ve birlikte bir yola girdik. Biraz mekân aradıktan sonra Mısır Apartmanı’nda karar kıldık. O dönem tipik bir koleksiyoner galerisi gibi başladık. Üç, dört yıl Ahu Hanım ve Yunus Bey ile ortaktık. Sonra onlar “biz sana engel olmayalım, sen bu işi fazla ciddiye alıyorsun,” dediler ve ayrıldılar. Ben tek başıma kaldım. Galerinin Casa dell’Arte olan ismini Zilberman olarak değiştirdim. Ben hayatım boyunca üretici ve ihracatçı oldum. Yalnız kalıp galeriye soy adımı da verince iş ciddiye bindi. Galerinin gittikçe belirginleşen eleştirel, politik ve kavramsal çizgisini göz önüne alınca uzun zamandır gidip gelmekte olduğum Berlin’deki sanat ortamının bize çok uygun olduğunu düşündüm. O zamanlar galerinin direktörü olan Burçak Bingöl ile Berlin’de yer aramaya başladık. Kenti tanıyıp anlamak, fikirlerimizi pişirmek amacıyla galeri mekânına karar vermeden önce bir residency açmaya karar verdik. Bir gün içerisinde 12 yer gezdikten sonra son gezdiğimiz mekânı aniden çok beğendik. Goethestraße’deki mekânı bulunca ikimiz birden hem binaya hem daireye âşık olduk. Bulduğumuz mekâna duyduğumuz beğeni ve o dönem Türkiye’deki politik konjonktür kararımızı değiştirdi ve hızlandırdı. Galeri mekânının seçimini bir süre bekletme kararımızı unutup residency ile eşzamanlı olarak Berlin’deki galeriyi açmaya karar verdik. Berlin galerimiz sayesinde Berlin’deki ve Almanya’daki kurumlarla çok iyi ilişkiler kurabildik. Oradaki sanat ortamının farkını tespit ettik ve bu bizi çok motive etti. Açıkça söylemem gerekirse Berlin’deki galeriyi açıp bu kadar başarı elde etmeseydik İstanbul’daki galeri ne kadar devam ederdi, bilemiyorum. Çünkü tekrara düşmenin bir anlamı olmayacaktı. Farklı olmak ve ileriye doğru gitmek gerekiyordu. Berlin bize bu imkânı verdi. Berlin’deki mekânımız uluslararası bir profilimiz olması hedefine büyük hizmet verdi, hatta kartvizitimiz oldu diyebilirim.
Ülkemizde var olan eksikliği doldurmak ve sanata ve sanatçıya daha çok alan açabilmek adına hissettiğiniz sorumluluk sizi bir galeri sahibi yapıyor. Tanımı gereği ticari olan bu oluşum sizin vizyonunuzla çok katmanlı bir yapıya dönüşüyor. Yalnızca satış aracılığıyla sanatçıları tanıtan ve kariyerlerinde ilerlemelerine destek olan bir mekanizma değil aynı zamanda dünyanın çeşitliliğine yer açan, acil nitelikteki sosyal, siyasi ve kültürel meseleleri gündeme taşıyan, ileri teknik ve malzemeleri sergileyerek teşvik eden, entelektüel alışverişe mekân sağlayan, fon yaratan, misafir eden, yarışmalar düzenleyen, arşivleyen bir yapı oluşturarak hem yerel hem de küresel ölçekte faaliyetlerde bulunuyorsunuz. Bu vizyonu oluştururken eşlikçileriniz kimler ve nelerdi? Öngördüğünüz büyük resimde neler var?
Sevgili Merve, yaptıklarımızı, yapmaya çalıştıklarımızı, öngördüklerimizi, görüş açımızı o kadar güzel anlattın ki duygulandım, evet, yapıyoruz biz bütün bunları. Galeriye gelen herkes buranın sadece bir galeri olmadığını söylüyor. Biz kurum gibi çalışan bir galeriyiz. Bu özelliğimizi sürekli geliştirmeye çalışıyoruz. Galeriyi kurduktan kısa süre sonra hem sanatçı hem direktör olarak birlikte çalıştığımız ve geçen yıl yollarımızı ayırdığımız Burçak Bingöl’ün katkısını söylemeden geçemem. Burçak galerinin sanat direktörlüğünü ve fiilen yöneticiliğini yaptı, çok faydalar sağladı. Bir süre sonra sanatçı kimliği ağır basınca birlikte bırakması konusunda mutabık kaldık ve bu yılın başına kadar da sanatçımız olarak güzel işler yaptık. Öngördüğüm büyük resimde hiç durmamak; engellerin üstünden atlamak, olmazsa yanından dolanmak; varlığımızı şu anda olduğu gibi İstanbul’da, Berlin’de, uluslararası platformlarda, fuarlarda, sanatçılarımızın katıldığı kurumsal ve ticari sergilerde devam ettirmek var. Globalleşme projemizin bir diğer ayağı olarak Ekim ayında Miami Design District’te bir galeri açmaya hazırlanıyoruz. Büyük açılışımızı da Aralık ayında Art Basel Miami haftasında yapacağız. Biz galeri olarak Avrupa ve Asya’da bilinir hale geldik ama Amerika’da aynı durum söz konusu değil. Ben Miami’nin Kuzey Küba olduğunu anladıktan sonra orayı çok sevdim. Müthiş insanlarla tanıştım. Miami’nin sanat açısından hızlı bir şekilde geliştiğini fark ettim. Bizim de Latin Amerikalı sanatçılarımız var. Kolombiya ve Meksika’da tanıştığım sanatçıların bizim çizgimize ne kadar uygun olduklarını gördüm. Bunun dışında yıllardır Genç, Yeni, Farklı’yı yaparak genç sanatçılara katkıda bulunduğumuzu düşünüyoruz. Bu sergileri artık Almanya’da da yapacağız. Hatta bu yaz yeni galerimizin ilk yılıyla birlikte Miami’de de yapacağız. Bu sene Miami’de Latin Amerika kökenli mezunlarının sergilerine gittim ve bayıldım. Oralarda çok büyük bir potansiyel var, topluluğu desteklemek lazım. Bu bağlamda Genç, Yeni, Farklı’nın çok iyi bir model olduğunu düşünüyor ve orada kendi kimliğimizi aktarmanın önemli araçlarından biri olacağına inanıyorum. Bugüne dek Berlin’de yapmama sebebimiz bu ortamı tespit edememiş olmamızdı. Galeriler tarafından pek de yapılmayan bu tür bir sergiyi Berlin’de atılacak yeni bir adım olarak görüyorum. Berlin’de galeri mekânımızı güzel bir binada yer alan çok daha büyük bir mekâna taşıdık. Eski galerimizi de tuttuk, lokal ve uluslararası kurumları belli konular etrafında bir tartışma ortamı yaratarak bir araya getireceğimiz pilot programımızın amacı orayı kâr amacı gütmeyen bir mekân olarak devam ettirmek. Böylece galeri çalışmasının içinde kâr amacı gütmeyen çalışmalarımız da yavaş yavaş kendi bayraklarını açmaya başlayacak.
2008 yılında kurduğunuz Zilberman’ı Türkiye’den sanatçıları dünyaya tanıtmak, dünyadan sanatçıları Türkiye sanat ortamına eklemlemek ve genç sanatçıları desteklemek amacıyla kurdunuz. Temsil ettiğiniz 29 sanatçı son derece geniş bir spektrumda yer alıyor. Sanatçılarla çalışmaya karar vermeden önce göz önünde bulundurduğunuz ölçütler nelerdi?
Bambaşka coğrafyalardan çok sayıda sanatçıdan başvuru alıyoruz ama bu iş genellikle başvuruyla olmuyor. Berlin’deki yeni mekânı açtıktan sonra çok önemli sanatçılardan başvurular almaya başladık. Parantez içinde söyleyeyim, biraz hava atayım. (Gülüyor.) Biz önce sanatçının işlerinin galerinin eleştirel çizgisine uygun olup olmadığına bakıyoruz. Sanatçının belli bir kariyerinin olmasını önemsiyoruz. Son zamanlarda sanatçılarla önce küratörlü bir grup sergisinde çalışmayı deniyoruz. Bazen kan tutmayabiliyor. Bir süre tanıyıp sonra temsil ilişkisine geçmeyi uygun buluyoruz. Ama bazen de öyle olmuyor. Mesela, Lucia Tallová, yeni Slovakyalı sanatçımızın işlerini Lyon Bienali’nde gördük, sonra tanıştık, anlaştık. O kadar güzel anlaştık ki doğrudan temsiliyet kararını verdik. Sanatçıların galeriyle çalışma disiplinine sahip olmalarını da önemsiyoruz. Bazı sanatçıların işleri çok iyi olsa da galeriyle çalışma alışkanlıkları olmadığı için devam edemiyoruz. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer misali, artık emin olmadığımız zaman bir deneme süresi geçirmek istiyoruz. Bu denemeyi karşılıklı olarak yapmakta yarar var. Bir de önemli bir konu galerinin sanatçı listesindeki dengeleri korumamız gerekiyor. Cinsiyet eşitliği ve uluslararasılık özelliğimizi korumaya çalışıyoruz. Sadece belli medyumlarda iş yapan sanatçıların sayısını istesek de çoğaltamıyoruz.
Bir önceki soruya benzer bir soruyu da Zilberman’ın içerisinde yerleştiği mekânlar üzerinden sormak istiyorum. İstanbul’daki Mısır Apartmanı ve Berlin’deki Goethestraße’de yer alan mekânlarınız mimari olarak benzer tarihi dokulara sahipler. Bu mekânlara bugün Piyalepaşa, Berlin Schlüterstraße ve Miami mekânları da galeriye eklemlendiler. Bu mekânlara yerleşmeye karar vermeden önce göz önünde bulundurduğunuz ölçütler nelerdi?
Mekân önemli ama biz öncelikle şehirleri ve sanat ortamlarını seçiyoruz. Mısır Apartmanı’yla bizim Goethestraße ve şimdi de Schlüterstraße mekânlarımızın bulunduğu binalar benzer dönemlerde inşa edilmiş, benzer tarihlere sahip sanatla ilgili yapılar. Mekânlar bizi, biz de mekânları buluyoruz, kanımız tutuyor. Bu mekânların yaptığımız işe çok katkısı oluyor. Bizim de galiba mekânlara katkımız oluyor. Böyle muhteşem bir iş birliği! Schlüterstraße’de yer alan yeni mekânımızın Berlin’in sanat tarihinde oldukça önemli bir yeri var. Binanın şimdiki sahibi de bir koleksiyoner. Berlin’de bir koleksiyonere rastlamak çok zor değil. Kendisi bana rönove olmuş ve genellikle ofislerin bulunduğu bu binaya sanatı geri getirdiğimi söyleyerek teşekkür etti.
Zilberman’ın her zaman yalnızca çalışanlar için değil bizzat kendiniz için de bir okul olarak görev yaptığını söylüyorsunuz. Öğrenmek, büyükmek ve paylaşmak için bir platform olarak tanımlıyorsunuz. Zilberman’ı okul olarak nasıl tanımlarsınız, bu yapıyı okullaştıran özellikleri size göre neler?
Evet, bir okul oldu galeri. Herkesten önce ben çok öğrendim. Galeriyi açtığımda ne kadar az bildiğimi anladım. Hâlâ öğrenmeye devam ediyorum. Çağdaş sanat öyle bir şey başka türlü çağdaş olamaz. Bizde çalışan belli bir süre çalışıp ayrılmış olan arkadaşların hepsi iyi yerlere gittiler, iyi şeyler yaptılar. Zilberman’da çalışmış olmanın kariyerlerinde çok pozitif bir nokta olarak değerlendirildiğini duyuyorum. Burası hepimiz için bir okul. Farklı bir model oluşturduğumuzu galeri konusunda tecrübesi olan çalışanlar bile söylüyor. Benim deyimimle “tuhaf bir galeri”. Bir tek ben kullanmaya cesaret ediyorum bu sözü. Çok memnunum, çok mezun verdi bu okul.
Bir yayıncı ve editör olarak Zilberman ile ilgili en kıymetli bulduğum yönlerden biri de yayıncılığa verdiğiniz değer. Bugüne kadar yaptığınız bütün sergilere bir de yayın eşlik etti. Bu basılı yayınlar genellikle gözden çıkarılan ilk kalem olurken siz aksine her daim ehemmiyet gösterdiniz. Hayatınızda yayınların önemli bir yeri olduğunu yaşam mekânlarınızda yer alan kitaplardan ve sizinle sohbetlerimiz esnasında verdiğiniz referanslardan hep fark ettim. İki konuda düşüncenizi merak ediyorum: Sizin için dijitalleşen dünyada basılı yayının önemi nedir? Çağdaş sanat yazılı materyal olmadan düşünülebilir mi?
Dediğin gibi gurur duyuyorum. İlk günden beri her sergimiz için katalog bastık. Bu geleneğimiz son yıllarda kitaba dönüştü. Seksen, yüz sayfalık kitaplar yapıyoruz. Bütün yayınlarımızı dijital olarak da üretiyor, saklıyoruz ve paylaşıma açıyoruz. Basılı olarak yayınlamaya hep devam edeceğiz. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Kataloglarımızdan yaklaşık 200 tanesini Türkiye’nin ve dünyanın önemli koleksiyonlarına, müzelerine, kurumlarına, küratörlerine, kurumsallaşmış koleksiyonerlere ve ilgili sanatçının koleksiyonerlerine yılmadan gönderiyoruz. The Metropolitan Museum of Art gibi önemli müzelerden teşekkür mesajları alıyoruz. Salt gibi kurumlara yolluyoruz, herkes yararlanıyor. Artık link de yollayabiliyoruz ama hepimize günde yüzlerce (en azından bana öyle) e-posta geliyor. Bu tür linklerin hangisini saklayayım? Hangisine bakayım? Açık konuşalım, çok ilgilendiğimiz bir galeri, kurum veya sanatçı olmadığı sürece bunlara şöyle bir bakıp geçiyoruz. Ancak basılı bir yayın masamızın üzerine geldiğinde ona bir gün tekrar dönüp bakma ihtimalimiz çok çok çok yüksek. LACMA’da çalışan ve yıllardır tanıdığım Linda Kamaroff’a 10 yılı aşkın süredir katalogları gönderiyor ama bir geri dönüş alamıyorduk. Geçtiğimiz yıl Azade Köker’in sergi kataloğunu gönderdikten bir süre sonra kataloğun sayfası numarasını refere ederek bir eseri seçtiklerini, satın almak ve sergilemek istediklerini belirttiler. Sadece dijital katalog göndersek bu olmazdı, gerçekçi olalım. Ben basılı yayından yanayım ama dijitalle birlikte götürmek gerektiğini düşünüyorum.
15 yıl demişken 20. yıla doğru hareket ettiğimizi de idrak ediyorum. Var mı 20. yılınız için hayalleriniz, umutlarınız?
Beş yıl sonra 20. yılımız olacak. Her şeyden önce 20. yılımızı daha özgür bir ortamda idrak etmeyi ve kutlamayı umuyorum. Tamamen uluslararası çalışarak, üç kıtada galerilerimizle, bütün kıtaların sanat ortamlarındaki bilinirliğimizle varlık göstermek istiyorum. Biraz önce söylediklerimdeki ipucundan anlaşılacağı gibi, bu tuhaf galerinin, kurumsal ve kâr amacı gütmeyen taraflarının da daha fazla altını çizerek galerinin içinde değil yanında olmaya doğru evrilmesini istiyoruz. Bununla ilgili düşüncelerimiz var ama henüz plan aşamasında. 20. yılımıza galerinin varlığını sürdürerek kâr amacı gütmeden de en az galeri kadar önemli işler yapan bir kurum olarak ulaşırsak galiba çok doğru şeyler yapmış olacağız. Ben şahsım adına hayatta istediğini yapmış biri olarak hissedeceğim.
Comments