top of page
Seçil Epik

Türkiye’de durum daha vahim değil mi?


Gaia Galeri, 29 Haziran’dan itibaren iki sergiye ev sahipliği yapıyor. Avrupa’da Durum Daha mı Vahim? ve Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar/Kör Alan adındaki iki serginin ortak özelliği, feminist altyapıya sahip olmaları olsa da izleyiciye iki farklı dünyanın kapılarını aralıyorlar

Dolapdere’deki Gaia Galeri’nin giriş katında 1985 yılından beri sanat alanına yaptıkları gerilla müdahalelerle tanınan Guerrilla Girls’ün Avrupa’da Durum Daha mı Vahim? sergisi yer alırken ikinci katta Ayşecan Kurtay, Ayşegül Sağbaş, Beyza Boynudelik, Didem Ünlü, Füruzan Şimşek, Nur Gürel gibi Türkiyeli kadın sanatçıların işlerinin bulunduğu Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar/Kör Alan adlı karma sergiyi görüyoruz. Guerrilla Girls’ün Avrupa’daki 383 galeriye yazdığı ve galerilerin/müzelerin koleksiyonlarında, kadın sanatçılara ne kadar yer verdiklerini sorgulayan mektupları üzerinden ürettiği sergiyi ve Türkiye’de kadın sanatçı olma pratiğinin bir yansıması olan Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar / Kör Alan’ı 13 Ağustos’a kadar ziyaret etmek mümkün.

Füruzan Şimşek, Tropik, Loop – 6‘, Video, 3+1 AP, 2017


“Beyaz erkek” sanat dünyasına bir müdahale:

Guerrilla Girls


Geçtiğimiz Mart ayına kadar Londra’daki Whitechapel Gallery’de sergilenen Is it even worse in Europe? (Avrupa’da durum daha mı vahim?) sergisi, Guerrilla Girls’ü pek de alışık olmadığımız şekilde sokaklardan, reklam panolarından ya da müzelerin dış duvarlarından alıp içeriye yani grubun senelerdir eleştirdiği galeri dünyasının içine taşıyor. Bir grup feminist sanatçı, eleştirmen ve aktivist 1985 yılında, New York’taki Museum of Modern Art’ta düzenlenen An International Survey of Painting and Sculpture (Resim ve Heykele Uluslararası Bir Bakış) sergisinde yer alan 169 sanatçı arasında sadece 13 kadının bulunduğunu fark etti. Bunun üzerine bir araya gelen grup, hem kimliklerinin hareketin önüne geçmemesi hem de toplumsal güzellik normlarına bir çizik atabilmek için o günden bugüne eylemlerini goril maskeleri takarak sürdürüyor. O günden bugüne Guerrilla Girls, sanat dünyasındaki cinsiyetçiliğe, ırkçılığa yani “beyaz erkek” ayrıcalığına dikkat çekmek için galerilerin duvarlarını boyamaktan posterlerle teşhire, şehrin her yerinde karşımıza çıkabilecek yapıştırmalardan performanslara kadar birçok yöntem geliştirdi. Bu yöntemlerin birçoğu sanat dünyasındaki cinsiyetçiliğe ve beyaz ayrıcalığına “sorular sorarak” dikkat çekmeyi temel alıyordu. Örneğin, “Kadınlar Metropolitan Müzesi’ne girebilmek için çıplak mı olmak zorunda?” sorusunun sebebi, müzenin modern sanat bölümündeki sanatçıların yüzde 4’ünden azı kadınken nü eserlerin yüzde 76’sının kadınları resmediyor oluşuydu.

Guerrilla Girls, Avrupa'da Durum Daha mı Vahim? sergisinden

Gaia Galeri’deki sergiyse grubun 30 yıl önce sorduğu sorunun bir tekrarı, “Amerika’da durumlar böyleyken Avrupa’da nasıl, daha mı vahim?” Bu temel sorunun alt başlığı olarak hazırladığı 14 soruyu galeri ve müzelere gönderen Guerrilla Girls, 400’e yakın galerinin sadece çeyreğinden cevap alabiliyor. Avrupa’da Durum Daha mı Vahim? sergisi bu soruların, cevapların ve cevapsızlığın bir sergiye dönüşmesi. Serginin bir duvarında galerilerden gelen cevaplar asılı fakat serginin amacı bize tek tek bu cevapları okutmaktan ziyade, bu cevaplardan çıkan sonuçlara odaklanmamızı sağlamak. Bunu da cevapların yer aldığı kağıtların üzerindeki büyük plakalarla sağlıyorlar. Bu plakaların altındaki cevapların okunmasının mümkün olmaması, sanatçıların izleyiciyi istedikleri yere odaklanmasını sağlayan bu yerleştirme, serginin bir eylemin galeri duvarlarına taşınmasından fazlası olmasını sağlayan ve ona sanatsal bir değer de katan detaylardan. Sorulara cevap vermeyen 282 galerinin adı ise sergi alanının zemininde, izleyicilerin üzerine basıp geçebileceği şekilde yer alıyor.

Guerrilla Girls, Avrupa'da Durum Daha mı Vahim? sergisinden

Guerrilla Girls’ün galerilere yönelttikleri arasında, “Koleksiyonunuzda yer alan işlerin ne kadarı kadınlara ait, son beş yılda kaç kadın sanatçının kişisel sergisine yer verdiniz” gibi sorular yer alıyor. Sonuç: Sorulara cevap veren müzelerden sadece ikisinin koleksiyonunda yüzde 40 ya da daha fazla kadın sanatçı yer alıyor. Sergi, Türkiye’de durum ne acaba diye düşünmek için de bir fırsat yaratıyor. İnanması güç olsa da Türkiye’de durum daha vahim değil. Tam bir sayı vermek mümkün olmasa da Guerrilla Girls’ün 2006 yılında İstanbul Modern'deki 51. Uluslararası Venedik Bienali kapsamında Venedik-İstanbul seçkisi kapsamında yaptıkları araştırmadan biliyoruz ki, İstanbul galerilerinde eserleri sergilenen sanatçıların yüzde 40’tan fazlası kadın.

Evden çıkamayan feminizm

Gaia Galeri’nin, Guerrilla Girls ile eşzamanlı sergilenen karma sergisi Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar/ Kör Alan, 2015 yılında TÜYAP Sanat Fuarı dahilindeki serginin devamı niteliğinde. Sergide yer alan sanatçılar, Ursula K. Le Guin’den ilhamla, “bir sanatçı kadın evi atmosferinin hissedildiği bir mekân” kurgulamayı hedefleyerek yola çıkıyor. Serginin en önemli eksikliği ise tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Bir kadın yazını meydana getirirken var olan dili yıkarak “yeni bir dil” yaratmayı başarabilmiş Le Guin’den ilham alan eserler, yazarın ulaştığı noktadan çok uzakta.

Kadının evdeki hali, kadın sanatçı olma, kadınların bir “et” parçası olarak görülmesi tartışmalarının yıllar önce yapıldığı ve bu tartışmaların kadın bedeni ya da ev içi emek sömürüsüne odaklanmayı yıllar önce tükettiği bir sanat ortamında, yeniden aynı sorgulamalarla karşılaşıyoruz. Üstelik Türkiye’de durum daha da vahim değilken.

Serginin tanıtım metninde yer alan, “Sanatçı kadının rutinlerini, düşlerini, günahlarını kurguladığımız bu mekân, yaşadığımız coğrafyanın toplumsal ve kültürel tüm sorunlarını kendi seçimlerince deneyimleyen, kadın ve sanatçı olma hali üzerinden bir okuma yapmaya olanak sağlıyordu” sözleriyle serginin küratörlüğünü yapan Nur Gürel, kadın sanatçının sanat ortamındaki ve evdeki yerini sorgulamaktan ziyade, bunu yansıtacak bir mekân kurmayı hedeflediklerini belirtiyor. Sergi bu yönüyle tutarlı.

Nur Gürel, İdeal Kadın: Sokakta Hanımefendi, Mutfakta Aşçı, Yatakta…, 24x32x11cm, Karışık teknik, 2015

Serginin daha girişinde karşımıza çıkan Beyza Boynudelik’e ait İç Ses adlı video yerleştirmelerinin ilkinde bir tahta üzerinde et keserken, diğerinde taze fasulye ayıklarken sanat dünyasındaki cinsiyetçiliği ve kadına bakış açısını sorgulayan bir kendi kendine konuşma duyuyoruz. Bütünüyle baktığımızda videodaki sesin -iç sesin- bugüne dair sorgulaması hâlâ “kadına bir et parçası olarak bakılıyor” serzenişinden pek de ileri gidemiyor. Tam da bu noktada akla Nil Yalter’in henüz 1970’lerde, o günün şartları düşünüldüğünde oldukça yerinde bir zamanlamayla mutfağa, eve, yatak odasına soktuğu feminizmin bugün hâlâ aynı mutfaklarda, odalarda kalmış olması, zamanın ruhunu çok mu geriden takip ediyoruz ya da kaçırdığımız bir şeyler mi var hissi yaratıyor.



Kadının evdeki hali, kadın sanatçı olma, kadınların bir “et” parçası olarak görülmesi tartışmalarının yıllar önce yapıldığı ve bu tartışmaların kadın bedeni ya da ev içi emek sömürüsüne odaklanmayı yıllar önce tükettiği bir sanat ortamında, yeniden aynı sorgulamalarla karşılaşıyoruz. Üstelik Türkiye’de durum daha da vahim değilken.

Beyza Boynudelik, Mutfak, Değişken boyut, Fayans üstü akrilik yerleştirme, 2017

Sergide yine bu yeniden üretme bariyerine takılan bir diğer yerleştirme ise Ayşecan Kurtay’ın Daktilo’su. Pötikareli bir masa örtüsünün üzerinde bir daktilo, ondan çıkan kağıt, ip parçaları ve onların düştüğü yerde tüm bunların altında ezilen kadın sanatçıyı tasvir eden bu yerleştirmenin verdiği mesaj o kadar doğrudan ki, izleyiciye hiçbir sorgulama yapma imkânı tanımıyor. Hatta olur da izleyici bu mesajı almakta zorlanırsa diye masanın üzerinde Didem Madak, Sylvia Plath ve Ursula K. Le Guin gibi önemli kadın sanatçıların kitapları da bulunuyor.

Ayşegül Kurtay, Daktilo, Değişken boyut, Enstalasyon, 2015

“Şablonlara bir alternatif sunmak yerine bir ‘olay yeri inceleme çalışması’ yapmak” isteyen sergi amacına ulaşıyor mu? Oldukça... “Aynı zamanda anne, sevgili, evlat ve eş olan kadın sanatçı, bunlardan hiçbiri olmamayı seçer ve sanat üretimini de bu doğrultuda yapmayı reddederse ne olur?”, sorusunun henüz sorulmadığı bir zamandan kalmış gibi görünüyor. İkili cinsiyet sorgulamalarının yapıldığı günümüzde, yer yer kiç örneklerle, toplumsal cinsiyet algısına dayalı “kadın” mitleri tekrar ediliyor.

Didem Ünlü ise Kalıp adlı eserinde, “kalıp çıkarmak” için alınan notların üzerine çizdikleriyle belki de sergideki en gerçek müdahaleyi yapmış ve yıllardır tekrarlananı yeniden göstermektense onu bozarak yeni bir anlam kazandırmış.

Didem Ünlü, Kalıplar, 39x47cm, Karışık teknik, 2014-2017

Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar/ Kör Alan’da yaratılmak istenen “kolektif bir ‘sanatçı-kadın’ portresi” hâlâ annelerimizin yatak odalarından, mutfak ya da alafranga tuvaletlerinden çıkamıyor. Bu da, kadın sanatçı, kadına dair bir üretim yapmak zorunda mıdır, her kadın sanatçı “kadın” mıdır, erkek sanatçılardan “erkek” üretim yapmasını bekliyoruz muyuz, kadın sanatçının var olan bir kadın sorununa parmak basması onu ya da eserini “feminist” yapar mı, sorularını akla getiriyor. Sorunun cevabını neredeyse her eserin cinsiyete dair olduğu bu sergide bulmak mümkün değil. Sanatçılar, “Her şey cinsiyete dairken, ‘kör alanlar’ın cinsiyeti var mıdır?” gibi toplumsal cinsiyet rollerini yıkan bir sorudan yola çıkmalarına rağmen yarattıkları eserlerde erkek bakış açısından uzaklaşmayı pek de başaramıyorlar.


Comments


bottom of page