1944 yılından bu yana kültür-sanat alanında yadsınamaz bir desteği olan Yapı Kredi Bankası, 2006 yılının Eylül ayında, 4. Uluslararası İstanbul Bienali’nin (1995) küratörü René Block ile çalışmaya başladı ve “Türkiye’de Güncel Sanat” başlığı altında yeni bir sergi ve monografi dizisine girişti. Sadberk Hanım Müzesi ve Vehbi Koç Vakfı desteğiyle gerçekleştirilen bu dizinin yönetiminden küratör ve editör olarak René Block sorumluyken uzun yıllar İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nda görev yapmış olan Melih Fereli dizinin danışmanlığını; Sanat Dünyamız dergisinin ve çok sayıda sanat kitabının editörlüğünü yapan Mine Haydaroğlu da dizinin editörlüğünü üstlendi ve böylece Türkiye’deki güncel sanata damgasını vuran sanatçıların Kâzım Taşkent Sanat Galerisi’nde sergileri açılmış ve de bu sanatçılar hakkında ilk kez kapsamlı monografiler yayımlanmış oldu.
Türkiye’de Güncel Sanat dizisinin ilk sanatçısı Hale Tenger oldu. Tenger’in 5 Nisan-5 Mayıs 2007 tarihlerindeki Lahavle başlıklı sergisine Ahu Antmen tarafından kaleme alınan Hale Tenger: İçerdeki Yabancı adlı kitap eşlik etti. 1960 İzmir doğumlu Hale Tenger, 1990 yılında Günümüz Sanatçıları 11. İstanbul Sergisi ile çıkışını yaptı. 1992 yılında 3. Uluslararası İstanbul Bienali’ne katıldı. Bienal kapsamında sergilediği Böyle Tanıdıklarım Var II adlı duvar enstelasyonuyla sanat dünyası kadar hukuk dünyasında da tanındı; Böyle Tanıdıklarım Var II nedeniyle kendisine dava açılan Hale Tenger’in çalışması, Türkiye’ye yönelik eleştirel bir tavır taşımaktaydı. Şöyle ki; Yunan mitolojisinde bağ bahçeyi kem gözlere karşı koruyan ve ereksiyon halindeki penisi ile meşhur Priapos, Türk bayrağının ay ve yıldızını oluşturuyor; ay-yıldız dışındaki bölge de iktidara (Priapos’a) tâbi olan ve üç maymunla temsil edilen sessiz halk yığınları bulunuyordu. Tenger’e Türk bayrağına hakaretten dava açıldı. Mahkemede Böyle Tanıdıklarım Var II'nin, erkeklerin kadınlara yönelik şiddetlerinin evrensel düzeyde bir yansıması olduğu savunuldu ve Tenger de beraat etti. Hale Tenger’in politik duyarlılığı sadece Böyle Tanıdıklarım Var II ile sınırlı değil; 1990 yılına ait Sikimden Aşşa Kasımpaşa Ekolü’nde Tenger, İslam, laiklik, kadın konulu yazılarıyla İslamcı kesimin tepkisini çeken Bahriye Üçok’un bombalı bir saldırıda öldürüşünden ya da genelleyecek olursak, toplum içinde giderek tırmanan şiddetten ve bunun yarattığı bireysel etkiden yola çıkmıştı. 1992 tarihli Aşağı Yukarı, Minörlere Yolculuk (Muhayyer Kürdî Makamına) adlı çalışmalarında ise, azınlık oluş, öteki gibi, 1990’lar itibariyle sıkça tartışılan yerel-küresel ölçekli sorunlara gönderme yapıyordu. Ahu Antmen tarafından kaleme alınan ve yine Ahu Antmen’in sanatçıyla bir söyleşisinin bulunduğu Hale Tenger: İçerdeki Yabancı kitabı, Hale Tenger’in 1990’dan günümüze uzanan süreçteki 17 yıllık üretimini gözler önüne seriyor. Antmen, Tenger’in çalışmalarını akıcı bir üslupla yer yer kronolojik açıdan yer de tematik açıdan 7 başlık altında değerlendiriyor: Sözcükler, İmgeler; Gerçekler, Kurgular; Uygarlık ve Sıkıntı; İçerdekiler, Dışardakiler; Eşikler ve Türkiye; Yok Yok Ülkesinden… ve Sandık Odası. Bu 7 başlık altında Hale Tenger’in sanat anlayışı, çalışmaları hakkında çıkarımlar yapmak ve Antmen’in Hale Tenger ile yaptığı söyleşide sanatçının yapıtlarının tematik açıdan nasıl değerlendirdiğini görmek mümkün…
Türkiye’de Güncel Sanat Dizisi’nin ikinci kitabı, Barbara Heinrich tarafından kaleme alınan Gülsün Karamustafa: Güllerim Tahayyüllerim kitabı. René Block, Şubat 2007 tarihli sunuş yazısında Gülsün Karamustafa’yı şöyle değerlendiriyor: “Büyük olasılıkla, başka hiçbir Türk sanatçının külliyatı, 80’li yılların politik ve kültürel durumunu Gülsün Karamustafa’nınki gibi geniş kapsamlı ve yoğun biçimde yansıtmamaktadır. Sanatçı –o zamanlar yerel, bugün küresel- toplumsal bağlamlar üzerinde durmaktadır, ve başlıca teması “göç” olarak nitelendirilebilir. Bu konuda kendisi sürekli bir arayış halinde olmuştur. Sanatçının ilkin yerel, bugünse tümüyle küresel bir boyuta ulaşan gelişimi, Türk sanatında yakın yıllarda gerçekleşen değişim için bir örnek olarak tanımlanabilir.” 1980’lerden bu yana politik ve kültürel iklimi sorgulayan çalışmalarıyla karşımıza çıkan Gülsün Karamustafa, 1969 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden (bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) mezun olur ve Akademi’nin tutumunun inadına o yıllarda figüratif, anlatımcı resimler yapar. Karamustafa’nın bu dönem resimlerinde köyden kente göçün sonucunda ortaya çıkan melez durum, ne oralı ne buralı olma hali karşımıza çıkar. Göç, Gülsün Karamustafa’nın sanatında kendine çok geniş bir yer bulur. 1950’lerde başlayan ve 1990’larda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşanan savaşın etkisiyle devam eden yurtiçi göç hareketi, 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılışı, Sovyetler Birliği’nin dağılması gibi gelişmelere bağlı olarak dünyada yaşanan göç hareketi göç, kimlik, aidiyet gibi kavramları gündemde tutmuş, bu kavramlar da Karamustafa’nın sanatına yansımıştır. Karamustafa’nın Sınırları Geçerken Bizim İçin Önemli Olanları Çocuk Yeleklerinin İçine Gizliyorduk (Kuryeler) adlı, kişisel tarihten, sanatçının ailesinin Doğu Avrupa’dan Türkiye’ye göçünden yola çıkan çalışması ve 3. Uluslararası İstanbul Bienali’nde sergilediği tekerlekli sepetlere konmuş yorganlardan oluşan Mistik Nakliye adlı çalışması, sanatçının göç problemine gönderme yapan çalışmalarındandır. 1971 yılında siyasi görüşleri nedeniyle kısa bir süre hapiste tutulan ve 16 yıl boyunca pasaportuna el konan Gülsün Karamustafa, bu erken dönem resimlerinde askeri yönetim döneminin toplumsal yaşama yansımalarını da konu almıştır. Karamustafa, 1981 tarihli Yarabbi Sen Bilirsin isimli resminde Bülent Ersoy gibi dönemin ve popüler kültürün sansasyonel bir ismini, askeri diktatörlüğün yasaklı şarkıcısını o dönemde yüksek sanat olarak kabul edilen pentürün içine dahil etmiş ve göç dalgasıyla birlikte gelen arabesk kültürüne gönderme yapmıştır. 1980’li yıllarda adı konan “arabesk” kavramı, (Nurdan Gürbilek, Vitrinde Yaşamak: 80’lerin Kültürel İklimi adlı kitabında arabeskin, 1970’lerde kendini gösterdiğine ama 1980’lerde işaretlendiğine dikkat çeker), Gülsün Karamustafa’nın çalışmalarında, özellikle de duvar halılarında yansımasını bulmuştur. Film çalışmaları da olan Gülsün Karamustafa, 1980 darbesinin yansımalarını videolarında da görselleştirmiştir. Meydanın Belleği, bunun en çarpıcı örneğini oluşturmaktadır. Gülsün Karamustafa’nın 1980’li yıllardan günümüze kadar uzanan süreçteki çalışmaları ve kişisel bellekten toplumsal belleğe uzanan içerikleri, sanatçının kendi sözlerine de yer vermek suretiyle, Barbara Heinrich tarafından titiz bir biçimde incelenmekte. Güllerim Tahayyüllerim’e, Melih Fereli’nin Gülsün Karamustafa ile yapmış olduğu söyleşi eşlik etmekte. Bu söyleşi de, izleyiciye/okuyucuya Karamustafa’nın çocukluk yıllarına, işlerinin oluşum süreçlerine tanıklık etme olanağı sunuyor. Haziran 2007’de yayımlanan Güllerim Tahayyüllerim sonrasında Karamustafa’nın 26 Ekim-25 Kasım 2007 tarihleri arasında Yapı Kredi Kâzım Taşkent Galerisi’ndeki Gülsün Karamustafa Sineması sergisi gerçekleşti.
Türkiye’de Güncel Sanat Dizisi’nin üçüncü sanatçısı, Füsun Onur oldu. 7 Eylül-6 Ekim 2007 tarihleri arasında Kâzım Taşkent Sanat Galerisi’nde Erratum Musicale adlı bir sergisi gerçekleşen Füsun Onur’un, Margrit Brehm tarafından hazırlanan Dikkatli Gözler İçin adlı monografisi Haziran 2007’de yayımlandı. 1938 yılında İstanbul’da Kuzguncuk’ta doğan Füsun Onur, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü Ali Hadi Bara atölyesinde ve ardından Fullbrigt Bursu ile ABD’de eğitim görür. 1967 yılında Türkiye’ye dönen ve 40 yılı aşkın bir süredir güncel sanat üretimi yapan Onur, gerçekleştirdiği çalışmalarıyla “heykel” sözcüğünün tanımını değiştiren, anlamının genişlemesine katkıda bulunan ilk isim olarak değerlendirilebilir. Füsun Onur, ilk kişisel sergisini açtığı 1970 yılından bu yana, her türlü zorluğa ve dışlanmaya, anlaşılmamaya göğüs gererek kendi bildiği yolda üretim yapan bir sanatçı olup Türkiye güncel sanatının duayenlerinden biri olarak kabul edilmelidir. Füsun Onur, öncelikle zihninde çalışmasının kurgusunu oluşturur; sonrasında genellikle çalışmasını nasıl gerçekleştireceğinden maliyetine kadar uzanan geniş boyutta notlar alır; çalışmasını zihninde bitirdiği zaman ise, o çalışma onun için tam anlamıyla bitmiş demektir. Füsun Onur’un kendi ifadeleriyle bunu yansıtacak olursak, işin özü, bir şeyler bulmak ve çözümler üretmektir. “Bazen, öyküler başlangıç noktasında şekillenir; bazen bu bir malzemedir ya da bulunan bir şey ya da bir oda- örneğin geçtiğimiz yıllarda bir müzik eseri yaratmak arzusuyla yapıtlarım şekillenmişti”. Çalışmanın yapıldıktan sonra bitmesi konusunda ise, Füsun Onur’un ifadesi şöyle: “Asla geriye dönüp bakmam. Bir iş yapıldığında, bitmiştir.” Füsun Onur’un bu ifadelerinden yola çıkarak onu güncel sanatın tam merkezinde konumlandırmamız gerektiği düşüncesindeyim. Değil mi ki, güncel sanat, bugünün sanatıdır, gözünü geçmişe ya da ileriye çevirmeksizin ama onlardan da yararlanarak “şimdi”yi üretir; o zaman Füsun Onur’un güncel bir sanatçı olarak değerlendirilmesi konusunda, kuşkusuz kastım Türkiye, geç bile kalınmış durumdadır. Aynı şekilde René Block da, yerinde bir ifadeyle Füsun Onur’u şöyle tanımlıyor: “Füsun Onur, çağdaş Türk sanatında büyük bir istisnai olgudur. Deyim yerindeyse, marjinallerin marjinalidir. Sabır ve kararlılıkla, geride kalan on yıllar içinde, Boğaz’daki küçük evinde özgür düşünce ve tutumun varlık bulma stratejisi olarak kendi sanatsal evrenini geliştirmiştir. Bu sanatsal duruşuyla, Türkiye’de başka hiçbir kadın sanatçının olmadığı kadar, ardından gelen genç kuşak sanatçılar üzerinde etkili olmuştur.” Burada küçük bir parantez açarak, Türkiye’de Güncel Sanat dizisinin neden bu marjinallerin marjinali ve kendinden sonraki kuşak üzerinde yoğun etkileri olan sanatçıyla açılışını yapmadığı sorulabilir, tabii.
Füsun Onur ve sanatı ile sanatçının 1995 yılında Maçka Sanat Galerisi’nde açtığı Kadans adlı sergisinde tanışan ve 2001 yılında Baden Baden’de Füsun Onur’un da yer aldığı Aus der Ferne So Nah adlı sergiyle eşzamanlı olarak İngilizce ve Almanca Füsun Onur monografisi hazırlayan Margrit Brehm, Füsun Onur monografisini 8 ayrı bölüme ayırmış durumda: Yalnızca Dikkatli Gözler İçin, Nereye Gitsem İstanbul Benimle, Uzamda Çizmek, Sandalyeler Arasındaki Mekân, Nesnelerin Diyaloğu, Resimde Üçüncü Boyut, Ritmik Düzenler ve Müzik Kompozisyonları, Asla Arkama Bakmam. Geçmiş Geçmiştir. Brehm, ilk bölümde Füsun Onur’un sanatının genel özelliklerini ortaya koyduktan sonra ikinci bölümde Füsun Onur’un Akademi’deki ve ABD’deki eğitim sürecini kaleme alıyor. Ali Hadi Bara atölyesinden mezun olan Füsun Onur’un, Amerika’daki başarı öyküsü ve Amerika’da kalmasının teklif edilmesine rağmen yine buraya dönmeyi tercih etmesinin öyküsü bu bölümde ayrıntılı bir biçimde ele alınıyor. Monografinin üçüncü bölümü olan Uzamda Çizmek, Füsun Onur’un 1970 yılında İstanbul Taksim Sanat Galerisi’nde açtığı ilk kişisel sergisi, tepkiler ve 1970’lerden 1980’lere uzanan süreçteki üretimlerini inceliyor. Sandalyeler Arasındaki Mekân adlı dördüncü bölüm itibariyle Margrit Brehm, Füsun Onur’un çalışmalarını tematik bir biçimde incelemeyi tercih ediyor. Böylelikle Füsun Onur’un sanat üretimindeki süreklilik de okuyucu tarafından rahat bir biçimde takip edilebilir kılınıyor. Füsun Onur’un sergileri için kaleme aldığı metinlere de yer veren incelemenin son derece titiz bir biçimde hazırlandığını ve bugüne kadar Füsun Onur’a ilişkin yazılan her satırın değerlendirmeye tabi tutulduğunun belirtilmesi gerek. Füsun Onur monografisine Emre Baykal’ın “Füsun ve İlhan Onur ile Bir Öğleden Sonra” başlıklı sıcak söyleşisi eşlik ediyor. Hemen belirtmekte fayda var: Füsun Onur, Kuzguncuk’ta aileden kalma evlerinde ablası İlhan Onur ve kedileri Tekir ile birlikte yaşıyor. Füsun Onur’un pek çok çalışmasının fotoğrafları ablası İlhan Hanım tarafından, kimi zaman sergi mekânlarında kimi zaman sergiden sonra, evlerinin terasında kimi zaman da hem sergi sırasında hem de sonrasında çekilmiş, aile albümleri içerisinde dosyalanarak bir arşiv oluşturulmuş. Dolayısıyla bugün Füsun Onur’un tüm çalışmalarına ablası İlhan Hanım sayesinde ulaşabiliyoruz. Emre Baykal’ın sıcak söyleşisi, Onur ailesinin bir öğleden sonrasını okuyucuyla paylaşan ve okuyucuyu Füsun Onur’un dünyasına çeken bir söyleşi ve bu bakımdan kitapta yer almasının da son derece anlamlı olduğunu belirtmek gerek…
2008 yılının Nisan ayında Türkiye’de Güncel Sanat Dizisi’nin dördüncü kitabı yayımlandı: Emre Baykal tarafından hazırlanan Kutluğ Ataman: Sen Zaten Kendini Anlat! Dizinin dördüncü sanatçısı olan Kutluğ Ataman, 1961 İstanbul doğumlu. Galatasaray Lisesi’ndeki eğitiminin ardından Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon Enstitüsü’nde ve sonrasında da Kalifornia Üniversitesi’nde eğitim görüyor. Uzun metrajlı film yönetmeni olarak tanınan Ataman, 1997’de 5. Uluslararası İstanbul Bienali kapsamında güncel sanat bağlamındaki ilk çalışmasını Semiha B. unplugged’ı sergiledi ve bundan sonra da hem sinema filmlerine hem de güncel sanat bağlamındaki çalışmalarını sürdürdü. Kutluğ Ataman’ın Türkiye’de Güncel Sanat dizisi kapsamında Kâzım Taşkent Galerisi’nde bir sergisi açılmadı ancak Berlin’de Vehbi Koç Vakfı desteğiyle açılan Tanas’ta izleyicilerle buluştu ve Emre Baykal’ın sanatçının çalışmalarını ayrıntılı bir biçimde anlattığı metni de bir nevi Kutluğ Ataman retrospektifi yerine geçti, denebilir. Emre Baykal, Kutluğ Ataman monografisini yedi bölüme ayırmış: Sanatçının Türk Lokumu Olarak Portresi, Uzun Metraj Filmden Yüzyılın Portresine, Öteki Film, Beşinci Karenin Gösterdiği: Öznelden Toplumsal Kimliğin Portresine, Ataman’ın İşlerinde ‘Kendi’nin Yansıması Olarak Saplantı Nesnesi ve Başkalaşımı, Kimliğin Çoğaltılmasının Metaforu Olarak Reenkarnasyon, Bireysel Portrelerden Grup Portrelerine. Emre Baykal, Sanatçının Türk Lokumu Olarak Portresi adlı bölümde, Ataman’ın 2007 yılında Moskova Bineali’ne katıldığı Türk Lokumu adlı çalışmasını inceliyor ve böylelikle Ataman’ın eserlerinin kronolojik olarak ele alınacağı görüşünü baştan ters yüz ediyor çünkü Baykal’a göre Türk Lokumu, hem içerik hem de sanatsal strateji açısından ana gövdenin damıtılmış özünü içermekte. Monografinin ikinci bölümü olan Uzun Metraj Filmden Yüzyılın Portresine adlı bölümde, sinema yönetmeni olarak bir dizi ödüle sahip olan Kutluğ Ataman’ın güncel sanat bağlamında ürettiği ilk çalışması olan Semiha b. unplugged’a geçiş süreci ele alınıyor ve videonun kapsamlı bir değerlendirmesi yapılıyor. Öteki Film adlı bölüm, Ataman’ın Peruk Takan Kadınlar, Ruhuma Asla adlı çalışmalarını içerik açıdan değerlendirmeye tabi tutarken Beşinci Karenin Gösterdiği: Öznelden Toplumsal Kimliğin Portresine adlı bölümde Emre Baykal, Peruk Takan Kadınlar’a odaklanıyor. Baykal, Ataman’ın İşlerinde ‘Kendi’nin Yansıması Olarak Saplantı Nesnesi ve Başkalaşımı adlı beşinci bölümde, Stefan’ın Odası ve Veronica Read’in 4 Mevsimi üzerinden Kutluğ Ataman’ın “özneleri”ni konu ediniyor. Kimliğin Çoğaltılmasının Metaforu Olarak Reenkarnasyon adlı bölüm, Ataman’ın videolarında sıkça karşımıza çıkan yeniden doğuş söylemini değerlendirirken Bireysel Portrelerden Grup Portrelerine adlı bölümde, Ataman’ın, sakinleri tarafından Küba olarak adlandırılan İstanbul’da bir gecekondu mahallesindeki araştırmalarını (zira çalışma iki yıllık mesainin bir ürünü) ortaya koyan ve Türkiye’nin toplumsal gerçeklerine parmak basan Küba adlı çalışması ile Cennet adlı çalışmasının derinlemesine okuması yapılıyor. Dizinin önceki kitaplarında sanatçı söyleşisi olarak karşımıza çıkan bölüm, Kutluğ Ataman’ın kitabında Deniz Seki-Kutluğ Ataman unplugged Sen Zaten Kendini Anlat! adıyla alışılmışın dışında bir formatta karşımıza çıkıyor. Kutluğ Ataman’ın kitapta zikredilmeyen çalışmalarından bir seçkiye de yer verilen kitap, Ataman’ın paşa dedelerini tanıtan aile albümü ile son buluyor; Kutluğ Ataman kendini anlatıyor…
Türkiye’de Güncel Sanat Dizisi’nin beşinci sanatçısı ise, Ayşe Erkmen. 16 Mayıs-15 Temmuz 2008 tarihleri arasında Kâzım Taşkent Sanat Galerisi’nde Aşağı Yukarı adlı sergisi açılan Erkmen’in )>uçucu</=şimdi=( adlı monografisi Friedrich Meschede tarafından kaleme alınmış. René Block’un belirttiği gibi, “Ayşe Erkmen’in eserlerine biçilen uluslararası alandaki saygınlığın sırrı, onun her eserinin içinde bulunan sırrın da ta kendisidir. Sanatının karakteristik bir özelliği sorulacak olsa, verilecek yanıt ancak şu olabilir: Sürekli bir dönüşüm, aralıksız değişim. Zira Erkmen ne karakteristik denebilecek materyaller kullanır, ne de ona atfedilebilecek belli bir estetiği ya da kapsayıcı nitelikte, içeriğe yönelik bir mesajı vardır. Ayşe Erkmen her eseri için-ki eserleri genellikle mekâna özgüdür- arzulanan sonucu elde etmek için gerekli araçları kullanır.” René Block’un bu ifadeleri aslında Ayşe Erkmen’in sanatını özetler nitelikte. 1949 İstanbul doğumlu Ayşe Erkmen, 1977 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’nden mezun olur ve mezuniyet çalışması, Fındıklı Parkı’nda eternit borulardan oluşan soyut heykel/yerleştirmesidir. Mekâna özgü çalışmalarına Akademi’deki öğrencilik yıllarında başlayan Erkmen’in bu söz konusu yerleştirmesi de Yeni Eğilimler Sergileri’ndeki çalışmaları da onun bu anlayışının ilk örnekleridir. İlk sergilerinden itibaren mekân üzerine odaklanan, mekânı işaretleyen, farkına varılmayan gösteren, kimi zaman bozan, mekânı kendi özelliklerinden yola çıkarak anlamlandıran çalışmalar gerçekleştiren Erkmen, mekâna en özgün müdahaleyi 1997 yılında Münster’de Sculptures On Air (Havada Heykeller) ile gerçekleştirmiştir. Friedrich Meschede, yerinde bir kararla, Erkmen’in çalışmalarının analizine buradan başlıyor; zira Meshede’ye göre, bu, Erkmen’in eserlerini temsil eden imgedir. Meshede, Havada Heykeller’den sonra, bir o kadar dikkat çeken Taşınan Gemiler’i analiz ederek Erkmen’in sanatının ortak paydalarını çıkarıyor. Kitap, Erkmen’in yaşam öyküsüne yer verdikten sonra sanatçının çalışmalarını hem tematik hem kronolojik olarak inceliyor. Erkmen’in 1994’te Kreuzberg’de bir evin duvarına yerleştirdiği “miş” dizisini kavramsal olarak 1997’de Taksim’de kiraladığı reklam panosunda tekrarlaması ve 2007’de de Santralistanbul için yeniden üretmesi gibi.
Friedrich Meschede, Ayşe Erkmen’in büyük kısmını Türkiye dışında gerçekleştirdiği çok sayıda yerleştirmesinin bir dökümünü yaptığı ve tanıttığı gibi, onların analizlerini de yapıyor ve Erkmen’in sanat yaşamındaki yerlerini gösteriyor. Kitapta ayrıca Fatoş Üstek’in Ayşe Erkmen’le yaptığı söyleşiye de yer veriliyor. Ancak Üstek’in dipnotlu! söyleşisinin ne yazık ki söyleşi tadından uzak, kuru bir makale formatında olduğunu belirtmek gerek.
Yapı Kredi Yayınları’nın Türkiye’de Güncel Sanat Dizisi’nin 1980 sonrasına ve özellikle 1990’ların sanatına ışık tutması bakımından takdire şayan olduğu su götürmez bir gerçek. 1990’lı yıllar, bilindiği gibi, Türkiye sanat ortamının dışa açıldığı yıllar ve bu konuda da başı çeken isim René Block. 1991 yılında Joseph Beuys etkinlikleri için Türkiye’ye gelen René Block’un Türkiyeli sanatçılarla kurduğu diyalog, sanatçıların uluslararası sanat piyasasında dolaşıma girmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Block, Almanya’da IFA galerilerinin başında bulunduğu sırada çok sayıda sanatçıyı Almanya’ya davet etmiştir. 1994 yılında, Beral Madra ve Sabine Vogel’in eşküratörlüğünde Türkiyeli sanatçıların yurtdışında temsil edildikleri ilk sergiler arasında yer alan İskele Sergisi de yine Block’un girişimleriyle gerçekleşmiştir. Özetle, 1990’ların başından bu yana, yaklaşık 20 yıldır Türkiye sanat ortamını izleyen Block sayesinde ilk kez günümüz sanatçılarının ardı ardına monografiler yayımlanıyor ve bu monografiler sayesinde günümüz sanatının belleği oluşuyor. Unutmadan, dizinin ikinci kitabından beri okuyucuya bir hediye de veriliyor: Ofset baskı. 1800 edisyonluk baskılardan 1750 adedi kitapların kapağına sarılı, 1570 adedi imzasız, 150 adedi imzalı ve numaralı, 30 adedi imzalı ve Romen rakamlarıyla numaralı, 50 adedi de imzalı, numaralı ve katlanmamış sanatçı kopyası. Dolayısıyla her kapağın ilk 150 adedi sanatçının kendi tarafından tasarlanan ve sınırlı sayıda üretilen birer sanat eseri niteliğinde. Kim bilir belki size de çıkabilir!!!
Not: Eylül ayında Türkiye’de Güncel Sanat Dizisi’nin altıncı kitabı yayımlanacak ve beşinci sergisi açılacak. Türkiye’de Güncel Sanat Dizisi’nin altıncı sanatçısı, Halil Altındere. Altındere’nin 18 Eylül-5 Ekim 2008 tarihleri arasında Bunun Bir Sergi Olduğundan Emin Değilim’ i görülebilecek ve sergiyle birlikte Süreyya Evren’in kaleme aldığı Halil Altındere/Kayıplar Ülkesiyle Dans adlı monografisi de yayımlanmış olacak.
Comments