Türkiye’de tasarım kültürünün aktarılması ve tasarım farkındalığı yaratılması anlamında neler yaptık, yapıyoruz? Bu doğrultuda müze-koleksiyon-kurum tarafında gerçekleştirilen; arşivleme, sergileme ve diğer çalışmaları konuşmak ve konuyla ilgili öngörülerde bulunabilmek adına Aren Emre Kurtgözü, Burçak Madran ve Meriç Öner, Alpay Er moderatörlüğünde bir araya geldiler
Fotoğraf: Ebru Demir
Endüstriyel tasarım ve ona akraba diğer disiplinler olan grafik, ambalaj tasarımı gibi alanların Türkiye’de bir “tutunamama” problemi var. Bu belli ölçülerde Batı’da da söz konusu. Türkiye’ye bakarsak, bu meseleyi modernleşme ve sanayileşme tarihimizle ilişkilendirmek gerekir.
Burçak Madran: Bir müze bilimci ve müze tasarımcısı olarak şunu diyebilirim ki; her alanda olduğu gibi, geçmişin belleğinin korunuyor olması ve onun gelecek nesillere aktarılabilmesi için müzeler hala en saygın, en geçerli ve en işlevsel kurumlar. Tabii müze derken her türlü arşivi, özelleşmiş kütüphaneyi, sergi alanını ve belirli bir konudaki belleğin kamusallaşmasındaki belirli araçları içine alıyorum.
Aren Emre Kurtgözü: Maddi Kültür disiplini, ilk dönemlerinde sosyal bilimciler kadar tasarımcıların da katkısı ile gelişti ve başından beri, tasarım alanında üretilmiş akademik çalışmalarla temas içinde oldu. Bunun en önemli sebebi, tasarımcıların, ortodoks sosyal bilimlerin “şey”leşme ve fetişleştirme eleştirilerini hiç üstlerine alınmadan ürün ve nesnelerin sosyal hayatı hakkında yakın gözleme dayalı derinlemesine sözler söyleyebilmeleriydi. Nesne üzerine siyasi ve disipliner doğruculuğun kısıtlamalarına aldırmadan rahat rahat konuşanların en başında tasarımcılar geliyor. Ben hem bir tasarımcı olarak, hem de akademik olarak sosyal ve beşeri bilimlere ilgi duyduğumdan, maddi kültür çalışmaları ile epeydir haşır neşirim. Daha spesifik ve kişisel olarak, Türkiye modernleşmesinin maddi unsurları diyebileceğimiz çeşitli ürünleri toplayıp biriktirmeye çalışıyorum. Bunlar kumbaralardan teneke çiklet kutularına kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor.
Bellek, tarih, kültür... Neden böyle bir derdimiz var? Niçin bunu mesele ediyoruz? Tasarımın “tutunduğu” noktalar nedir, veya tasarım niçin “tutunmak” zorunda, bunu mesele eden kimler?
BM: Bir mesleğin kendisini kurumsallaştırma sürecinde bellek, tarih ve kimlik çok önemli unsurlardır. Aren’in yaptığı koleksiyonlar gibi, endüstriyel tasarımdaki ilk jenerasyon hocalarımızın hemen hemen hepsinin kendi koleksiyonu vardır. Bunlar çok sistematik toplamalar değildir. Tasarım müzesi de aslında mesleğin, disiplinin kalıcılaşması, bir nevi “ölümsüzleşmesi” içindir. İnsanlar yaptıklarının kalmasını ve sonraki nesillere aktarılmasını ister, bu çok insani bir arzu.
AEK: Bir tasarım belleği oluşturulmasını önemli kılan bir diğer boyut da ulusal modernleşme maceramız. Batıyı izleyerek modernleşmeye çalışan bütün toplumlar modernleşmenin nabzını tutmak, modernleşme süreçlerini belgelemek için somut şeylere ihtiyaç duyarlar. Mimari bence bu konuda oldukça önemli, zira mimari yapılar, ülkenin modernleşme tarihinin birer belgesi gibidir, pek çok anlatıda yer alır ya da anlatının kurucu ögesidir. Sanayileşmiş bir toplumda, tasarım ürünleri de benzer bir işlev ve öneme sahiptir.
Meriç Öner, Fotoğraf: Ebru Demir
Meriç Öner: Modernleşmeyi konu edinmek zorunda olduğumuzdan emin değilim. Tam sizin dediğiniz konuya mimarlık üzerinden bakınca Türkiye’de bir çeşit modernleşmeyi okuyabiliyoruz. Ancak mimarlık adı altında ele alınan bulguların her zaman ayrıcalıklı yapılar olduğunu unutmamak gerekiyor. Tarihsel yaklaşımın böyle bir sıkıntısı var. Tasarım üzerinden konuştuğumuzda bir tarafta nesne, bir tarafta maddi kültür var. Nesne üzerinden bir şey konuşmaya çalışmakla maddi kültür içerisindeki yeri ya da oluşturduğu kültür üzerinden konuşmanın farkı var. Bizim bildiğimiz ve iyi iş diye düşündüğümüz, belirli temelleri olan bir işin üzerinden mi gidilmelidir yoksa “kartpostal koleksiyonuyla” da bir şeylere bakılabilir mi? Eskiden olanın bilgisine bakmak, kendisine bakmaktan daha değerli.
Konuyu arşive getirmek gerekirse, arşivin de bu tarafı daha değerli aslında. Nesnenin kendisi üzerinden edindiğimiz bilginin dışında, onun üretilme süreci, o dönemin ekonomik ortamına dair bilgi konuyu daha geniş açmaya fırsat tanır. Türkiye’de tasarım tarihi parça parça yazılıyor, geçmişten gelen geleneksel bir organı yok. Bugün erişebildiğimiz ve erişemediğimiz kaynakların tamamının kaydedilmesi gerekiyor. Üretimin geneli ve endüstriyel olan da bunun içine giriyor. Mimarlıkta da aynı şekilde, çok tekil ve özel olduğunu ya da içerisine çok daha katmanlı bilgi girdiğini düşündüğümüz şeylerin dışında neler oluyordu diye bakmamız gerekiyor, çünkü bugünkü tarihe bakış açımızın da, daha önce bu tarihleri yazmış olan kültürlerden alınma bir tarafı var. Onu kıracak noktaları keşfetmek gerekli ve belki tasarımı, o kültürün geniş anlamında kullanmaktan faydalanmak lazım. Kapsamını disiplinden bağımsız tari eyen bir arşivde, nesneden çok nesne ile ilgili yazışmaların, üretim macerasının, döneme dair kişisel notların, fotoğrafların kaydedilmesi gerekir. Aralarındaki ilişkilerle, asıl hangi bilginin biriktirilmesi gerektiği tartışılması gereken bir konu.
BM: Bence burada Meriç’in söylediği şey önemli, sadece tasarım anlamında değil, ben her zaman birçok şeyin biriktirilmesi gerektiğini savunurum. Koleksiyon alanında da çalıştığım için, bence bir koleksiyon kurumsallaşırken, bu kurumsallaşma esnasında bir küratöryal dokunuş gelir. Bu konuyu bilen, deneyim sahibi olan, çalışmış insanlar onu bir anlamda kategorize ve klasifiye eder. Bu kararlar benim söylediğim küratoryal dokunuştur. Bu arşiv yaratırken de gereklidir. Dolayısıyla bu işin objektif olmasına imkan yoktur.
Alpay Er, Fotoğraf: Ebru Demir
Sanayileşme derdi olan bir iktidar dönemindeyiz, yerli araba, yerli uçak vesaire yine gündemde, bunlar olmayacak şeyler değil aslında. Her dönem kendi meşruiyetini kalıcı kılmak için de sergiyi, müzeyi, tarihi kullanır. Her dönem kendi şanlı tarihini yazmak ister.
BM: 80’lerin sonunda endüstriyel tasarımcı olarak mezun oldum, o zamanlar şuna inanıyordum; bu ülkede endüstriyel tasarım mümkün değil, çünkü burası teknolojik ve iktisadi anlamda “bağımlı” bir ülke. Küresel iş bölümü içerisinde biz sadece yurt dışında tasarlanan yeni ürünlerin montajını yapar, satın alır ve kullanırız. Bizim için bunun ötesinde bir alternatif yok diye düşünürken, doktora çalışmam sırasında Uzak Doğu Asya’da “yerli” endüstriyel tasarım becerilerinin nasıl evrilerek gelişebildiğini gördüm. 10 yıl sonra, 1998’de ETMK olarak Nesnel isimli bir yayın çıkardık, açılış yazımız Türkiye’de endüstriyel tasarımın kronolojisiydi. Belki primitif bir şekilde ama endüstriyel tasarım tarihi yazımına, bellek kurgusuna yönelik ilk adımlardan bir tanesiydi bu kronoloji.
Tasarıma yönelik sergileme, müzecilik vesaire gibi konularda ilk adımı Garanti Galeri ile Garanti Bankası atmıştır diyebiliriz. Garanti Galeri’nin danışma kurulundaydım ve gerçekten ilginç bir deneyimdi ama ne yazık ki sürdürülemedi. Dönüp baktığımda, belki finans yerine bir sanayi grubunun arkasında durduğu bir inisiyatif olsaydı Garanti Galeri, tasarım adına kendi başına, özerk bir sergileme-arşivleme imkanı olarak devamlılığı mümkün olabilirdi.
Bence, Türkiye’de tasarım denen iktisadi, kültürel değer yaratma süreci henüz tamamına ermediği, yani tasarım iktisadi anlamda tam olarak işlevsellik
kazanamadığı için, bir tasarım kimliği ve bunun gerektirdiği kültürel belleğin yaslanacağı bir tasarım arşivi ve müze oluşturma ihtiyacı da henüz doğmadı.
MÖ: Garanti Galeri’nin çok net bir misyonu vardı, Salt’a geçtiğinde o misyon bilinçli olarak devam ettirilmedi; dönüşüme uğradı. Az önce Burçak’ın söylediği şeyle bağlantılı olarak, arşivlemede filtrelerden kurtulmak mümkün değil, ama arşivin kendisini kurmak ve tasarımın nesnesini göstermekten mesafe almak bilinçli bir tercihti. Şu anda saltresearch.org adresinde ulaşılabilir olan 1 milyon 800 bin belge var. Çeşitli disiplinlerin bilgisinin ortak durduğu, bu coğrafyaya ait bir birikim o. Pazar fişini bile atmayacak şekilde çalışıyoruz. Arşivdeki filtreler mümkün olduğu kadar nesnel, yani bir şeyin bulunmasına aracılık edecek kelimeler düzeyinde. Öznel filtreler geliştirmek ise herkesin kendi inisiyatifinde. Zaten müze olmak ya da olmamak bu yönde çok kritik bir ayrım.
Garanti Galeri’nin dönüşüm meselesi de kendi içinden çıkan bu yönde bir karardı. SALT Araştırma, arşivin bilgisinin akademide, kültür kurumunda veya spesifik olarak entelektüel üretimin içinde olmayanların da yorumlayabileceği hale gelmesi fikri üzerine kuruldu.
Garanti Galeri deneyimi dışında, erken dönem modern mobilya tarihimize yönelik DATUMM örneği de ilginçtir, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin projesi. Türkiye’de tasarım belleğinin oluşturulması ve tasarımın sergilenmesi babında DATUMM, ETSM ve Garanti Galeri belli başlı girişimler olarak sayılabilir. Belki Rahmi Koç Sanayi Müzesi de bunlara eklenebilir. Ayrıca Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu’nun 1994’ten bu yana yaptığı bir takım sergiler ve Design Turkey olarak 2 yılda bir yapılan bir takım seçkiler var. Bir de tasarım bienalimiz var, tasarım bienali de bir sergileme ortamı sağlıyor. Yani elimizde bir şeyler var, dokümantasyon anlamında sıfır noktasında değiliz. Evet, kalıcı bir sergimiz yok, tasarım müzesi ise hala bir fikir, bir proje!
Aren Emre Kurtgözü, Fotoğraf: Ebru Demir
AEK: Alpay’ın dediğinde altını çizmek gereken bir konu daha var; evet “sıfır noktasında” değiliz, ama hiçbir zaman da “100 noktasında” olamayız, çünkü bu konunun doğasından gelen bir şey. Endüstrinin kitlesel olarak üretip tüketime sunduğu nesnelerin bir kısmı zaten yok oluyor, bir kısmı zaten dayanıksız olduğu için yok oluyor, bir kısmı maddi koşullar nedeniyle yok oluyor, bir sakız kağıdı çöpe atılıyor, bir pet şişe geri dönüşüme gidiyor -yani materyal olarak yok oluyor. Bir kısım ise o dönemde koleksiyonu yapılmaya, biriktirmeye, köşeye koyulmaya değer görülmediği için yok oluyor. Biriktirme süreci hep geriye doğru işleyen bir şeydir. Koleksiyona başlayan kişi, biriktireceği nesneyi bugünden geriye doğru çalışan bir değer süzgeci içerisinden geçirir.
BM: Bence Türkiye’deki en temel problem ne toplayacağımızı bilmememiz. Ortada toplu bir koleksiyon yok. Endüstriyel Tasarım Sanal Müzesi’ni oluştururken asla adına tasarım müzesi demedik, çünkü tasarım müzesi demeye başladığınız anda mimari de, iç mimari de, grafik de, dijital işler de içine girerdi. Bunu spesifik kılmak için bu ismi koyduk. Bu nedenle de endüstriyel tasarımcıları bir araya getirdik. ETSM’nin temel amacı geçmişten günümüze Türkiye’de endüstriyel tasarım alanında üretilmiş bilginin düzenli ve örgütlü halde, açık erişime sunulmasıdır. Dolayısıyla bizim derdimiz bilgiyi örgütlemekti, örgütleme konusunda bir adım atmaktı, bunun en uygun yeri de İnternet’ti.
İtalya’da bütün köklü aile firmalarının müzeleri var ve bu müzelerin tasarımlardan mimarlar iyi paralarkazanır. Şirket müzeleri sayesinde koleksiyonların oluşturulması kolaydır; parçaların bir araya getirilmesi ile hazır bir müzeler sistemi oluşur. Şimdilerde İtalya’da gelişen yeni fikir; yerel müzeler sistemini bağımsız çalışan yerel tasarımcılar ile bir araya getirerek alternatif bir tasarım piyasası oluşturmak. Belki de Türkiye’de de markalaşmış köklü şirketlerin kendi kurumsal şirket müzelerini oluşturmalarını teşvik etmeliyiz.
BM: Bunu yapmaya çalışan şirketlerin de elinde ürünleri yok. Bana senede 10 tane şirket, müzelerini yapmamı teklif ediyor. Müzeler görsel mekanlardır; mesela görselleştirmek için ellerinde kurumsal sürekliliği ifade edebilecek neler olduğunu sorduğumuzda, bırakın nesneleri, fotoğrafları bile temin edemiyoruz. Koleksiyon oluşturmak sadece nesneye sahip olmak demek değildir. Bir ürünün tasarlanması ve üretilmesi sürecinin öyküsü ve dokümantasyonuna ulaşamazsam onu müze kapsamında anlamlı bir bağlama yerleştiremem ki!
MÖ: Şirketlerin arşiv dediği şeylerin çoğu broşürdür. Mesela SALT Araştırma, Altuğ Behruz Çinici Arşivi’ndeki ODTÜ koleksiyonunu ele alırsak, çok değerli çizimlerden daha da değerli olan onların üretilme biçimini yorumlamamızı sağlayan yazışmalardır. Orada bilgiyi tutmanın her şeyden önce bilgi üretebilmek için değeri vardır, benim hep tasarımdan kültüre getirerek açmaya çalıştığım konu bu. Şu dönemde belli bir yaşa gelmiş üreticileri kayda geçirmeye başlamak artık çok kritik. Mimarlık alanı daha düzenli olduğu için daha çok bilgi var, tasarım alanında da daha yoğun çalışmak gerekiyor. 3. İstanbul Tasarım Bienali’nde yer alan Türkiye Tasarım Kronolojisi: Deneme böyle bir çalışmaya vesileydi örneğin.
AEK: Daha yeni Türkiye’deki dolmuşlar hakkında bir yazı yazdım. Türkiye’de, Batı’dan gelen farklı tipte minibüsler dolmuş olarak kullanılmaya başlanınca çeşitli ihtiyaçlar baş gösteriyor ve bir takım modifikasyonlar, şoförler ve muavinler tarafından yapılmaya başlanıyor. Sonradan yan sanayii -bakın daha araç üreten sanayii yok- “Teker kapağı üzerine oturak yaparız diyor,” bu gibi modifikasyonlar Otokar gibi firmaların doğmasına aracı oluyor. Tabii olarak ortaya çıkan bu tasarımlarda bir tasarımcı adı zikretmek çok zor.
Burçak Madran, Fotoğraf: Ebru Demir
BM: Buradan bir konu daha çıkıyor, o da tasarımın tutunduğu ciddi noktalardan bir tanesi; günlük yaşam kültürünün verilerine sahip çıkmak. Bu tip araştırmaların da bir şekilde teşvik ediliyor olması lazım, akademik ortamlarda da araştırma ortamlarında da. Aslında bunlar son derece popüler ve gündelik olan, gündelik tüketimimizde doğallıkla yer alan süreçler ve ürünler de bir tutunma noktası. Bunların belgeleniyor olması, mevcut belgelerin ve bilgilerin saklanıyor ya da toparlanıyor olması değil, bunların üzerine de bilgi üretilmesi tasarımın dayandığı, tutunduğu noktalardan biri olmalı.
Comentarios