top of page
Didem Ermiş

Tuvaldeki ifade imkânları ve kentten kesitler

Antonio Cosentino’nun kişisel sergisi Öğleden Sonra 25 Mayıs-14 Eylül tarihleri arasında İMALAT-HANE’de gerçekleşiyor. Sanatçının gündelik hayatın nesnelerine bakışı ve bu bakışın sorgulattıkları üzerine düşünüyoruz


Yazı: Didem Ermiş


Antonio Cosentino, Öğleden Sonra, Sergiden görünüm. Fotoğraf: Barış Özçetin


Sanat tarihi yazımına girmiş olan sanat yapıtlarına baktığımızda, dinsel temaların işlendiği yapıtlardan gündelik hayattaki meselelerin konu edildiği resimlere; perspektife önem veren yapıtlardan simgeciliğin öne çıktığı tablolara; bireysel hayal gücüne dayalı çizimlerden kent hayatının çeşitli yönlerini yansıtan eserlere kadar genişleyen bir yelpazeye rastlayabiliriz. Portreler, ölüdoğa resimleri, taş ve toprak gibi kayaçların başkalaşım geçirmiş hallerini ve atıkları malzeme olarak kullanan yapıtlar da karşımıza çıkar. Yıllar ilerledikçe galeri ve müze sisteminin, popüler kültürün, sanayileşmenin, mülkiyetin, toplumsal cinsiyet normlarının eleştirisini yapan yapıtları da sanat tarihi yazımında görmeye başlarız. Bu kısa özetten de anlaşılacağı gibi insanın merkezde olduğu bir sanat pratiğinden, insan olmayanın da kudretini dikkate alan ve eleştirel bir yöne sahip yapıtlara doğru bir eğilim olduğu gözlemlenebilir. 


Türkiye’de 1970’li yıllardan itibaren toplumsal cinsiyet normlarını eleştirmenin yanı sıra kadınlığın çeşitlenen hallerini ve ataerkiyi birer tema olarak barındıran, kadınlar tarafından “kadınca” üretilen sanat yapıtları, hâkim feminist sanat anlayışının özünü oluşturdu. 1990’lı yıllarda görünürlüğünü artıran küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi ekolojik sorunların da etkisiyle özne ve nesne arasındaki ikili ayrımdan hareket eden ontolojinin yerine insan olmayanın da eyleyiciliğini tanıyan bir ontoloji, içlerinde sanatın da olduğu pek çok alanda tartışılmaya başladı. Bu hattan yola çıkarak insan olmayan canlı ve cansız varlıkların insanlarla olan ilişkilerinden özerk olarak nasıl var olabildiğini sorgulayan, o varlıkları kendi olarak ve kendinde düşünen, onların eyleyiciliklerini öne çıkarmakla ilgilenen yapıtların feminist olarak nitelendirilebileceği düşüncesindeyim. Bu yapıtlar, ihtimamın toplumsal olarak eşit olmayan bölünüşünü pratikte ihlal ediyor. Böylece başka türlü bir pratiğe işaret ettikleri için feminist tahayyülü besleme imkânına sahipler. Bu yazıda insan olmayan varlıklara verilen önemi ihtimam olarak kavramsallaştırma ve bu kavramı Antonio Cosentino’nun 25 Mayıs-14 Eylül tarihleri arasında İMALAT-HANE’de gösterimde olan Öğleden Sonra sergisiyle genişletme niyetindeyim.


Antonio Cosentino, Öğleden Sonra, Sergiden görünüm. Fotoğraf: Barış Özçetin


Cosentino, bu sergide insan olmayanın yapıldığı malzemeyi, sahip olduğu işlevi, rengini, biçmini de kapsayan kendine özgü özelliklerini yapıtlarına taşıyor. Ahşap, metal, plastik gibi çeşitli materyallere ihtimam gösteren sanatçı, kimi zaman onlardan bir kent manzarası oluşturuyor kimi zamansa onları tuvallerinde en ince ayrıntısına kadar resmediyor.


Sanatçının gazoz şişesi kapağı, süzgeç, teneke şişe gibi malzemeleri toplama alışkanlığı 1990’lı yıllara kadar gidiyor. Cosentino, İstanbul’un kalabalıklar tarafından pek sık ziyaret edilmeyen bölgelerine giderek fotoğraflar çekiyor ve malzeme topluyor. Atılarak işlevlerini kaybetmiş nesneler toplanarak birer sanat yapıtı haline geliyor ve yeniden işlev kazanıyor. Bu işlev kazanma durumu nesnenin hasletleriyle ilgili. Nesne, bu hasletleri ise kendine özgü bileşimleriyle kazanıyor. Böylece (atık olsa veya kullanılamaz görülse bile) her nesnenin kullanım ve mübadele değerinin olduğu ortaya çıkıyor. Cosentino’nun onlarla vakit geçirerek her birinin yapıldığı malzemeleri, üretim aşamasında geçirdiği süreçleri, işlevlerini analiz etmesi ve nesneleri tanımaya çalıştığını görüyorum. Sanatçının karşılaştığı, topladığı ve ilgisini çeken nesnelerin kendileriyle benzer olanlara indirgenemeyecek özelliklerini (hasletlerini) sanat yapıtlarında en ince ayrıntılarına kadar işlemesi onlara ihtimam gösterdiğinin bir kanıtı.


İnsan olmayan varlıklara ihtimam gösterilerek oluşturulan bu yapıtlar feminist bir yöne sahip. Sanatçının bu varlıklardaki tüm oyukları, çıkıntıları, üzerinde bulunan çizgileri, lekeleri, onu oluşturan malzemenin cinsini tuvallerinde göstermek için çaba harcaması onlara gösterdiği özeni ve dikkati düşünmemizi sağlıyor. Feminist bir tema olarak düşünebileceğimiz ihtimamı cinsiyetten, toplumsallıktan, canlılıktan ibaret varsaymaktan kurtarıyor ve bu olgu, feminist sanat için bir esin kaynağı haline geliyor.


Sanatçının bu yaklaşımını daha önceki sergilerinde de görüyoruz. Jpeg Takımadaları (2020), Summer Was a Beautiful Day (2018) ve Cigara Viski Kolileri Denizlerde, Ferâre Sevgilim (2016) başlıklı kişisel sergilerinde de İstanbul’da yaptığı gezintiler sırasında topladığı peynir, zeytin, turşu tenekelerini biriktiriyor. Birer imgeye dönüşme sürecinde bu tenekelerin hem fiziksel olarak aldığı biçimlere hem de üzerlerindeki kaplamalara (onları boyayarak) müdahale ediyor. Cosentino, su ve elektrik boruları, mermerler ve viski kolileri gibi malzemeleri olanca açık ve anlaşılır biçimde, onların bütün özelliklerini hissettirecek şekilde tuvallerinde işliyor. Yeşilçam filmlerinde rol almış bir oyuncu ve çizgi roman yazarı olan Masist Gül’ün çizgi romanlarında çizdiği portrelerdeki travmatik yüz ifadelerini ve şiddet izlerini en ince ayrıntısına kadar yeniden resmediyor. Bütün bunlar sanatçının hem nesnenin hasletlerine hem de tuvallerinde resmettiği portrelerin mimiklerine, teninin bütün ayrıntılarına ne kadar ihtimamla yaklaştığını gösteriyor.


Antonio Cosentino, Öğleden Sonra, Sergiden görünüm. Fotoğraf: Barış Özçetin


Öğleden Sonra sergisini iki problematik üzerinden ele almayı öneriyorum. İlki yukarıda tartıştığım anlamıyla sanatçının nesneye gösterdiği ihtimam, ikincisi ise tenekelerle yarattığı çeşitli kent görünümlerindeki motivasyonu. Serginin yerleşiminden hareket ederek ikinciyi açıklamakla başlamak istiyorum. İMALAT-HANE’ye girer girmez karşımıza tenekeden yapılmış Aura Şehir (2024) ve biraz ilerisinde Evim Yıkıldı (2024) adlı teneke, ahşap ve seramik kullanarak yaptığı evin dışarıdaki denizi gören bölgesini gösteren yerleştirme yer alıyor. Bu iki yerleştirmede yer alan ögelerin çoğunun daha önceki kişisel sergilerinde birbirinden ayrı şekilde sergilendiğini fakat bu sergide birbirleriyle bir kompozisyon oluşturacak şekilde bir araya getirildiğini sanatçı üzerine araştırma yaparken anlıyorum.


Aura Şehir’de (2024) liman, anıt, kütüphane gibi fiziksel olarak tuğlalardan yapılmış mekânlar, tenekenin yeniden şekillendirilmesiyle yapılmış. Sanatçının neden tenekeyi tercih ettiğine yönelik merakım doğrultusunda yaptığım araştırmalarda iki şeyle karşılaştım. Karşılaştığım ilk bilgi, atık haline gelmiş tenekenin peynir, turşu, zeytin satışı için yeniden üretildiğini söyleyen sanatçının bu tenekeleri kendi sanat yapıtları için kullandığıydı. İkincisi ise sergiyle beraber yayınlanan kitapta belirtildiği ve sanatçıyla yaptığım birebir görüşmelerde söylediğine göre sanatçı her sergisinde bir kahraman yaratıyor ve şehirlerini o kahramana göre tasarlıyor. Aura Şehir’i oluşturmaya başladığı sergilerde de kahramanını teneke şehirde yaşayan biri olarak hayal ediyor. Bunları kitaptaki “Teneke şehrin kurucusu tarafından tasarlandı. Belki bu kentte kendilerine ait bir bina görmek isteyenlere yardımcı olabilirim.” cümlelerinden çıkarıyorum. Cosentino, yazıları ve resimleri şekillenmemiş bütün düşünce kırıntılarını karşı tarafa aktarma arzusu olarak nitelendiriyor. Bu arzu sanatçının üretiminde motivasyon kaynağı oluyor.


Solda: Antonio Cosentino, KUBİ, 2024


İlk problematik olan sanatçının nesneye gösterdiği ihtimamı ise iki yönden ele alabilirim. Birincisi farklı bileşenleri de barındıran kompozisyonlarda kullandığı nesnelere gösterdiği ihtimam. İMALAT-HANE’nin sol duvarında yer alan Meteliksiz Aşıklar’da (2023) tuvalin sağ tarafında resmedilenin kumaş olduğu, sanatçının kumaşın dokusuna gösterdiği ihtimamla anlaşılıyor. Kumaşın katlanma ve kıvrılma yerlerini, kumaşı boyarken tercih ettiği tonlardan ve fırça darbelerinden rahatlıkla çıkarabiliyoruz. Aynı şekilde Sanayide Melekler Beton Kemiriyor (2023) ve Kleptokrasi Bahçesinde II (2024) adlı yapıtında yan cepheden gördüğümüz, İTC’nin Bahçesinde (2023) adlı yapıtında ters dönmüş halde resmedilen nesnenin metal bir araba olduğu arabayı içeren malzemeleri resmetmesinden ve kullandığı renk tonlarından anlaşılıyor. KUBİ (2024) adlı yapıtında bir erkek figürünün göğüs altından yukarı doğru alınan kadrajından hareketle resmedilmiş halini görüyoruz. Resimde erkek figürünün başına yerleştirilen yumurta kartonlarını, burnunun bir kısmını ve bıyıklarını görebiliyoruz. Erkek figürünün baş bölgesine yerleştirilen nesnenin yumurtaları koymak için tasarlanan geri dönüştürülmüş kâğıt hamurundan yapılmış karton olduğunu ustalıkla gösteriyor bize sanatçı. Bunu da kartonda yer alan tümseklerde, yüksek bölgelerde ve çıkıntılarda tercih ettiği renk tonlarıyla ve hem nesnenin dış konturunu oluştururken hem de iç kısmını boyarken kullandığı fırça darbeleriyle ifade ediyor. Bu yapıtta iki tane karton resmedilmiş. Birinci ve üstte yer alan karton pembenin koyu bir tonuna sahip ve ışık sağ tarafta yer alıyor. İkinci ve altta yer alan kartonda mor renk tercih edilmiş ve ışık sol taraftan geliyor. Farklı bileşenleri barındıran kompozisyonlarda tek bir insan olmayan varlığın bütün ayrıntılarının incelikli bir şekilde işlenmesi bana yapıtın feminist bir yanının olduğunu düşündürüyor.


İlk problematiğin ikincisi yönü ise insan olmayan varlıkların tek başlarına resmedildiği tuvaller. Şeyler (2023-2024) serisinden 19, 21, 22 ve 25 olarak numaralandırdığı yapıtlarında resmettiği gemilerin kâğıttan yapıldığını katlanma noktalarındaki sertlikleri vurgulamak için tuvale uyguladığı keskin hatlı ve cetvelle çizilmiş gibi vurulan fırça darbelerinden anlıyoruz. Ayrıca sanatçının tercih ettiği renk tonlarından da ışığın nereden geldiğini çıkarabiliyoruz. Sağ üstten ışığın geldiği yapıtlarda açık tonlar ön ve sağ tarafta, koyu tonlar ise iç ve arka taraflarda kullanılmış. Sol üstten ışığın geldiği yapıtlar için de tam tersi geçerli: Sağ ve üst tarafta daha koyu tonlar, sol ve ön tarafta daha açık tonların kullanıldığını görüyorum. Ayrıca resmedilen varlığın çevresinin boyanması için nesnenin rengiyle uyumlu ve uyumsuz olan renklerin farklı tonları tercih edilmiş. Böylece varlığın çevresiyle güçlü ve sıcak bir kontrast yaratmış. No. 19’da gemi beyazken çevresinde kahverenginin, No. 21’de gemi turkuaz bir renge sahipken çevresinde kırmızının, No. 23’te gemi mavinin beyaza yakın tonuna sahipken çevresinde turuncunun, No. 22 ve 25’de gemi sarı renkteyken çevresinde çoğunlukla kırmızının ve yeşilin farklı tonları tercih edilmiş.


Şeyler serisinin 24 numaralı parçasında süzgecin derinliği, deliklerinin şeklindeki tüm farklılaşmalar, ışığın geldiği yöne göre çeşitlenen renk tonları en ince ayrıntılarıyla çalışılmış. Süzgeç için mavi renk tercih edilirken çevresi ise kahverenginin tonlarıyla birbirleriyle bir harmoni oluşturacak şekilde boyanmış. Aynı serinin 27 numaralı yapıtında ise süzgecin plastik, arkasındaki merdivenin metal olduğu sanatçının fırça darbeleriyle anlaşılıyor. Aynı şekilde Sanayi Mahallesi (2023) adlı yapıtında sanatçı, muşambanın kumaşının pamuk ve kotona sahip olduğunu fırça darbelerindeki yumuşaklıkla ve kıvrımlarda tercih ettiği renk tonlarıyla gösteriyor. Tuvallerde sadece tek bir insan olmayan varlığın kendinde ve kendisi olarak yer alması, bu varlığın fiziksel özelliklerini oluşturan bütün ögelerin tüm detaylarıyla tuvalde görülmesi bu yapıtları feminist sanat için bir esin kaynağı haline getiriyor. Nasıl ki feminizm(ler) erkeklerin kadınlar üzerinde çeşitli alanlardaki tahakkümünü temel bir eleştiri nesnesi olarak benimsiyorsa, insan olmayan varlıklara özen gösterilerek oluşturulan yapıtlar da sanatçının onlar üzerindeki egemenliğine meydan okuyor. İnsan olmayan cansız varlıkların üzerindeki insan egemenliğinin ortadan kalkması ve onların insandan özerk hale geldiğinde ortaya çıkabilecek özelliklerinin tuvalde görülebilir olmasının feminist sanatın imkânları ve sınırları için bir genişleme potansiyeli taşıdığı düşüncesindeyim.


Bu yazı bağlamında Öğleden Sonra sergisi aracılığıyla sanat yapıtlarını feminist kılan temalara, fikirlere ve pratiklere farklı bir açıdan yaklaşma ve insan olmayan varlıkların eyleyiciliklerini öne çıkaran yapıtların da feminist olarak nitelendirilebilme imkânlarını sorgulamak istedim. Yapıtlara konu olan insan olmayan varlıklar gündelik hayattaki tüm işlevlerinden arındırılarak, hiçbir mitolojinin, öykünün veya metaforun temsili veya taklidi haline gelmeden, kısacası başka bir amaç uğruna araçsallaştırılmadan, kendi eyleyicikleri öne çıkarılacak şekilde resmediliyor. Nasıl ki erkeğin kadın üzerindeki eğitim, istihdam, ev içi emek, ücret ve bakım üzerindeki tahakkümü yoluyla kadının emeğinin görünmez kılınması feminizmin temel eleştiri noktasıysa, insan olmayan varlıkların (bu sergi için arabanın, merdivenin, geminin) görmezden gelinen hasletlerinin sanat yapıtlarında açığa çıkarılması da feminist bir pratik olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla bu sergide farklı bileşenleri barındıran yapıtlarda insan olmayan varlıkların gözden kaçırılabilecek olan özelliklerinin tüm gerçekçiliğiyle resmedilmesi feminist sanatın içerik ve ifade biçimlerinin nasıl çeşitlenebileceğine dair sorgulamalar yapmamıza imkân tanıyor. 


Antonio Cosentino, Öğleden Sonra, Sergiden görünüm. Fotoğraf: Barış Özçetin

Comments


Commenting has been turned off.
bottom of page