Alican Şahinler’in Misal Adnan Yıldız küratörlüğünde hayata geçen Yerçekimsiz sergisi Barın Han’da devam ediyor. Sergiyi insan ve makine ilişkisi ekseninde ele aldık
Yazı: Hüseyin Gökçe
Alican Şahinler, E-Adam, 2018
Tarihsel olarak insan ve makine ilişkisi Sanayi Devrimi'yle o zamana kadarki en yoğun seviyesine ulaşır. Makineler öyle ki, mekanik insan tipolojisinin yaratılmasında büyük bir rol oynar. Her ne kadar makine insan tipolojisi yaygınlık kazanmaya başlasa da Charlie Chaplin'in Modern Zamanlar filminde üretim bandındaki dişlileri sıkarken gösterdiği beceriksizlik insanın bu teknolojiye uyumluluk göstermediğinin kanıtı olarak karşımıza çıkar. Gerektiği kadar üretim yapılamaması ve bu esnada oluşan aksaklıklar makineler tarafından minimalize edilir. Kitlesel ve yoğun bir üretim için bu türden aksamalar kabul edilemez. Onun için makineler hızlı bir şekilde insanın yerine ikame edilir hâle geldi. Saat gibi işleyen üretim zamanı, gündeliğin kurulmasında da büyük bir rol oynadı. Buna uygun bedenler, mekânlar ve zamanlar inşa edildi. Ücretlendirilmiş emekle birlikte makineler de bir tür köle gibi vasfa sahip oldu. Üretim ilişkilerinin el değiştirmesiyle birlikte makineler; toplumsal, kültürel, sınıfsal, mekânsal, bedensel, erotik olarak farklı bir dünyanın kurulmasında etkili bir rol oynadı.
Alican Şahinler, Hücre, 2018
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra makinelerin kendi öz denetimini yapmasını sağlayan sibernetik teknolojilerinin gelişmesiyle insan ve makine ilişkisi yeni bir boyut kazanır. Feminist kuramcı Donna Haraway düşüncesinin temelinde yer alan "siborg"un bir kurgu olarak artık toplumsal gerçekliğimizi üretmede başat bir rol oynadığını söyler. İnsan-sonrası bir dönemin oluşmasında büyük bir pay sahibi olan teknolojilerdeki ilerlemeler ne insan ne de yapay olan siborgları ortaya çıkarmıştır. Haraway bu durumu olumlu bir şekilde karşılar. Marx gibi Haraway de tüm tehlikelerine, sömürüsüne ve tahakküm yöntemlerine karşın kapitalizmdeki gelişmelerden dolayı geriye dönüşün mümkün olmadığına inanır. Pratikte cereyan eden olaylardan yeni bir dünyanın yaratılma ihtimalinin olabileceğini düşünür. Haraway, gerçek/yapay, doğal/kültürel, analitik/duygusal, dün/bugün, diri/ölü, erkek/dişi, genç/yaşlı, insani/teknolojik gibi ayrımlar siborglar yoluyla tüm ikilikler arasındaki sınırların kaybolmasına yol açtığına değinir.
Alican Şahinler, Neb, 2024
Alican Şahinler'in Barın Han’da Misal Adnan Yıldız küratörlüğünde gerçekleşen Yerçekimsiz sergisindeki soyutlamaları, insan bedeninin teknolojilerle geçirdiği metaformozlar ve tuvalin arkasını yeni bir ontolojik alan olarak görmesiyle ayağımızı yerden kesecek bir etki yaratır. Beden, portre, "ben", ölüm ve mekân gibi kavramların teknolojik gelişmelerle birlikte onlara ait eski tasavvurların artık aşınan bir hâl almasını tam da bunlara uygun düşecek tarzda yorumlar.
Yerçekimsiz’de insan ve makinenin kaynaştığı yeni melez bir varlık olan siborg ile bedenin başka türlü bir başkalaşımını içeren yeni bir beden arayışı var. Aksine insanmerkezciliği devam ettiren, insan gelişiminde teknolojinin olmazsa olmaz etkilerini göz önünde bulunduran transhümanizmin yeni teknolojilerle ölüm ve yaşlılık gibi süreçleri geçersiz hâle getirmesini yine beden ve imajlar üzerinden aktarır. İnsan ve makine arasında ayrımları ortadan kaldıran iki farklı görüşün izleri görünür kılınır.
Alican Şahinler, bu dönüşümün yüzlerde ve bedenlerdeki yansımalarına bakar. Düalizimlerden kurtulmuş bedenler artık yerçekimsiz bir uzamda uçuş uçuş bir tonda varoluşlarını kutlamalarının hafifliğini yaşarlar. Biçimsel arayışlar günümüz dünyasında insan ve makine ilişkisinin zaman ve mekânı örgütleme tarzlarıyla yeni yaşam formların hayat bulmasıyla çakışır. Eserler melez bir işlemin yansımaları olarak görülür. Tanıtım bülteninde ifade edildiği üzere işlerin elle mi yoksa teknolojik bir aygıt tarafından yapıldığı ayrımsızlaşır. Teknik, stil ve tarz olarak böyle bir yöntem seçmesi eserlerinin dokusuna yansır. Soyut geometrik formlarla oluşan kimi bedenler melez bir varlık olan siborgları andırır. Anatomik bir bedene sahip olan Leonardo da Vinci’nin Vitrivius Adamı yerini günümüz dünyasında özellikle siber uzamın yarattığı siber bedenlere bırakır. Anatomik bir beden yerine organsız, cinsiyetsiz ve bir ip cambazı gibi dengede durmaya çalışan bir bedenin siber uzamda varlığına dayalı bir portreyi görünür kılar. Her ne kadar insan ve yapay arasındaki sınırlar belirsizleşse de, gerçek ile kurgu arasındaki ayrım bulanıklaşsa da “?” sembollü geometrik formlarla, "ben" ise daha yalın harflerle sergi boyunca peşimizi bırakmaz. İnsani öznelliğinin siborglarla farklılaştığı bir ortamda "ben" ve benlikle ilgili bir sorunun sergide yer alması Arthur Rimbaud’un “Ben bir başkasıdır” sözüyle bir diyaloğa girer gibi olur. Ama ondan da farklı bir yerde durur. Dışarısıyla ve böylece ötekiyle kurulan ilişkiyle oluşan benlik kendini tanımada etkili bir rol oynar. Lacancı anlamda çocuğun kendi bütünlüğünün farkına varması ancak ayna evresinde gerçekleşir. Kendilik bilincinin oluşmasında hep bir ötekine muhtaçlık vardır. Bu karşılaşma anları çoğunlukla da etki ve etkilenme süreçlerinin iç içe geçtiği bir şekilde gerçekleşir. İçeri ve dışarı, ben ve öteki gibi ikilikleri yeniden üretmekten ziyade artık arayüzlerin, bilgisayarlaştırılmış bir varoluşun ve sınırları kaygan ilişkiler ağında "ben" Yerçekimsiz’de sorgulanır. Sınırları belli bir zemin üzerinde kendinliği oluşturmaya, korumaya ve sürdürmeye çalışan insanın, yerini zeminsiz, sınırları sürekli aşınan, değişen ve dönüşen ve “aşılması” gereken dinamik bir "ben"e bıraktığı vurgulanır.
Solda: Alican Şahinler, How to disappear completely, 2019
Sağda: Alican Şahinler, Bizsiz Dünya, 2024
Transhümanizm, hümanizm sonrası insanmerkezciliği devam ettirirken ve teknolojiyi insan gelişiminde ve evrimde yeni bir aşama olarak görür. “Genetik mühendisliği, sibernetik, Yapay Zekâ, nanoteknoloji ve android cihazlar sayesinde insani sınırlarını ortadan kaldırmayı hedefleyen felsefi bir hareket olarak karşımıza çıkar.” Teknolojinin insan yararına kullanılmasını önemser. Ölümsüzlüğün nanoteknoloji ve biyoteknoloji sayesinde imkânlı hale gelebileceği üzerinde durulur. Yaşlılık ve hastalanmanın da artık söz konusu olamayacağı ileri sürülür. Biyolojik evrim yoluyla değil de bu türden aygıtlarla yeni bir evrimsel süreç işletilebileceği ağırlık kazanır.
Alican Şahinler, Kuru Kafa, 2018
Yerçekimsiz'de ölüm-dirim, genç-yaşlı gibi ayrımlar siborg yoluyla ayrımsızlaşırken bedenin yeni bir tarzda kendini kutlamasına izin verilir. Ancak ölüm ve yaşlılık gibi iki olgu transhümanizmle artık kaçınılmaz bir olgu olmaktan çıkar. Alican Şahinler, bu iki farklı görüşü birbirine tezat oluşturacak şekilde tarihsel bir imaj ve görünürde yaşlı ama birçok teknolojik müdahaleyle bu durumu geciktiren bir portre üzerinden yorumlar. Sanat tarihsel olarak birçok resimde özellikle natürmortlarda yer bulan kuru kafayla bu olguya yaklaşır. Bu tarz eserlere memonto mori yani ölümü hatırlamanın soğuk etkisi vurur. Ölüm, insanın gelip geçici bir varlık olduğu tezini dayatırken yaşam da bu diyalektik ilişkiyle hiçliği beraberinde taşıyan bir mahiyete bürünür. Şurada duran bir komidinin üzerinde nesnelerle beraber kendine yer bulan kuru kafa her şeye ölümün gölgesinin düştüğüne dair bir intiba bırakır. Burada şeyleri bu şekilde görmek yaşamı durağanlaştıran bir rol oynar. Aslolan ölümse yaşam da bu hakikatten payını alarak onun belirlediği hiçliğe dönme ihtimalini beraberinde taşır. Alican Şahinler, transhümanizmle kuru kafa imgesinin farklı bir şekilde dönüştüğünü yorumlayarak onun artık sürekli kendini hatırlatan bir şey olmaktan çıktığına değinir. Kuru kafa imgesi de bedenlerin ve yüzlerin inşasında olduğu gibi onlardan payını alır. Hız, sonsuz bir akış ve “zaman ve mekân” sıkışmasının yoğun bir bir şekilde yaşandığı; iklim kriziyle ani hava olaylarının görülmesi, nükleer tehditler ve bitmek bilmeyen savaşlar, ardı arkası kesilmeyeceğe benzeyen pandemiler, sağlık hakkına erişimin zorlaşması, yeterli ve dengeli beslenmenin pahalılaşması, güvencesiz ve geleceksiz bir dönemde ölümün her an her yerde belirmesi olasılığı daha da artarken biyoteknolojiler ölümsüzlüğün anahtarını çözecek yeni yollar sunar. “Ölümün iptali” bir anlamda biyopolitikanın tahakküm araçlarından biri hâline gelirken yaşamın çokluğu, çeşitliliği, fark ve tekrarı da iptal edilme olasılığını beraberinde taşır. Yine de buna rağmen yaşam ve ölüm arasında ikiliği dayatan sınırların aşıldığı bir başka varoluş tarzı uzanır bedenin gürültüsünden.
Alican Şahinler, ilk dönem eserlerinden itibaren tuvalin arkasını kullanarak “tuvale karşı” bir tavır takınır. Bu da sergide "tuvalin iptali" olarak karşımıza çıkar. Tuvalin arkasının ne türden biçimsel olanaklar sunacağını göz önünde tutarak tuvali çerçevelerken kendisini bundan mahrum bırakan ama aslında çevrelediği yüzeyin tersi konumda olan şu arkada kalan boşluğun ne türden bir kuvvete yol açabileceği üzerinde durur. "Dahil edilmemiş, gizlenmiş, görmezden gelinmiş, onunla ilgili herhangi bir ilişkide bulunulmamış, orada olmasına rağmen onun ne türden ifade biçimlerine kapı aralayacağı hesaba katılmamış olan"ı resme dahil ederek bu ontolojik zemini özelleştirir. Tuvale kenarları dahil ederek resmin yüzeyden taşma potansiyelini göze alan ressamların arayışlarının dışında bir tarzla onun arkasında ne türden bir yaratımlara yol açabileceği sorusunu gündeme getirerek oradaki olasılıkların peşinden gider.
Deleuze, ressamın beyaz bir yüzey karşısında olduğunu düşünmenin hata olduğunu belirtir. Figüratif inancın bu hatadan kaynaklandığını ileri sürer. O kafasında ve etrafında olan her şey o daha işe başlamadan aktüel ve virtüel bir şekilde tuvalde olduğuna değinerek ressamın işinin beyaz yüzeyi doldurmak olmadığını söyler. Orayı boşaltmak, temizlemek ve tıkanıklığı gidermek gibi bir görevi vardır ressamın. Deleuze, duyum, algılam ve duygulamları yaratmanın koşulunu kanı ve klişelere son vermek olarak görür.
Böyle bir şey tuvalin arkasında da geçerlilik kazanabilir mi? Orası tam da tıka basa olmayıp ve herhangi bir klişe içermeyip ve böylece orada söküp atılacak bir şey de yoksa bu durumda boş bir arka yüzeyle neler yapılabilir? Gerçekten burası her şeyden muaf bir yer midir? Yoksa orası da bir yüzey hâline gelirse burada da tıkanıklığı gidermek gerekir mi? Malevich, Konstrüktivist ve De Stij gibi geçtiğimiz yüzyıla damga vuran kişi ve Avangart hareketler saf soyutlama için geometrik formları tuvalin yüzeyinde kullanarak nesneleri resimden çıkarırlar. Alican Şahinler bu tür çıkışları yeniden gözden geçirir tuvalin arkasına müdahaleler yaparak soyutlamayı kendi pratiğiyle uygular. Tuvalin arkası bir yüzey hâline geldiğinde kendi kuvvetini açığa çıkarmak için boşluğu "kucaklamak" ve çerçeveyi aşmaktan başka bir yol aramaz. Ece Ayhan “şiir şiirde kalmaz efendiler” derken şiirin etik ve politik mahiyetine yönelik bir duruşu sergilediğini dile getirir. Buradan hareketle resim de resim de kalmaz; ayrıca biçimsel ve formsal olarak belli bir dönemde kendini güçlü bir şekilde ortaya koyan tavırlar da yapıldığı dönemle sınırlandırılmaz. Yeni arayışlarla farklı dönemlerde başkaca bir şekilde kendini var eder. De Stij hareketi geometri ve sarı, kırmızı, mavi renklerle stillerini oluştururken Alican Şahinler tuvalin arkasını ve bu üç ana rengin yanına yeşili de dahil ederek kendi sanat pratiğini oluşturur. Yerçekimsiz de bu işleyişi sürdürür. İki ayrı tuvalin arkasını birbirine iliştirirken birisinin sağ üst köşesi ile diğerinin sol alt köşesinin birleşmesiyle oluşmuş eserde "çerçeve ve küçük siyah kare kime aittir"i sorgular. Saf soyutlamanın olduğu geometrik formdaki yalın siyah küçük kare herhangi bir içerik üretmiyorsa o hâlde bu belli bir zaman ve mekânla ilişkili de değildir. Böylece onun herhangi bir çerçevesi de yoktur.
Yerçekimsiz resmin olanaklarıyla insan ve makine arasındaki ayrımların ortadan kalkmasına dair estetik bakışı beden üzerinden aktarırken bu sınır aşımının olası sonuçları hakkında bir yargıda bulunmaz. Ancak bu ayrım hiç olmadığımız kadar insana dönüşmek ile hayal dahi edemeyeceğimiz bir başkalaşım arasında cereyan edecek bir süreci beraberinde taşıyacağa benziyor.
Comments