top of page
A.S. Bruckstein Çoruh

Üç kapı ve bir şiir

Forensic Architecture, 19 Şubat Hanau İnisiyatifi ve Oury Jalloh Anısına İnisiyatifi tarafından hazırlanan; 28 Aralık tarihine kadar Depo'da devam eden Üç Kapı sergisinin ele aldığı başlıklar üzerine düşünüyoruz


Yazı: Shulamit Bruckstein, House of Taswir Şiir: Khaled Alsaid


Khaled Tanji, The Prison Cell of Oury Jalloh, 2024. Fotoğraf: Khaled Tanji


Göçmenlere yönelik ırkçı şiddet vakalarını detaylı bir teknik analizle gözler önüne seren Üç Kapı sergisi 27 Eylül - 28 Aralık tarihleri arasında İstanbul, Depo’da devam ediyor. Forensic Architecture/Forensis, 19 Şubat Hanau İnisiyatifi ve Oury Jalloh Anısına İnisiyatifi tarafından hazırlanan Üç Kapı Almanya’da gerçekleşen üç farklı ırkçı şiddet olayını araştırarak polis ihmali ve suç ortaklığını gözler önüne sererken kamu kurumlarının bu tür olaylara nasıl tepki verdiğini ve yapısal ırkçılığı nasıl güçlendirdiğini inceliyor. Hanau, Dessau ve Almanya’nın diğer kentlerinde yaşanan bu olaylar, Almanya ve Türkiye’deki ırkçılık karşıtı mücadeleye bir bakış sunuyor. Geniş kapsamlı kamusal programıyla sergi, tartışmalar ve paneller aracılığıyla toplumsal farkındalığı artırmayı amaçlayan Üç Kapı göçmen kökenli toplulukların adalet arayışındaki engelleri ve bu sürece eşlik eden cezasızlık kültürünü ele alarak izleyicilere çarpıcı bir deneyim vadediyor.



İnsan hakları ihlallerine yönelik açık kaynaklı cezai soruşturmalarıyla tanınan disiplinler arası araştırma kolektifi Forensic Architecture yeniden İstanbul’da. Kolektifin baş araştırmacısı Eyal Weizman’ın rehberliğinde, Depo’da son derece iddialı, entelektüel açıdan zorlu ve yoğun araştırmaya dayalı Üç kapı sergisi kilitliyken açık kalması gereken kapılara, açıkken kilitli kalması gereken kapılara ya da dokunulmamışken kırılması gereken kapılara atıfta bulunuyor: hepsi hayat kurtarmak ya da suç önlemek için. Forensic Architecture, Depo’da, Almanya’daki iki ölümcül ırkçılık ve polis ihmali vakasını ele alıyor.


Hanau, Almanya, 2020. Almanya’da aşırı sağcı bir şahıs 19 Şubat gecesi Hanau kentinde iki nargile kafeyi hedef alan bir silahlı saldırı gerçekleştirmiş ve çoğunluğu Türk, Kürt, Afgan, Boşnak ve Roman kökenli göçmenlerden oluşan dokuz kişiyi öldürmüştür. İsimlerini söyleyin! Gökhan Gültekin, Ferhat Unvar, Mercedes Kierpacz, Said Nesar Hashemi, Sedat Gürbüz, Fatih Saraçoğlu, Hamza Kurtović, Kaloyan Velkov ve Vili Viorel Păun. Depo’daki sergi, Hanau olaylarının ortaya çıkışına ilişkin tam bir adli soruşturma sunuyor. Dijital 3B modelleme, dakikalık ses ve video analizleri ve aile üyeleri ve görgü tanıklarıyla yapılan uzun röportajlar aracılığıyla çok sayıda kanıt gösterilirken çok sayıda duvar çizelgesi, suçun işlenmesinden yıllar sonra, bugüne kadar mağdurlar için adalet arayışını sürdüren ailelerin, hayatta kalanların ve müttefiklerin dört yıllık mücadelesinin öyküsünü titizlikle izliyor.


Devlet yetkilileri veya polis bir suça karıştığında, suçu önleyemediğinde veya önlemek istemediğinde, mağdurlar için adalet sağlanamaz. Bu gibi durumlarda sivil toplumun, bağımsız soruşturmalar yürüterek kendi kaynaklarını ve kendi gücünü kullanarak kamuoyu baskısı oluşturarak “kanıtları kontrol altına alması” gerekir.(1),


Sergi, devletin avukatlarının ve polisin yapması gereken fakat ölümüne başarısız oldukları işi üstleniyor. Böylece adli profilleme, sesli ve görüntülü izleme, tanık incelemesi, harici bilirkişi raporları, yüz tanıma, 3B modelleme gibi yöntemleri kullanıyor. Kolektif, sivil bir adalet arayışını yeniden sahiplenmek ve faillerin cezasız kaldığı “liberal toplumlarda” yapısal ırkçılığın kör noktalarını göstermek için bu yöntemleri benimsiyor.


Üçüncü katta ise, 2005 yılında Almanya’nın Dessau kentindeki polis karakolunda yanarak ölen Sierra Leoneli bir sığınmacının ölüm vakasına dair hazırlanmış gerçek boyutlu bir mimari maket olarak titizlikle yeniden inşa edilmiş bir hapishane hücresi modeline adım atıyoruz.


Adı Oury Jalloh idi. Oury Jalloh, 7 Ocak sabahı Dessau polisi tarafından uygunsuz davranışlarda bulunduğu iddiasıyla gözaltına alındı (bu konu hiçbir zaman açıklığa kavuşturulamadı). Elleri kelepçelendi, hapishane hücresine götürüldü, yanmaz bir şiltenin üzerine yatırıldı, elleri şilteye, ayakları yere bağlandı. Cesedi aynı gün öğle saatlerinde, ayakları ve elleri hala bağlıyken yanarak ölmüş halde bulundu. Resmi soruşturma, Jalloh’un bir şekilde gözden kaçtığı iddia edilen bir çakmak kullanarak kendini ateşe verdiğini iddia etti. Forensic Architecture, başta yangın uzmanları olmak üzere bağımsız adli tıp uzmanlarıyla birlikte, aile, aktivistler ve In memory of Oury Jalloh adlı inisiyatifle iş birliği yaparak, Depo’da tüm adli detaylarıyla sergilenen çok sayıda kanıtla bu iddiayı çürüttü.


Peki, soruşturmalarındaki ana ipucunu neydi biliyor musunuz? Oury Jalloh’un hapishane hücresinin kapısı. Açık mıydı, kapalı mı? Açık bir kapı yangın dinamiğini nasıl etkiler? Kapının açık olduğu kanıtlanabilir mi? Kapı direkleri ve duvarlardaki duman izlerinden oksijen miktarı tahmin edilebilir mi? Eğer kapı açıksa, yangını kim çıkardı? Küllerin tozundaki ayak izleri ne anlama geliyor?


Mahkemede davayı (boş yere) dinleyen hakimler de dahil olmak üzere, Forensic Architecture’un ezici kanıtlarına maruz kalan herkes, 36 yaşındaki Serra Leoneli adamın yanmaz yatağı tek başına yakmış olmasının mümkün olmadığını idrak edecektir. Depo’da ziyaretçilere sunulan yangın uzmanı raporları, birinin yanmaz şiltedeki yangını kasıtlı olarak tutuşturmak için benzin gibi bir hızlandırıcı kullanmış olması gerektiğini gösteriyor.


Hücrenin yeniden inşa edilmiş maketinin içinde duran ziyaretçi, sanatçı kolektifinin adli analizine kendini tamamen kaptırmak için cesaretini toplamak zorunda. Forensic Architecture, sadece devlet tarafından yürütülen soruşturmaların resmî versiyonuna meydan okumakla kalmıyor, aynı zamanda ziyaretçiyi kanıtlara bizzat dahil ederek, konuşmak, dahil olmak, adaletsizliği protesto etmek, büyük korku ve acıları liberal burjuva kamuoyunun alışılagelmiş haber tüketimindeki korkunç kayıtsızlığı ve çirkin umursamazlığıyla karşılananlar için haykırmak üzere herkesi cesarete çağırıyor.


Gazze’de ve Batı Şeria’da Filistin halkına yönelik soykırımın tüm dünyanın gözleri önünde tüm şiddetiyle devam ettiği bir dönemde yaşıyoruz. İnsanların İsrail ordusu tarafından Güney Lübnan’da, Beyrut’ta ve hatta Şam’da, Tahran’da ve diğer yerlerde ayrım gözetmeksizin topluca öldürüldüğü zamanlarda yaşıyoruz. Sadece insanların ve tüm aile kayıtlarının değil, aynı zamanda bilgi mekânlarının, ibadetlerin, toplumsal yaşamın ve eski olsun olmasın tüm şehirlerin sistematik olarak yok edilmesini kavramak için skolastisit, epistemisit ya da urbisit gibi yeni kelimelerin türetildiği zamanlarda yaşıyoruz.


Üç Kapı, adaletin yerini bulmadığı şiddet olaylarını ele alıyor. Doğrudan bahsedilmese de, Forensic Architecture’ın sergisini gezen biri Filistin’i düşünmeden edemiyor. (Psikanalitik) teoriden biliyoruz ki, konuşulmayan şey genellikle perde arkasından açık söylemi yapılandırır. (Siyasi) teorilerden biliyoruz ki, söylenmeyen şey aynı zamanda gözetim koşulları altında nasıl konuşul(a)mayacağı sorusuyla da ilgili olabilir(2) zira (ifşa edilmesi ya da söylenmesi halinde) kişinin özgürlüğü ya da hayatı pahasına ortaya çıkabilecek bir hakikate temas edebilir.


Depo sergisi, genellikle Nazi ağlarıyla güçlü bağları olan göçmenlere ve yabancılara yönelik Alman sağcı ırkçı şiddete odaklanıyor. Odağı biraz değiştirirsek, Filistinli ve Filistinli olmayan aktivistlerin, eleştirel entelektüellerin ve aralarında pek çok eleştirel Yahudi entelektüelin de bulunduğu sanatçıların Filistin’deki soykırıma karşı Berlin sokaklarına taşıdıkları protestoları ve bunların polis şiddetine ve devlet baskısına nasıl maruz kaldığını görürsek, Hanau ve Dessau’daki aşırı sağdan gelen ırkçı düşmanlıkların uzun zamandır Almanya’daki liberal toplumun merkezine taşındığına inanmak için iyi nedenler var. Kör noktaların jeopolitik konuma göre değiştiğini biliyoruz ve “Hanau”, “Dessau” ve “Almanya” gibi mecazların İstanbul’daki bir sanat mekânında yer alması, gözetim ve zulüm konularında yerel olarak başvurulabilecek daha fazla kör noktayı tetikleyebilir. Bununla birlikte, Forensic Architecture’ın zekice araştırmasının, zulmedenin dilini, “açık ve seçik”, çağdaş sanat alanında sivil bir protesto aracı olarak yeniden ele aldığı gerçeği apaçık ortada.(3) Tıpkı Harun Farocki, Jenny Holzer, Walid Raad ve daha birçok sanatçı gibi, Forensic Architecture da kolektif olarak bastırılmış olanı müzenin alanına kaçırıyor.


 

1 Eylül-Aralık 2024 tarihleri arasında Depo’da düzenlenen sergiye eşlik eden kitapçıktan alıntılanmıştır.

2 Bkz. Leo Strauss, Persecution and the Art of Writing (1952)

3 Forensic Architecture’ın buradaki çalışması, sanatçı Harun Farocki’nin Serious Games I-IV (2009-2010) adlı çalışmasında öne çıkardığı 3B modelleme ve bilgisayar simülasyonu gibi mimari-sanatsal yöntemleri takip ediyor. Forocki’nin çalışması, bu dijital modellemelerin askeri ve ticari kullanımını araştırmış, savaşın şiddetini açığa çıkarmış ve askeri araçların çağdaş sanat ve oyun eğlence endüstrisine aktarımını araştırmıştı.


*Makalenin başında yer alan Arapça şiir, In Between (2011) ve Noone flatters the neighborhood’s women (2020) kitaplarının ödüllü yazarı şair ve yazar Khaled Alsaid’e ait. Alsaid İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor.

Şiirin Türkçesi: Yemin ederim çok korktum. Kendime ait hiçbir şeyim yoktu ama çok korktum / Seninle randevumu hatırladım ve çok korktum / O sırada hiçbir şey hayal etmedim, gözlerimi kapadım ve yürüdüm ve çok korktum / Bir top mermisi bana yaklaştı, dikkatimin yarısını ona verdim ve çok korktum / Zeytin ağaçlarının arkasında beni tanımayan ve benim de onu tanımadığım ama nedense düşman olduğumuz bir adamın saklanmasından korktum ve silahının sesi bana bağıracak diye korktum; annem çığlık atacak diye. Koştum, yanlışlıkla bir cesedin üzerine bastım, çok korktum / tam bir ceset olmadığını fark ettim, daha da korktum / kendime ait hiçbir şeyim yoktu. Yarım bedenin yanına oturdum, “Bu kimin yarım bedeni?” diye düşündüm “Diğer yarısı nerede” diye düşünmeyi unuttum ve ben çok korktum.

Comentários


Os comentários foram desativados.
bottom of page