Nitelikli içerik üretimini merkeze alan, gürültünün içindeki fısıltıları da duymamızı amaçlayan, öze dair söyleyecek sahici sözü olan, emek yoğun projelere yer vererek konumunu sağlamlaştıran Kale Tasarım ve Sanat Merkezi pek çok farklı etkinliği bir araya getirerek yeni yollar ve pencereler açmak istiyor. Merak ettiğimiz her şeyi Kale Grubu Kurumsal İletişim Müdürü Zeynep Özler’e sorduk
Röportaj: Liana Kuyumcuyan
Çeşitli etkinlik, atölye ve söyleşilere ev sahipliği yapan Kale Tasarım ve Sanat Merkezi güncel olarak Tasarımın K Hali ve Topraklanma isimli iki etkinlik serisine devam ediyor. Bu projeleri bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Tasarımın K Hali ve Topraklanma konuşma dizileri, pandemi döneminin tetiklediği “öze dönme/içe bakma” farkındalık evresinin meyvesi olan ve KTSM’de yansımalarını bulan iki özgün ve özgür proje.
Tasarımın K Hali’ni Unlimited Publications ortaklığında Aralık 2020-Haziran 2021 tarihleri arasında KTSM ev sahipliğinde gerçekleştiriyoruz. İnsanlık olarak olağanüstü bir dönemden geçerken, “tasarım” disiplini üzerinden bu sıradışı dönemi farklı kişiler, disiplinler ve tanıklıklar üzerinden derinlikli ve incelikli bir şekilde sorgulama, anlama ve anlamlandırma çabamızın neticesi olarak ortaya çıktı. Bazı söyleşiler KTSM’nin teras katında yer alan ve sürdürülebilir yaşam konseptiyle hizmet veren Roots Café’de gerçekleşirken, çevrimiçi atölyelerle pandemi şartlarının elverdiği kısıtlarla hibrit bir model oluşturduk.
İsimdeki “K hali” vurgusu hem KTSM’ye hem de Koronavirüs’e atıfla bizim tarafımızdan ortaya atıldı. Gerçekten de bu hali, bu oluşu iki ana eksende ele aldık. Değişime Uğrayanlar ve Deneyimlenenler. “K”eşif ile start verdik, “K”atılım, “K”ısas, “K”elime, “K”işi, “K”amu, “K”onut, “K”abiliyet ve “K”ent ile devam ettik. Sırada, “K”omşu ve son olarak “K”ıyafet var. Özenle seçilmiş bu kavramlar üzerinden hem fiziksel hem düşünsel boyutta mekânla olan ilişkimizi ve dönüşen anlamları sorguladık. Gelişmeleri açıklamak kadar, geleceği de tahayyül etmeye çalıştık. Belirsizliğin yeni norm olduğu bu dönemde, disiplinler arası ortak akıl yürütme gayreti kadar sohbetlerin sunduğu empatik yaklaşımların ve samimi bağların hepimize iyi geldiğine inanıyoruz. Elbette, gönül isterdi ki, göz göze bakarak, ellerimizde kahveler Karaköy’deki merkezimizde yapalım böyle zihin açıcı sohbetleri… Sonrada cebimizde kelimeler Karaköy sokaklarında kaybolalım… Hayat işte! Henüz dinlememiş ya da kaçırmış olanlar için podcast serisini de hayata geçirdik. Böylelikle, bu özel dönemi kayıt altına almak istedik.
Topraklanma ise sanatçı Yasemin Özcan tarafından tasarlandı. Ayda bir KTSM Youtube ve Facebook sayfamızdan canlı yayınlanan konuşma serisinde, Özcan, farklı disiplinlerden konuklarıyla “toprak” üzerine sohbet ediyor. Burada temel motivasyonumuz, toprak üzerine birlikte düşünmek ve disiplinlerarası yeni ilişkiler kurmaktı. Biz, Kale Grubu olarak köklerimizi çok önemsiyoruz, oradan ilham ve güç alıyoruz. Köklerimiz derken de seramikten bahsediyorum. Bizi biz yapan toprağa şekil verdiğimiz seramik, elbette büyük resmin bir parçası. Gerilimin iyice arttığı bu dönemde topraklanmanın, toprakla olan bağımızı yeniden hatırlamanın hepimize iyi geleceğine inanıyoruz.
Her iki proje de nitelikli içerik üretimini merkeze alan, gürültünün içindeki fısıltıları da duymamızı amaçlayan, öze dair söyleyecek sahici sözü olan, emek yoğun projeler. Umudum ve dileğim her iki projenin de anlamlı buluşmalara vesile olması, tüketilmeden sindirilmesi, merakı kışkırtacak yeni yollar, pencereler açması. Zamanın ruhu denen, haz ve hız çağında, her şeyin içinin boşaltılmasına, tüketilmesine ya da itibarsızlaştırılmasına karşı bir duruşumuz var. Tam da bu sebeple, bu alanda söz söyleme yetkinliğine sahip ortaklarla, derinlikli ve çok katmanlı projeler üretmek için var gücümüzle çalışıyoruz.
Buradan kıymetli yol arkadaşlarımız Unlimited Publications ve Yasemin Özcan’a özel teşekkürler. Biz, KTSM, olarak uzun soluklu sürdürülebilir projelerle var olmak istiyoruz. Yol arkadaşlarımızı da aynı yöne baktığımız, aynı dili konuştuğumuz kişilerden ve kurumlardan seçiyoruz. Güvensizliğin had safhada olduğu bu dönemde, bu da bizim güven çemberimizi oluşturuyor.
Halihazırda sürmekte olan başka projeleriniz de var mı?
KTSM’den öze dönüş sergisi olarak da nitelendirdiğimiz, döngüselliği ve atığı merkeze koyan çevrimiçi sergimiz için çok heyecanlıyız. Kale Grubu, faaliyet gösterdiği her alanda ve attığı her adımda döngüsel ekonomiyi odağına almıştır. Sürdürülebilir bir gelecek için öncü olduğumuz İyi Bak Dünyana hareketiyle de bireylerin kendi dünyalarından başlatacağı küçük değişimlerin birleşerek etkisi yüksek bir dönüşüm yaratacağına inanıyoruz. KTSM’nin savunuculuğunda sanat aracılığıyla “iyi bak dünyana” derken, dünyamıza iyi bakan sorumlu ürünleriyle yaşam alanlarına anlam katan Kale Grubu şirketleri Çanakkale Seramik, Kalebodur ve Kalekim proje partneri oldular. Her yıl farklı bir temayla dünyamıza iyi bakmamız gerektiğini vurgulayan ve tüm dünyanın ortak paydada buluştuğu 22 Nisan Dünya Günü’nde KTSM de yeryüzündeki tahribatı ve özellikle atık üretiminin boyutlarını her yönüyle sorgulayan ve farklı katmanlarıyla ele alan serginin ön duyurusunu yaptı. Rana Kelleci ve Yonca Keremoğlu küratörlüğünde gerçekleşen Atığın İhtimalleri: Biçim ve Süreç adlı seçki 26 Nisan itibariyle çevrimiçi olarak açıldı. Son yüzyılın üretim ve tüketim anlayışına farklı bir perspektiften bakan sergi, içinde bulunduğumuz bu ekolojik krizin insanlık için yeni anlayışlar geliştirmesi gerektiğini savunuyor. Bu anlayışla gelişen döngüsellik kavramı da ekonomik ve sosyal faaliyetler açısından büyük önem taşıyor. Sürdürülebilir bir ekonomi ve daha yaşanabilir bir dünya için bir malzemenin atık haline gelmeden tekrar üretim ve tüketim döngüsüne katılabilmesine dikkat çeken sergi, bu alana kendini adamış altı sanatçının altı eseriyle hayat buluyor. Atık ve atık kavramının olanaklarını gözler önüne seren bu seçki iki ana hat üzerinden ilerliyor: biçim ve süreç.
İçinde bulunduğumuz ekolojik krizin ve bununla bağlantılı olarak atık probleminin günlük rutinlerde, kent yaşamında ve küresel ölçekte nasıl biçimler aldığını takip ediyor; bir anlamda sorunu tanımlama ve sorunun dilini deşifre etmeye yönelik eleştirel bir izlek açıyor. Abdulvahap Uzunbay’ın Kâğıt Tuğlalar adlı yapıtı artan kentleşme ile ekolojik kriz arasındaki ilişkiye dair sorgulama alanları açarken, yeni parçalarla yeni bir bütünü hayal etmek için de bir çıkış noktası oluşturuyor. Uluç Ali Kılıç Işık Rafinerisi adlı yapıtında İngiltere’deki bir petrol rafinerisinin uydudan çekilmiş görüntüsünü pet şişe atıklarıyla yapılmış bir vitraya dönüştürüyor. Hammaddesi bu gibi rafinerilerden elde edilen pet şişelerle oluşturulmuş bu uydu görüntüsü, Kılıç’ın da belirttiği gibi aslında çağımızın bir peyzajı. Pınar Akkurt’un bu sergiye yanıt olarak ürettiği, halihazırda üç nesneden oluşan ve süreç içinde yeni nesneler ekleyerek devam ettirmeyi planladığı Hipernesneler adlı serisi çevre filozofu Timothy Morton’un insanın idrakinin dışında kalan kavramları ifade etmek için ortaya attığı hipernesne kavramını araştırıyor. Seçkinin ikinci ana hattını oluşturan süreç ise sürecin kendisini ön plana alan üç yapıtı bir araya getiriyor. Bu yapıtlarda sürecin izlerinin okunabildiği gibi, yapıtın kendisini bir süreç olarak değerlendiriyor. Berna Dolmacı sergiye yanıt olarak ürettiği İnziva adlı yapıtını, büyümüş olduğu Eski Foça’da küçükken keşfettiği sahillerden birinde belli periyotlarla konaklayarak gerçekleştiriyor. "Doğada atık yok, dönüşüm var." diyen sanatçının doğaya içkin olan dönüşüm, döngüsellik ve devamlılığın kutlandığı bu performatif çalışmasına kısa bir metin eşlik ediyor. Aslı Smith bu sergiye özel olarak ürettiği Solar 02 adlı yapıtında mutfağındaki yiyecek artıklarından ürettiği boyalar ile boyadığı kağıtlardan soyut bir resim dokuyor. Bu emek yoğun ve meditatif sürecin sonunda ortaya çıkan çalışma sanatçının güneşle ve dünyayla kurduğu içsel bağdan izler taşıyor, ev içi gündelik rutinlerimizi ve bedensel döngülerimizi küresel ve gezegensel döngülerle birlikte ele alıyor. Ali Kanal’ın bu sergi için ürettiği Alamet-i Sümer adlı yapıtı, İzmir’deki Sümerbank fabrikasının yıkıntıları ve çevresindeki mahallede geçirdiği süreçte şekilleniyor. Sanatçının bir bez üzerine fabrika duvarından aldığı iz ve alandan topladığı nesneleri bir araya getirerek oluşturduğu yapıt, verilen işlevini yitirmiş olanın yeni anlamlar yaratmak için sunabileceği zenginliğe dair de bir içgörü sunuyor.
Çağımızın belirleyici konuları arasında olan atık, döngü ve dönüşüm kavramları üzerine şekillenen ve sergi web sitemizde* süresiz olarak erişime açık olacak. Söz konusu sergi, arşiv niteliğinde bir yayın olarak tasarlandı. Yeni üretilmiş toplam altı eserin fotografik belgeleri ve sanatçılarla gerçekleştirilen kısa videoları, atığın Türkiye’deki güncel sanat üretiminde nasıl ele alındığına dair kalıcı bir kaynak sunmasıyla da fark yaratıyor.
Kale Tasarım ve Sanat Merkezi’nin Karaköy’deki binasında hem çalışma alanları hem de kütüphane gibi her yaştan yaratıcıya mekân olacak alanları bulunuyor. Pandemi kısıtları bittikten sonra bu alanın kullanımı için neler planlandı?
Hayatın normale döndüğü ve mevcut katlarımızı aktif olarak kullanabileceğimiz günlerin hayalini çok sık kuruyoruz. Bizim tutunduğumuz dallardan biri de bu. İçsel motivasyonumuzu böyle koruyoruz. Örneğin, 1500’e yakın kitabın, ağırlıklı sanat, tasarım ve mimarı kitapları başta olmak üzere, yer aldığı kütüphanede düzenli olarak okuma kulüpleri yapmayı planlıyoruz. Yaşamı besleyen fikirler, sohbetler, ufuk açan tartışmalar. Ara katta sinema gösterimleri, bilinçli farkındalık meditasyon seansları, belgesel özel gösterimleri öngörüyoruz. Üç boyutlu yazıcıların olduğu alanda, bir maker topluluğunun kolektif çalışmalar yürüttüğünü, bir diğer katta ofis alanları bulunan sosyal girişimcilerle iş birliği içerisinde kronik bir sorunun çözümüne yönelik bir prototip bastıklarını hayal ediyoruz. Sergi alanı olarak kurgulanan giriş katında, farklı sanatçıların atıklardan ürettikleri eserleri fiziksel olarak sergilemeyi, teras katında ise gıda israfı konusunda farkındalık yaratan bir sohbet ve ardından sıfır atık felsefesiyle pişiren bir şefin elinden çıkan menüyü tatmayı hayal ediyoruz. Ya da uzun masa etrafında lezzetli sohbetlerin yapıldığı, ruhun beslendiği “Füreya sofraları” hayal ediyoruz.
Burada hayalimiz her katı kendi amacına uygun en etkin şekilde ve katılımcı bir yaklaşımla, başta gençler ve profesyonellerin kullanımına sunmak kadar, tüm binayı yaşayan bir mekân haline getirerek, katlar arasındaki akışkanlığı artırmak, böylelikle de farklı disiplinlerden, hatta farklı nesillerden kişilerin yaratıcı paslaşmalar yaşamasına aracı olmak istiyoruz. KTSM’yi, o yüzden disiplinlerarası bir üretim ve buluşma platformu olarak tanımlıyoruz.
Kale Grubu olarak amacımız mekanları yaşatmak ve onlara yeni anlamlar katmak. KTSM de bu amacın kalbinde entelektüel üs olarak yer alıyor. Zaten, bu bina, bizim ilk genel merkezimiz. Levent’teki mevcut binamıza taşınana kadar kullandığımız, anılara, deneyimlere tanıklık eden bir yer. Bir süredir âtıl duran bu binayı, biz dönüştürerek sanat ve tasarıma alan açtık. Biliyorsunuz, Türkiye’de hafızanın korunması, binanın özüne uygun muhafaza edilmesi çok da alışık olduğumuz bir zihniyet değil. Kurucumuz İbrahim Bodur’un odası hala aynı şekilde muhafaza ediliyor. KTSM de ücretsiz olarak toplum yararına sanat ve tasarımın yaygınlaştırılması ve demokratikleştirilmesi için bir alan sunuyor. Bunu da içinde bulunduğu mahallenin ve sokağın dokusuyla uyumlu bir şekilde yapıyor. Zira, Grup olarak, bizim için her işin odağında “insan” ve “sosyal fayda” yatıyor. Kale Grubu Başkanı ve CEO’su Zeynep Bodur Okyay’ın ifade ettiği gibi, “biz sorundan değil, sorumluluktan besleniyoruz.”
Tasarımın K Hali serisinde pandemi sürecinde deneyimlenenler ve ardından değişime uğrayacak konulara değindik. Bu süreçte sadece tasarımcı ve mimarları değil, bu alanları besleyen başka yaratıcı disiplinlere de yer verdik. Bu oluşan arşiv hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bunun çok kıymetli olduğunu düşünüyoruz. Sadece bu özel dönemi kayıt altına almak değil, yaratıcı endüstrilerde varlık gösteren, bu alanda üretim yapan kişilerin/kurumların emeğini görünür kılmak açısından da hayati önem taşıyor. Umut ediyoruz ki bu dönem geçtikten sonra da zamansız içerikler içinde yerini alsın, hak ettiği değeri bulsun. Diğer taraftan, zor zamanlar yaratıcılığı beslediği için, bu ruh haliyle ortaya koyulan önerilerin, filizlenen düşüncelerin, bulunan çözümlerin de dönüp dönüp ziyaret edilmesi gerekiyor.
Pandemi sürecinde en fazla altı çizilen konular sizce nelerdi?
Hepimizin bildiği gibi, pandeminin tetiklediği kırılganlık, tekinsizlik ve kaygı duygularıyla birlikte her düzlemde ve ölçekte bir yüzleşme yaşandı. Mikro düzeyde, herkesin kendi içine, hatta uçurumuna baktığı, evine dönerek dünyaları sığdırdığı, hal böyleyken daha önce hiç fark etmediğini gördüğü zamanlar. Var olmak için günlük hayatında, akışında, alışkanlıklarında ister istemez değişiklikler yaptığı, belirsizliğin had safhada yaşandığı, adım atmanın her zaman mümkün olmadığı sancılı bir dönemin içinden geçiyoruz. Sıradan insanın fabrika ayarlarıyla oynayan bu durum, hepimiz için mekân ve zaman algısını da değiştirdi.
Diğer taraftan, makro düzeyde, evimiz-dünyamızda risk addedilen birçok konu, artık hakiki bir kriz olarak kapımızda. Burada artık sorunu tespit etmek değil, acil ve kararlı bir şekilde adım atmak, eyleme geçme zorunluluğu var.
Diğer taraftan, pandeminin insan doğasını en çıplak haliyle ortaya koyduğunu düşünüyorum. En egoist, birinci tekil, “ben” diye bağıran yüzünü gösterdi. Zaten bugünleri de hazırlayan insanın doyumsuz ve açgözlü bir şekilde hep bana diye bağıran, diğer insanları, toplulukları, gezegeni paylaştığı canlı/cansız tüm varlıkları yok sayan, kendi ihtiyaç ve isteklerini dikte eder hali. Zehir bizsek, panzehir de biziz diye düşünüyorum. Kısır döngüleri kırıp, erdemli döngüler kurmak elimizde! Bunun ilk adımı da dinlemekten geçiyor. Ashoka Türkiye etkinliklerinde öğrendiğim “derin dinleme” kıymetli. Kendini, diğerini, doğayı dinlemek. Annemden uzun yıllar önce öğrendiğim ağaca sarılma pratiği benim ruhuma en iyi gelen şeylerden biri…
Topraklanma serisi de sanat, mimari, tasarım, ekoloji, gastronomi, arkeoloji ve seramik gibi farklı disiplinleri buluşturan bir diyalog alanı yaratıyor. Bu seriyi başlatma ve odaklandığınız “toprak” konusunu öne çıkarma ihtiyacından bahsedebilir misiniz?
Entelektüel derinliğe ve birikime sahip fikirleri buluşturmayı önemsiyoruz. Kendimize açtığımız bu yolda da ağır ama emin adımlarla ilerlediğimizi düşünüyoruz. İnsanların kendi dünyalarından başlatacağı küçük değişimlerin birleşerek büyük bir harekete dönüşeceği inancıyla İyi Bak Dünyana hareketini başlattık. KTSM üzerinden de dünyanın sanat ve tasarımla daha iyi bir yer olacağı inancıyla programlarımızı kurguluyoruz.
Yasemin Özcan ile bu program tasarımında birlikte çalıştık. Füreya’nın en kapsamlı retrospektif sergisini hayata geçiren bir Grup olarak, sanatçılarla özellikle de seramik sanatçılarıyla hep yakın bir ilişkimiz var. Yasemin Özcan ile de Füreya sergisi döneminde yolumuz kesişmiş, Füreya ve Seramik konulu panelde konuğumuz olmuştu. Kale’nin mayasında yer alan kurucu değerler, topraktan güç alma, köklerine bağlılık ile bu programda özelikle altını çizdiğimiz disiplinlerarasılık konusunda Yasemin Özcan hem sanatçı kimliği hem üretimleriyle bu programı tasarlama konusunda güven duyduğumuz ve çalışmak istediğimiz bir isimdi.
Öncü olduğumuz İyi Bak Dünyana hareketiyle bağlantılı olarak da aslında toprağımıza sahip çıkmayı vurguluyoruz. Hem sanat pratikleri üzerinden toprak hakkında düşünmeyi hem de örneğin balkonda bostan kurma yoluyla her bireyin kendinden başlayarak ufak dokunuşlarla toprağına nasıl daha iyi bakabileceğine dair farkındalık yaratmayı istiyoruz.
Şu ana kadar iki konuşma gerçekleştirdik. İlki, Mutfağın Toprağı’ydı. Tasarımcı Elif Çak ve duyu analisti Elvan Uysal ile Yasemin Özcan keyifli bir sohbet gerçekleştirdi. İkinci konuşmada ise Büyükannenin Toprağı başlıklı etkinlik, Gülşah Mursaloğlu ve Refik Akyüz’ü bir araya getirdi. Çok kısaca, Refik Akyüz, İstanbul’un çeperindeki evlerinin bahçesinde toprakla kurduğu derinlikli ilişkiye odaklanırken, sanatçı Gülşah Mursaloğlu, genellikle yerleştirme formu alan çalışmalarında maddenin failliğiyle, insanların ve diğer türlerin zamanla kurduğu ilişkilerden bahsetti. Ağustos ayına kadar devam edecek projenin programını, tüm yayınları KTSM sosyal medya hesaplarından (@ktsm_org) ve web sitesinden takip edebilirsiniz.
#iyibakdünyana hareketinden de bahsedelim, Kale Grubu bu konuda ne adımlar atmayı düşünüyor?
Bu hareket, felsefi duruşu kadar, eyleme çağıran potansiyeli ile de daha geniş kesimlerce duyulmayı ve benimsenmeyi hak ediyor. Ben büyük heyecan duyuyorum ve bu heyecanın da bulaşıcı olmasını diliyorum. İyi Bak Dünyana, Kale Grubu tarafından geçtiğimiz aylarda başlatılan, dünyayı daha iyi bir yer yapmak için her bireyin kendi etki alanında yapabileceği bir şeyler olduğuna inanan bir hareket. Mekanlara yeni anlamlar katmak amacıyla üreten ve ürettiği değerleri toplumla paylaşan Kale Grubu’nun pandemiyle birlikte öze dönüş-önüne bakma ile deneyimlenen farkındalık döneminin meyvesi.
Tam da bu bilinçle, evin senin dünyan, dünya senin evin, iyi bak dünyana diyoruz. Buradaki döngüselliğe de dikkat çekmek isterim. Ev ve dünya kavramı, birbirinden bağımsız değil; bütün, tamamlayıcı, bir. Tıpkı, dünyadaki bütün canlı ve cansız varlıkların görünmez bağlarla iç içe, etkileşim halinde olduğu gibi…
“İyi bak dünyana” derken, daha yakından içe bakma, öze dönme halinden söz ediyoruz. Tıpkı sakin bir göle atılan taş misali, her bireyin, kendi zihninden, bedeninden, ruhundan başlayarak, dalga dalga büyüyecek şekilde kendi evine, sokağına, mahallesine, şehrine, son tahlilde gezegenine iyi gelecek adımlar atması, harekete geçmesi için ilham vermeyi, güç transfer etmeyi amaçlıyoruz.
Dünyayı daha iyi bir yer yapmak için adım atmak isteyen herkesi bu hareketin bir parçası olmaya davet ediyoruz. Bu hareketin etkisini büyütecek, #İyiBakDünyana dedirtecek her türlü ilham verici fikir ve aksiyon önerisini duymak için sabırsızlanıyoruz.
Bu hareketin sözcüsü olan, duyarlı ve sorumlu liderlik anlayışıyla iş dünyasına başka bir dünya mümkün çağrısı yapan Kale Grubu Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Zeynep Bodur Okyay’ın sözleriyle ifade etmek gerekirse, “sorundan değil sorumluluktan beslenmeye, sahip olmaya değil, sahip çıkmaya, tüketmeye değil üretmeye” çağırıyoruz.
Pandemiyle birlikte iklim ve ekolojik kriz konuları da bir anda önem kazandı. Bu çağrıyı duyan büyük markaların da yavaş yavaş kendilerini dönüştürdüklerini ve değişim yolunda öncü olmak için adımlar attıklarını görüyoruz. Kale Tasarım ve Sanat Merkezi de fiziki kullanıma açıldığında bu alanda çalışmalar için yer açacak mı?
Kesinlikle. Biz dünyanın sanat ve tasarımla daha iyi bir yer olacağına inanıyoruz. O yüzden, KTSM de bu hareketin lokomotifi. 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde lansmanını yapacağız bir fotoğraf sergisine ve gıda israfına dikkat çekmek için çok paydaşlı bir farkındalık kampanyasına hazırlanıyoruz. Her yaptığımız projeyi 360 derece kurguluyoruz, sadece ilham vermek değil farkındalık kazandırmak ve harekete geçirmek için tasarlıyoruz. O yüzden sohbetler önemli diyalog alanı oluyor. Fiziksel sergi ile birlikte çevrimiçi sohbetler ve iletişim kampanyası da bütünleyici unsurlar olacak. Her bir sergide/projede amacımız bir fikrin savunuculuğunu yapmak, dünyamıza iyi bakmak için her bireyin kendi etki alanı içerisinde adım atmasını cesaretlendirmek, sanat ve tasarımı hayatın merkezine yerleştirmek.
Atığın İhtimalleri: Biçim ve Süreç sergimizi de fiziksel alana taşımak için heyecanlanıyoruz. Pandeminin gidişatına göre hareket edeceğiz. Yine plastik üretimi yerine seramik kullanımını yaygınlaştırmak için adımlar atacağız. Ayrıca, ilk günden itibaren birlikte yürüdüğümüz yeni nesil sanatçı platformu Base’in bu sene de destekçiyiz. Türkiye’nin her yerinden yeni nesil sanatçıları takip etmek, onların ürettiklerini ve yıllar içinde gelişimini izlemek, kültür sanat ikliminin iyileştirilmesine sürdürülebilir katkı sağlamak bize müthiş gurur veriyor. KTSM binasında Base iş birliğinde atölyeler ve talklar planlıyoruz.
Yakında sizlerden duyacağımız yeni haberler olacak mı?
KTSM, sanat ve tasarım kadar sosyal girişimcilere de alan açan bir yer. Yaptığı her işte sosyal faydayı önceliklendiren kurucumuz İbrahim Bodur’un vefatının ardından, onun anısını ve değerlerini yaşatmak amacıyla İbrahim Bodur Sosyal Girişimcilik Ödül Programı’nı başlattık. Bu yıl beşincisini gerçekleştireceğimiz ödül programıyla bu topraklardan sosyal fayda yaratacak yeni nesil sosyal girişimcilerin çıkmasını teşvik ediyor ve sosyal girişimcilik ekosistemini destekliyoruz. Ne mutlu bize ki bugün, her biri kendi alanında fark yaratan 13 fellow'umuz, bizi bu yolda ileriye gitmemiz konusunda heyecanlandırıyor ve teşvik ediyor. KTSM ile sosyal girişimciler için bir çatı ya da çalışma alanı olmayı önemsediğimiz kadar geleceğin mimarı olarak gördüğümüz sosyal girişimcileri ve ekosistemi desteklemeye devam edeceğiz. Ödül programının ötesine geçmek için şimdiden kafa yoruyor, geleceği hayal ediyor; bugünden harekete geçiyoruz. O çok sevdiğim sözdeki gibi çünkü biz biliyoruz ki “sürdürülebilir hayal hakikattir.”
*https://www.kaletasarimsanatmerkezi.org
Comments