Vahap Avşar'ın Müdahaleler sergisi Yapı Kredi bomontiada’da 26 Mart tarihine kadar devam ediyor. Sergiyle birlikte Avşar’ın sanat pratiğini ele alırken Son Uyarı başlıklı işine yakından bakıyoruz
Yazı: Selçuk Çelik
Kant, birinci kritiğinde (Saf Aklın Eleştirisi) filozofa aklın memuru olmasını -aklın sanatçısı olmamasını- buyurur. Düşünür ile sanatçıyı birbiriyle karşılaştırarak kavramsallaştırdığı üçüncü kritiğindeyse (Yargı Yetisinin Eleştirisi) düşünürün sanatçıya dönüşme riskinden, sanatçının da düşünür rolüne geçme potansiyelinden söz eder. Özetleyerek aktarıyorum: Kant’a göre düşünürler; ciddi konularda net, ikircikli olmayacak biçimde, argümantatif bir tarzda konuşmak üzere söz alan kişilerdir, fakat düşünceli bir bilgi demeti sunmak isterken düşünürler sözün büyüsüyle akademik retorik yaratabilirler, insanlara söz verdiklerinden daha azını dile getirebilirler. “Ciddi olmayan” bir uğraşın sahibi olarak sanatçılar ise; az vaatte bulunan kişilerdir fakat öne sürdükleri entropik ve çok yönlü imgeler aracılığıyla sanatçılar kamunun anlamlandırma gücüne esin kaynağı olabilirler, insanlara vaat ettiklerinden daha çoğunu verebilirler.
Vahap Avşar, Kant’ın -birbirini dışlayan ve fakat birbirine dönüşlü- düşünür ile sanatçı ikileminin legal ayrımını siliyor, ve yaptığı işlerle bu ikileme ait toposların birbirine dönüştüğü anlara vurgu yapıyor. Ya hali hazırda var olan espaslara müdahaleler yaparak kaçış çizgileri yaratıyor ya da -var olan bir espasın içerisinde Apollonvari figür yaratmak yerine- var olan bir espasın ötesinde Dionisosvari yeni bir espas yaratıyor. Ve, Kant’ın dillendirdiği bu iki türden başka bir türün daha mümkün olabileceğini gösteriyor, -Deleuze’ün düşüncelerini çınlatarak söylüyorum- kendini bir “sanatçıdüşünür” olarak var ediyor.
Felsefe “hayret etme” ile başlasa da bu hayranlığa “takılıp kalma” ile devam etmez. Avşar, “seyir yeri”ne (manẓara) şaşırarak bakıyor ama o anda donup kalmıyor. Bakış (nazar), mesafelenme gerektirir. Avşar, bu bakışı gözleme eviriyor, gördüklerini bir pencere, nazariye (théorie) olarak sunuyor. Yakaladığı sosyal manzaraları preskriptif bir yönelimle yarıyor, içini görüyor (teşrih), dışına çıkarıyor (teşhir), başkasının bakışına bırakıyor. Fakat Avşar bu eylemlerini, eksikleri söyleme (nakıs) veya içeriği genişletme (şerh; commentaire) ile yapmıyor, değerlendirme ve incelemenin spesifik bir çeşidi olan tenkit (critique) ile yapıyor. Bunu verili tezlerin ayrıntılarında yer alan yanlışlıkları düzelterek yapmıyor, tartışarak, irdeleyerek anafikri itibariyle öğretinin kendisine karşı çıkarak yapıyor. “Üretim” ile “eylem”, “siyaset” (le politique) ile “politika” (la politique), estetik ile sanat arasındaki farkları gözeterek -kaba bir yadsıma refleksi ile değil- reddiye (réfutation) vererek ve bu tezleri çürüterek yapıyor.
“Üretim” nitelikli yapılan işlerden -mesela arıların yaptığı işlerden- ve duyu organlarıyla algılanabilen “estetik” (aisthētá) nitelikli yapılan işlerden farklı olarak Avşar “eylem” nitelikli müdahaleler, “siyasi-sanat” değil, “politik-sanat” nitelikli müdahaleler yapıyor. Bu sınır aşıcı ve sınır açıcı müdahaleler kendisini -sanat eyleyen bir özne olmaktan çok- eylemlerini sanatsal yapan bir özne olarak var kılıyor. Avşar’ın politik-sanat müdahaleleri her şey olup bittikten sonra ve bir tepkisellik olarak veya tedavi edilebilecek ikincil (semptomatik) bir tepki durumu olarak değil tek ve aynı derinliğin “karşı” bir veçhesi olarak zuhur ediyor. Ancak bu öte sanat yaratımı, bu ters yüz etme eylemi, veya alt üst etme eylemi veya dahil olma (daxl), içeri girme (duxūl), araya girme (mudāxil olma), söze girme (mudāxala), söze karışma/kalkışma eylemi, pasifist/koşulsuz bir müdahale değil pasifisist/kontrollü bir reddetme tutumu içeriyor.
Eylem insana özgüdür, ve kendilik etiğiyle ilgilidir. Kendilik etiği, başkalarının yapması gerekenlerle ilgili verilecek moral dersler değil, ben bunu yapmam diyebilme cesareti ile ilgilidir. “Cesur” ile “korkusuz”un birbirinden farklı anlambilimsel hinterlandlara sahip olduklarını Aristoteles’i sohbete çağırarak tekrarlarsak: “Korkusuz olan”; ideolojik bir angajman ile -korkmadan- uçurumdan kendini atandır, “cesur olan” ise; düşünsel bir kritik ile -belki korkarak- uçurumdan atlayandır.
Arendt’in ifadeleri ile iyiyi kötüden ayırma yetisi moral değil sosyal bir yetidir. Kamusal alan daraltıldığında, çoğulluk/farklılıklar yok edildiğinde, başka ses kalmadığında, tartışmanın imkanı ortadan kalktığında bu yeti körelir. Avşar, etik-kritik eylemlerini sanatsal yapmaya devam ediyor, içindeki tanığı insanlarla bir arada olmakla besliyor, susmuyor. Avşar, Hakan Demirel ile ortak olarak ürettikleri son deneyimsel işi ile (Pus | Haze) güncel sanatın ufkunu yırtıyor, pus ile sus olmayan bir sembolik imgelem sempozyumuna bizleri davet ediyor.
Serginin küratörlüğünü üstlenen Ahmet Ergenç ve Esra Sarıgedik de bu sergi ile küratöryel işlerin bir sorgulama pratiği, sökme ve yeniden kurma (déconstruction) eylemi olduğunu hatırlatıyorlar ve yapıtın ontolojisini yok saymadan, yapıtın önüne geçmeden ama dialojik korelasyonu da koruyan küratöryel bir işin bir “sanatdüşünce” yapıtı olabileceğini gösteriyorlar.
Avşar Müdahaleler sergisinde; nefret söylemlerini, saldırıya kışkırtan siyasi mitleri, kimliklendirilme işlemlerini, dil politikalarını, bedenlerimizi kuşatan her türlü biopolitik iktidarı, disiplin toplumunun maddi-manevi her türlü tertibatını, belirleyen denetleyen modelleyen yönlendiren her türlü teçhizatı, militarizmi, özetle dispositifleri kritik ediyor.
Yakın Okuma: Son Uyarı
Vahap Avşar’ın Son Uyarı (1993) başlıklı işi Türkçe gramerine göre işteşlik bildiren, karşılıklılık gerektiren savaşın değil, tek yönlülük bildiren etnik temelli bir saldırının resmidir. Çünkü, anlama ilişkin (semantique) olarak savaş, sözün bittiği yer değil sözün başladığı yerdir. Savaş Eski Türkçe “sav” (söz) sözcüğünden evrilen ve söz söylemek anlamındaki Orta Türkçe “sava-”eyleminden, Türkiye Türkçesindeki eylemlerden eylem adı yapan “+iş” ekiyle türetilmiştir. Sözün bittiği yerdeki avize; -Türkçede kullanılan- Türkçe kökenli savaş sözcüğü ile ilgili değil -Türkçede kullanılan- Arapça hrb kökenli harp (kısa mızrak) ile veya İbranice χəreb (kılıç) ile veya Akatça χarbu (kesici alet) kelimeleri ile igili bir durumun yaşandığını anlatıyor. Ve, pencereden atılan taşın kırdığı avize; Eski Türkçe “sal-” (uzaklaştırmak) eyleminden türetilen ve -”milli savunma bakanlığı” örneğindeki gibi- Türkiye Türkçesi “sav-” (savmak, def etmek, savul-) eyleminden “+ın” ekiyle türetilen savunmak sözcüğü ile ilgili bir durumun yaşandığını anlatıyor. Pencereden atılan taşın kırdığı avize, orada bir şiddetten (sertlik) daha fazlasının yaşandığını anlatıyor. Elektrik akımından söz edilirken kullanılan şiddet teriminden veya ‘şiddetli bir rüzgar esti’ ifadesinde geçen şiddet sözcüğünden farklı olarak yapılmaması mümkünken yapılan ve insan eliyle yapılan şiddetten veya şiddetin bir kullanım çeşidi olan saldırganlıktan (Fr. agression) bahsediyor. Arapça şdd (sert) kökünden gelen şiddet sözcüğünün Fransızca karşılığı violence’tır, bu sözcüğün Latincedeki kökü de vis’tir, yani güç’tür. Güç (La. vis) de, sert (Ar. şedit) de yaşam ile ilgilidir. Vahap Avşar’ın yere düşürülen avizesi yaşamı değil, ölümü, taşın ışığı söndürdüğü devri imliyor. Agresyon (Lat. agressio); aggredi (üstüne yürümek) eyleminden “+ion” son ekiyle türetilmiştir, Aggredi; Latince “ad+” (ünsüz sözcüklerden önce “af+’, ‘ag+’, ‘ac+’, ‘ap+’, ‘as+”) ön eki ile gradi (yürümek) eyleminden oluşur ve bir yönelme bildirir.
Yerdeki avize sadece anlatmıyor, soruyor da. Bu saldırının türü nedir? Cam parçalarına odaklanarak “bu bir fiziksel saldırıdır” mı diyeceğiz, topyekün yapıldığına odaklanarak “bu kolektif bir saldırıdır” mı diyeceğiz, güttüğü küçük düşürme hedefine odaklanarak “bu ruhsal bir saldırıdır” mı diyeceğiz, verdiği uyarı mesajına odaklanarak “bu sembolik bir saldırıdır” mı diyeceğiz, ne diyeceğiz? Bu saldırının türünü hangi sıfat ile ifade edeceğiz. Yoksa sadece “öteki” olduklarından ötürü hedefe alındıkları için ve 1948 senesini temel alarak bu kırım girişimine “bir insanlık suçu” mu diyeceğiz.
Pencereden gelen taşın kırdığı avize, kendisi ile birlikte insanın sığınağı olan etosun da, toplumun sığınağı olan etiğin de yere düşürüldüğünü söylüyor.
Avizeyi kıran pencereden atılan taş değil, o taşı pencereden içeri atandır.
Comments