İnsanlığın ortak hafızasında yer etmiş plastik ördek ve sarı mutfak bezini odağına alan LÜTFÜ'nün I ME CE direktörlüğünde gerçekleşen sergisi MIZIKÇISIN SEN nesnelere atadığımız sınıfsal özellikleri sanatçının kişisel hikayesi bağlamında tartışmaya açıyor. Sergi, 27 Haziran’a dek Meşrutiyet Caddesi 67 numarada yer alan Passage Petit-Champs’ta devam ediyor
Yazı: Ecem Arslanay
LÜTFÜ'nün I ME CE direktörlüğünde Passage Petit-Champs'ta gerçekleşen
MIZIKÇISIN SEN sergisinden görüntü
"Muggle’lar hakkında çok bilgin olmalı. Söylesene, lastik ördek ne işe yarıyor?" J. K. Rowling, Harry Potter ve Sırlar Odası
Son sıvısını atarken büzüşen şampuan şişeleri gibi, bir sıkımlık canını vermiş sekiz katı kütle. Seri hareket kabiliyeti için damarları büzüşmüş, tansiyonu yükselmiş fakat kaçamamış ya da savaşamamış sekiz dermansız kafa; on altı başarısız adrenalin bezi. Zebellah gibi bir banyo ördeğince suyu çıkarılmış sekiz insan posası; fersiz ve afal on altı göz. Allah taksiratını affetsin. İyi aileydi. Her ölüm beklenmediktir; fakat bu biraz da bilinmedikti. Biz banyo ördeklerini âciz ve sevimli bilirdik. Haddini bilen, sorunsuzca mıncıklanabilen yaratıklardı bunlar. Küçüklere ıslak ve tehlikeli bir temizlik ritüelini sevdirmekti tüm dertleri. Ya da biz öyle sanırdık. Kendilerine tayin edilen bu ulvî görevi katiyetle sahiplendiklerini düşünür, onları başka bir failliğe yakıştıramazdık. Öldürse öldürse dolaylı yoldan, yavaş yavaş öldürür, derdik.
"Plastik, yavan olmayı kabul eden ilk büyülü maddedir." Roland Barthes, Çağdaş Söylenler
Lastik Ördek ile Yavaş Ölüm: Gündelik Şeylerin Gizli Tehlikesi (2009) adlı kitap, modernliğin sıradan nesnelerinden salınan sayısız toksini ayyuka çıkarır. Kapaktaki şişme ördek; içerdiği brom, klor, krom, kurşun ve fitalat miktarıyla tariflenir. Ördek geçirgen bedenlerimize çeşit çeşit zehir taşımakla kalmaz, mikropların üremesi için de fevkalade bir ortam sunar. 2018’de onu ortadan ikiye kesip içinde biriktirdiği nice netameli canlıyı ortaya koyan bilimsel çalışmalar, sosyal medyada #darkheartedduck ve #dirtyduck gibi etiketlerle itibarsızlaştırılmasına önayak oldu. Yıldızı 1970’de, ‘‘banyoyu çok eğlenceli hale getirdiği” iddiasındaki bir Susam Sokağı şarkısıyla parladıysa da yükselişinde 1960’ların plastik fetişizminin tesiri var. 1940’larda DU PONT’un bebekler için bile güvenli addettiği selofan, 1950’lerde “parti”leri bile yapılan Tupperware vardı; ama plastiğin şaşırtıcı derecede çeşitlendiği; kap kacaktan elektrik levazımatına, araba kaportasından (Ford Gyron) diş damağına, gündelik hayatın her teferruatına nüfuz ettiği yıllar 1960’lardı.
LÜTFÜ'nün I ME CE direktörlüğünde Passage Petit-Champs'ta gerçekleşen
MIZIKÇISIN SEN sergisinden görüntü
"Size sadece bir kelime söylemek istiyorum. Tek kelime… plastik… Plastikte büyük bir gelecek var." The Graduate
Zahmetsizce üretilen ve ahenkle şekillenen bu yumuşak başlı ve ucuz malzeme, biyosfer ve jeosfere zararlarının bilinmediği 60’lı yıllarda ütopyacı bir demokratikleşme vaadi, bucaksız bir muhayyile sahası takdim etmiş; değişken tabiatı ve yepyeni bir icat olmasıyla modernliğe ve geleceğe çok yakışmış. Bilimkurgu sinemasını, “geleceğin evi” kurgularını (Monsanto House of the Future) şereflendirmiş. Türkiye’de seyyar satılacıların el arabasıyla pazarladığı plastik mutfak araçlar, çok daha kıymetli bakır ve alüminyum kaplarla değiş tokuş edilebilir nitelikteymiş. Gökhan Akçura bu durum için “Modernleşme mi, yoksullaşma mı? Artık siz karar verin…” der[1]. 1965 tarihli bir köşe yazısı söz konusu yüzyıla “Naylon Asrı” diyen tarihçilerin olduğunu dile getirir[2].
“İşte Batı medeniyetinin şaşkın zirve noktası."
The Peep Show
"…Sonra aradığınız tabak takımı. Sonra hayallerinizdeki yatak... Perdeler... Halılar... Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız. Bir zamanlar sahip olduklarınız artık sizin sahibiniz olur." Chuck Palahniuk, Fight Club
Plastik medeniyet tarihinde adını bir devre verebilmiş midir? Bugün Antroposen deyince aklımıza okyanustaki plastik adaları veya yarılmış albatros bedenlerinden çıkan plastik geliyorsa, belki biraz vermiştir. O 60’lardaki haksız rağbetinin bedeliyle yüzleşedursun, biz ördeğe dönelim. Acaba banyo ördeği Batı medeniyetinin “şaşkın zirve noktası” mıdır? Medeniyet için çizgisel, ereksel bir “ilerleme” modeli kabul ediyorsak, neden olmasın? Son model bir banyo ördeğinin post-fordist bir üretimle peyda olması için fordizm ve taylorizm’den aydınlanmaya ve coğrafî keşiflere (sömürgecilik) uzanan bir sürece ihtiyaç var. Kimi ekonomiste göre modern ekonomilerin ihtiyacı da plastik banyo ördeği gibi bilumum entipüften tüketim ürünü. Lavanta esanslı çöp torbası, araba farı kirpiği, gülen yüz buz kalıbı, öksüren kül tablası (pilli), elektrikli el ısıtıcı, diş macunu şeklinde peçetelik, sevgi-ölçer öğretmenler günü hediyesi, mini sihirbazlık seti, türkü söyleyen oyuncak eşek ve nicesi arzulansın ki ekonomi büyüsün, istihdam artsın… Türlü türlü uzmanın özelleşmiş parametrelerce yürüttükleri hassas hesaplama ve karar süreçleriyle çıkıyor tüm bu ürünler. Batı’nın çağlar boyu mükemmelleştirdiği tüm o rasyonel araçlar, irrasyonel amaçlarının maskarası olmuş halde. İşte plastik banyo ördeği de bu “şaşkın zirve noktası”nın harika bir tezahürü.
LÜTFÜ'nün I ME CE direktörlüğünde Passage Petit-Champs'ta gerçekleşen
MIZIKÇISIN SEN sergisinden görüntü
"Farklı yeğinliklerde olmak kaydıyla, tüm varlıklar canlı." Baruch Spinoza, Etika
Gelgelelim bizim kuduruk ördeğe... Bir anlık hiddet miydi bu cinayet? Buyruk altındaki banyo ördekleri adına bir harekât mıydı? Sahi, buyruk altında mıdır tüm banyo ördekleri? Ya sadece öyle gözüküyorlarsa? İyi huylu bir hizmetin arkasında gerilla bir örgütlenme palazlanmış olamaz mı? “Olamaz efendim. Cansız nesnelerden bahsediyoruz,” demenizi anlarım; çünkü sudan çıkmış, belini doğrultmuş, bilişsel devrim geçirmiş, kendini evrenin merkezine yerleştirmiş ve sistemlerini kurup da parçası olduğu doğanın canına okumuş kibirli ve zavallı bir tür olarak insan (tabii “insan” heterojen bir kategori ve böyle anlatılarda kuruyla birlikte yaş da yanıyor) tepesine yerleştiği canlı-cansız hiyerarşisinde inorganik atalarını tanımak istemez... (Hoş, insan primat atalarını bile kabullenmekte güçlük çeker.) Oysa cansız kabul edilen varlıkların da bir eyleme liyakati var. Sadece aminoasitleri ya da kompleks polimerleri kastetmiyorum. Plastik banyo ördeğinin de bir dönüşme ve dönüştürme hakikati var ve bizim ona ne derece vakıf olduğumuz tartışmaya açık. Antik çağlardan beri, nesne bilgimizi sorunsallaştıran çeşitli felsefe okulları var oldu. En yenisi 2018’de ortaya çıkan Nesne Yönelimli Ontoloji teorisi olsa gerek…
"Kayboldum! Ben kayıp bir oyuncağım!" Oyuncak Hikâyesi
1992’de; Hong Kong'dan sipariş edilen 28 bin plastik oyuncak ördek, konteyner gemisinden kayıp Büyük Okyanus’un akıntılarına teslim oldu. Tarihe Oyuncak Ördek Olayı olarak geçen bu vaka, bilim insanlarının akıntıdaki ördekleri izleyerek okyanus bilimi adına önemli çıkarımlarda bulunmasına neden oldu. İşte banyo ördeğinin etken ve üretken potansiyeline dair tuhaf bir örnek… Lütfullah Genç de içinde devindiğimiz bu dolaşık sisteminin farklı hayatiyet biçimlerine merak duyan bir sanatçı. Mavi Kelebekler (2018) adlı işi Bosna Savaşı'nın kayıp mezarlarının ölüm çiçekleriyle beslenen mavi kelebeklerin iziyle bulunmasına atıfta bulunuyor. Kazanmak İçin (2018) ise besin olarak addedilen varlıkların hayatiyetini koruyan konserve kutuları araştırıyor. Bir Koyarsın Bin Alırsın (2018) hayatiyetlerin yıkıcı doğurganlığı üzerinden okunabilir çünkü endüstriyel nesnelerin üretim kazaları ve hatalarına reverans yapıyor. Endüstriyel nesnelerin seramikle yorumlanması kuşkusuz emek süreçlerini de akla getiriyor. Tüketim nesnelerini montajlayan o mekanikleşmiş, niteliksiz addedilip son hücresine kadar sömürülülmüş işçi eline karşılık; sanat nesnelerini var eden yaratıcı, nitelikli ve özerk sanatçı eli var… Yunanca “yoğurmak, şekil vermek” fiilinden gelen ve Türkçeye de ilk bu anlamıyla, sanat terminolojisinden giren plastiğin seramikle yorumlanması da ayrıca anlamlı.
Hayatiyet meselesine dönersek, sanat nesnesinin de sanatçıdan bağımsız bir hayatiyeti var. Sergi metinleri de eserlerin nasıl alımlanması gerektiğini dikte eden prospektüsler değil. Onların farklı imkânları üzerine bir sayıklama olmaktan ibaret. Her sergi gibi, bu sergi de, daha fazla anlam üretmek için bir davet. Lütfü Bey önceki İ ME CE iş birliğinde bizleri bir altın gününe davet etmişti. Bu seferki ise esrar tülüyle örtülmüş bir cinayet mahalli. Üzerine düşünecek ne çok faillik var…
Comments