Ludovic Bernhardt ve Luz Blanco küratörlüğünde, farklı coğrafyalardan, kişisel bakış açıları sunan dokuz sanatçıyı bir araya getiren Fragments of a Hologram Rose, 30 Haziran’a dek SANATORIUM’da devam ediyor. Başlığını William Gibson’ın aynı adlı öyküsünden alan sergiyi Ezgi Yurteri değerlendirdi
1467 kelime
Cari Gonzalez Casanova, Natural Shadow Slabs, MDF üzerine boya, ahşap köşebentler, Çeşitli boyutlarda yerleştirme, 2019
Ünlü siberpunk romanı Neuromancer’ın yazarı ve “siber uzay" teriminin yaratıcısı William Gibson’ın 1977’de kaleme aldığı, aynı adlı kısa öyküsünden yola çıkan Fragments of a Hologram Rose (1), küreselleşmiş bilgi dünyası içerisinde gerçekliği kavrama ve duyumsama biçimlerimiz üzerine düşünsel ve imgesel bir yolculuk öneriyor. Gibson’ın öyküsünde, duyusal algı eşiğinin yeniden inşa edildiği, gerçeklik olgusunun taklitle ilerlediği politik ve anlatısal bir kaos ortamında, imgeler ve kaleydoskopik parçalar üst üste biner. Öykünün tedirgin edici bir gelecek tasviri, günümüzün çok katmanlı gerçekliğinde pek çok anlam bulabilir. Fakat sergideki işler, siber ortamın distopik veya kasvetli anlatımlarından çok, sürekli bozulma ve tekrar düzenlenme halinde olan güncel dünyamız üzerinden kişisel bakış açılarını ortaya koyuyor ve böylece farklı düşünme kapıları aralıyor. Yazarın anlatısında olduğu gibi sergi de doğrusal bir kurguyla değil; “var olmayan bir bütünden salıverilmiş parçalar” halinde gelişiyor. Sanatçılar böylelikle, yazarın yoğun ve karmaşık metniyle serbestçe etkileşime girerek, bütünsel olarak düşündüğümüz hafızamızı, duyusal kayıtlarımızı, çok katmanlı -bazen de çelişkili- gerçekliğimizi yapı bozumuna uğratıyorlar.
İnternet ortamının yaşamlarımız üzerindeki psikolojik etkilerine işaret eden; kültürel kodlarını kopyalayıp, birleştirip dönüştüren işler üreten Berkay Tuncay, Poems From Relaxation Videos isimli çalışmasında, online platformlarda sık sık karşımıza çıkan meditasyon temalı videolardaki robotik bir sesin tekrarladığı belirli sözcük ve kavramları görsel şiirler haline getirir. Hem sanatçının görünür kıldığı kavramlar hem de işinin tekno-elektrik ruhu, Gibson’ın dünyasıyla ilişki içindedir. Rahatlama amacı taşıyan bu videoların arka arkaya dinlendiğinde yaratabileceği histerik durum, bu görsel şiirlerin otomatik Turing testlerini andıran biçimsel yapısında kendini hissettirir. “Mutluluk, pozitif enerji, serotonin, dopamin, paylaş…”: Son derece gündelik ve “sıradan” olana ait bu sözcükler ve ilişkilendiği fikirler, yalıtıldığında ne denli karışık ve sıkışmış hissedebileceğimizi somut kılıyor. Sözcüklerin arasına karışan beğeni sayısı gibi videolara ait bilgiler, belki de online platformlarda hiçbir zaman yalnız olmadığımızı hatırlatıyor. Erol Eskici’nin, el yapımı bir holograma yakın bir şekilde cisimleşmiş, çiçek ve meditatif bir diyagram arasında konumlanan mürekkep çizimi ise; Tuncay’ın işinde hissedilen sıkışmışlık duygusuyla bir tezatlık içinde, yine rahatlama kavramıyla ilişki kuruyor.
Chim↑Pom, Brutus, Renkli video, 2005
Japonya menşeli sanatçı kolektifi Chim↑Pom’un Brutus isimli videosunda, antik akademik bir heykel motosiklet kaskı darbeleriyle tahrip edilir. Klasik akademi ortamı ve temsil ettiği sarsılmaz kabul edilen bazı nosyonlarına bir tepki olarak da düşünülebilecek bu videodan yükselen sesler tüm mekâna yayılırken; videoya yaklaştığımızda, vahşi olarak nitelendirilebilecek bir eylemin mekanik hareketlerle gerçekleştiğini görürüz. Toplumsal normların ve beraberinde getirdiği bazı sorunsalların yerle bir edilmesine dair bir jest, güçlü bir mizaç duygusu ile birlikte gerçekleştiğinde, yıkımın her zaman bir faciayı beraberinde getirmeyeceğine işaret ediyor olabilir mi? Videonun yanında, Cari Gonzalez-Casanova’nın kamuflaj kavramını ele alan yerleştirmesi yer alıyor. İşlerinde temsil stratejilerini ve temsilin politik kullanımlarını inceleyen sanatçının Natural Shadow Slabs isimli heykelleri; görsel yanılsama sağlayarak askeri yapıların havadan görünmesini engellemek amacıyla, 1942’de ABD ordusu için Pratt Enstitüsü Sanat Okulu tarafından hazırlanan Endüstriyel Kamuflaj el kitabındaki yönergeler izlenerek yapılmış. Sanatçı, bu gölge levhalarını Home Guard Manual of Camouflage (İç Güvenlik Kamuflaj El Kitabı) isimli sanatçı kitabıyla birlikte sunuyor. 1941’de Roland Penrose tarafından İngiliz ordusu için yazılan aynı isimli askeri el kitabından esinlenen bu çalışma, kamuflaj stratejilerinin iktidarda ve popüler kültürde nasıl açığa çıktığına, hem bireysel hem kolektif davranışa nasıl etki edebildiğine ışık tutar. Doğadaki kamuflaj yöntemlerinden askeri kamuflaj stratejilerine ve 1970’lerin kendin-yap karşı kültürü ile ilişkilenen materyallere kadar uzun bir araştırma sürecini görünür kılar. Kolektif arzu ve korkuların yaratılma ve yayılma mekanizmaları ile bunların güncel politikalarda nasıl araçsallaştırıldığına dair kapsamlı ve zengin bir içerik ile karşılaşıyoruz.
Éric Arlix, Gibson’ın metninden aldığı bir parça üzerinde, caviardage (edebi karartma) yoluyla olası anlamlar üzerine denemeler yapıyor. Esas amacı “rahatsız edici” kabul edilen sözcükleri karartarak sansürlemek olan bu yöntemi; sanatçı, sergi ve metnin bağlamında tersine çeviriyor. Halihazırda parçalı olan bir metni grafiksel olarak ayrıştırarak, Batı’nın domine ettiği bir tarih yazımı üzerinden gerçek kabul edileni sorguluyor.
Fragments of a Hologram Rose sergi görüntüsü
Diğer taraftan Sergen Şehitoğlu, Gibson’ın öyküsünde geçen coğrafi mevkilerden dijital görünümleri bir araya getirerek görsel ve anlatımsal bir tür dijital labirent kurguluyor. Sanatçının Google Street View’i kullanarak öyküde geçen dokuz bölgeden aldığı görüntülerden oluşturduğu dokuz video; yazarın “siber uzay” kavramıyla öngördüğü anlatının, İnternet jeo-konumlandırma çağında yeniden okuması niteliğinde. Böylelikle sanatçı, adeta Gibson’ın hikayesinin karakteri, hatta objektifi haline geliyor; içinde yaşadığımız dünyadan -karakterin kullandığı kasetler gibi- “evden çıkmadan” yeni manzaralar görmenin bir yolunu sunuyor izleyiciye. Günümüzde, büyük kentsel sistemlerin çöküşü üzerine ortaya atılan pek çok teori ile birlikte sibernetik ütopyalar; radikal dönüşüm olasılıklarını ve fiziksel birleşme yerlerinin sanal ağlardaki bilgi akışında çözülme ihtimallerini açığa çıkarıyor. Artık çevreden bahsederken, fiziksel olarak yaşadığımız mekânlardan bile önce İnternet hakkında düşünmemiz kaçınılmaz. Bir şehri veya mekânı deneyimleme biçimimiz, fiziksel olarak orada bulunmak ile sınırlı değil. Herhangi bir mekâna dair görsel algımızı ve hafızamızı oluşturma-kaydetme-hatırlama biçimlerimiz, belki de bizler farkında bile olmadan hızla değişiyor. Bu bağlamda Şehitoğlu’nun işi, iç ve dış, geçmiş ve gelecek, hayal ve olası arasındaki sınırların muğlaklaştığı mekânsal çözünme ve zamansal ilgisizliğe işaret ediyor.
Jeokültürel kimlikler, kartografiler ve politik işaretlere odaklanan Ludovic Bernhardt ise, mekânın ortasında konumlanan yerleştirmesinde, Batılı ve küresel toprakların güncel kaotik koşullarını, Gibson’ın edebiyatındaki politik tasvirlerden yola çıkarak sorguluyor. Sanatçının bozulmuş haritalar, diyagramlar ve askeri kodlardan oluşan serileri, günümüzün “yap-inan” dünyasına karşı eleştirel bir tutum ortaya koyuyor. Ekopolitik gerçekliğimizi oluşturan ve bu doğrultuda inşa edilmiş bazı yapay kavramları yapı bozumuna uğratarak; izleyiciyi, postmodern koşulların yarattığı kaçınılmaz yabancılaşma hissiyle karşı karşıya getiriyor.
Fragments of a Hologram Rose sergi görüntüsü
“Simülasyon kavramının harita üzerindeki bir toprak parçası, bir töz ya da referans sistemiyle hiçbir ilişkisi yoktur. […] harita öncesinde ya da sonrasında bir toprak parçası yoktur. Bundan böyle önce harita, sonra topraktan -gerçeğin yerini alan simülakrlardan- söz etmek gerekecektir.” (2) Özellikle Şehitoğlu ve Bernhardt’ın işleri üzerinden jeopolitik, ekonomik, sosyal ilişkileri ele alırken, Jean Baudrillard’ın gerçeği önceleyen modeller olarak tasvir ettiği “simülakr” ve gerçeğe simetrik bir şekilde kurgulanan “hiper-gerçeklik” kavramlarına değinilebilir. “İnternet-sonrası”, “hakikat-sonrası” (post-truth) gibi terimler ile de tanımlayabileceğimiz, sürekli bir yer değiştirme halinde olan günümüz toplumlarında, gerçek ve kurgu arasındaki çizgiler çok daha muğlak ve iç içe geçmiş durumda. Anlam yüklediğimiz şey anlamlı, gerçek saydığımız da gerçeğe dönüşebilir.
Manuel Castells’in “gerçek sanallık” kavramı, ağ toplumunda fiziksel çevreyle sınırlı olmayan gerçeklik olgusunu ifade eder. Bir yandan Castells’in de ifade ettiği gibi; gerçeklik, bizden önce üretilen bir kültür ve ilişkilendirildiği semboller aracılığıyla deneyimlendiği için her zaman bir bakıma sanal unsurlar taşır. Bununla birlikte, artık bu mekanizmaların kökenlerinin belirsizleştiği siber ortamlarda hayat bulan ve giderek yayılan karşı kültürün varlığını ve etkisini inkar etmek imkansız. Bu ortamların belirsizlik hali ile birlikte; daha katılımcı, kapsayıcı, çeşitliliğe imkan tanıyan bir tarafı da var. Varlığımızın anlamını ve temsilini doğrudan deneyimlerimizin ötesinde bir yerde tayin edebiliyoruz. Yeni medya ortamı, sadece deneyimlerin ekrana aktarıldığı bir görünüm düzlemi olmanın ötesinde, deneyimin kendisi haline gelmiş durumda. Bir topluluk içindeki kendilik duygusu, günümüzde sadece fiziksel ortamlarla sınırlı değil. Dijital personalarımız, sürekli bir geri bildirim döngüsü içerisinde, devamlı yeniden tasarlayabileceğimiz görünüm ve kimliklere olanak tanıyor. Dolayısıyla bireysel ve kolektif varlığımız arasında da çok daha karmaşık bir ilişki var. Kimliklerimiz artık sadece bize ait değil, çok daha geniş bir akışın içinde çözünmekte. Teknolojik gelişmeler bizi birbirimize hiç olmadığı kadar bağlarken, sadece etrafımızı değil kendimizi de nasıl algıladığımızı ve hatta var ettiğimizi değiştiriyor.
Luz Blanco, Bitrot 3, Kağıt üzerine çizim, 100 x 70 cm, 2019
Yeni medya aynı zamanda zihinlerimiz ile dış dünya arasındaki arayüz. Sınırsızca genişleyebilen bir kolektif hafıza sistemine anlık erişimimizi sağlarken, online platformlar üzerinden anılarımızı her zamankinden daha sıkı bir şekilde topluyor, kaydediyor ve düzenliyoruz. Bu durum hatırlama biçimlerimizi nasıl değiştirdi ve değiştirmekte? Luz Blanco’nun Amnesia adlı işi, bu gibi sorulardan hareketle, Gibson’ın anlatısal parçalarıyla rezonans halinde, görüntü ve hatıra parçalarını grafiksel olarak inceliyor. Sanatçı, belleğimizin sınırları, unutmak ve beraberinde gelen “hatalar” üzerine düşünürken elektronik alandaki kolektif anıların bozulması sorunsalı üzerinde duruyor. Bitrot serisinde, dijital ortamda depolanan verilerin performansındaki ve bütünlüğündeki yavaş bozulma anlamına gelen bu kavram üzerinden silme, bellek ve unutma arasındaki diyaloğun potansiyelini sorguluyor. Bir bilgisayar çıktısı gibi görünen çizimlerine yaklaştığımızda, detaylı bir el çalışması görürüz. Bu zıtlık üzerinden insan-makine, analog-dijital arasındaki karmaşık ilişkilere göndermeler yapar.
Günümüzün dönüşen bilişsel, kültürel, politik koşullarına ve geleceğine dair pek çok teori ortaya atılmakla birlikte, teoriden dışlanmış gibi görünen önemli bir unsur var: Duygularımız. Ağ ortamında duygusal-duyusal alana dair olan, bir şekilde belirli kıskaçlar içerisinde kalıyor; çünkü bir yandan, böyle bir konuda rasyonel veya ampirik bir söylem yürütmek güç. Bu bağlamda; serginin, sadece bilginin değil tüm duygusal bagajımızın da kolektif bir hafızaya aktarıldığı bir ortamda, kişisel deneyimlerin içsel dinamikleri hakkında bakışları toparlıyor olduğunu söyleyebiliriz. Serginin edebiyatla kurduğu doğrudan ilişki ve çok katmanlı kurgusu içerisine girdikçe, birbiri içine geçen anlatılar arasında şekillenen diyaloglar, bizlerin de, belki de birbirimizin hafızalarının katmanları olduğumuzu hissettiriyor. Sadece mevcut gerçekliğimizde değil, aynı zamanda bir Gibson siber uzayında, yeni bir mekân akışı ve zamansız bir zaman olasılığını beraberinde getiriyor.
Fragments of a Hologram Rose sergi görüntüsü
(1) Serginin başlığı Neuromancer romanının yazarı William Gibson’ın izniyle kullanılmaktadır.
(2) Baudrillard, Jean. Simülakrlar ve Simülasyon. Ankara, 2014. Doğu Batı Yayınları. sf. 13.
Commenti