top of page
Yazarın fotoğrafıSelin Çiftci

Varlığını sürdürecek olan “sezgisel zihin”dir

Geçtiğimiz Haziran ayında 06.2020-14-dergi projesini hayata geçiren Sergen Şehitoğlu’nun Çakıl Taşları başlıklı kişisel sergisi, Sanatorium’un ev sahipliğinde bu ay gerçekleşiyor. Daha önce dergi projesinin üretim sürecini konuştuğumuz sanatçıyla bu defa, projenin çıktılarını, yeni sergisini ve İnternet sonrasına uzanan sanat pratiğini ele aldığımız bir söyleşi gerçekleştirdik


Söyleşi: Selin Çiftçi


Sergen Şehitoğlu, Fotoğraf: Elif Kahveci



Geçtiğimiz aylarda 14 sanatçının katılımıyla, proje yürütücülüğünü üstlendiğiniz, hem basılı hem de dijital olarak yayımlanan 06.2020-14-dergi projesini gerçekleştirmiştiniz. Sonrasında üretim sürecini konuştuğumuz bir söyleşi de gerçekleştirmiştik. Projenin çıktıları neler oldu; nasıl tepkiler aldı? Başka üretimleri tetikledi mi?

06.2020-14-dergi'yi ilk olarak dijital olarak erişime sunduk, ancak bu basılı bir yayındı ve basılı olarak da yayınlandı. Basılı yayınlanmasının sebebi, katılımcı sanatçılara ve kamusal mekânlara dağıtmak böylece kalıcılığını sağlamaktı. Hem içerik olarak hem de basılı haliyle beni çok mutlu eden bir proje oldu ve sürekliliğini sağlamak için ümitlendirdi.


Ayrıca sonucunu büyük oranda tahmin ettiğim halde, politik bir eylem olarak SAHA destek fonuna başvurdum, ve beklediğim gibi proje desteğe uygun görülmedi. Bu seçimleriyle ilgili değerlendirmemi de SAHA'ya mail yoluyla ilettim. Dergi, zaten bu ve benzeri hiyerarşik yapılara karşı, sanatçı merkezli bir yapı kurmak amacıyla oluşturulmuştu ve bu durum da bu amacı doğrular nitelikte oldu.

“Dergi" benim için çok önemli bir sanatsal etkinlik. Politik olarak inandığım değerlerle de örtüşüyor. İstediğim, sanat tarihindeki başka örneklerde de olduğu gibi, uzun bir süre bu yayını devam ettirebilmek. Eylemin sürekliliğine inanan bir sanatçıyım, ve bu süreklilik eylemin kendi yapısını, kendi değerlerini, diğer tüm kurumlara kabul ettirmesine olanak sağlıyor.


Dergi projenizi altı ayda bir olmak üzere sürekli kılmak istediğinizden bahsetmiştiniz. Bir sonraki proje 12.2020’nin hazırlıkları nasıl gidiyor? Belirlediğiniz bir konsept ya da mecra değişikliğiniz var mı?

Sanatçı arkadaşım Yağız Özgen, bu projeyi önemsediğini ve bir sonraki sayının içerik küratörlüğünü yapmak istediğini söyledi. Bu da beni çok memnun eden bir gelişme oldu; çünkü bu yayının evrilmesi için benim dışımdaki bu katkılar çok önemli. Dolayısıyla, 12.2020- -dergi’nin hazırlıkları Yağız Özgen'in küratörlüğünde ilerliyor. Kavram çerçevesini oluşturdu ve katılımcı sanatçıları o belirledi, mesela ben yokum bu sanatçıların içinde. Ben sadece yürütücülük yapıyorum bu sayı için. İkinci sayı üretilene kadar olan süreci, web sitesini kurmak, bazı kurum ve kişileri haberdar etmek gibi derginin kurumsallığını sağlayacak etkinlikler için değerlendirmek istiyorum.


Bu ay SANATORIUM’un ev sahipliğinde yeni serginiz gerçekleşiyor. Serginizin odağından ve içeriğinden bahseder misiniz?

Eylül ayında, Sanatorium'da Çakıl Taşları adlı kişisel sergimi gerçekleştiriyorum. Sergi adını hesaplama anlamına gelen "calculo" kelimesinin kökeni olan “Yunan taşları”ndan alıyor. Bu sergi, uzun zamandır üzerinde düşündüğüm ve çalıştığım, matematiğin formel yapısı ile fiziksel dünyanın olgusal yapısını karşılaştırdığım çalışmalardan oluşuyor. Bu iki dünya, Rastlantı ve Zorunluluk ikilisiyle de karşılıklı geliyorlar. Formel yapılardaki zorunluluğun, olgusal yapılardaki rastlantısallıkla ilişkisi serginin ana eksenlerini oluşturuyor.

Tüm bu çalışmalar; simgelemenin, kavramın, fonksiyonun doğasıyla, ne olduğu ile ilgili. Bir simgeler dizisinin soyut yapısını, başka bir simgeler dizisinin soyut yapısıyla karşılaştırarak, görünüşte birbirlerinden farklı olan simgelerin aynı anlamı gösterebilmesinin koşullarına yönelik araştırmalarımı veri görselleştirmeleriyle sunuyorum.


Dijital bulgular üzerinden gerçekleştiğiniz üretimlerininize referansla sizce post-İnternet sanatı estetik olarak bir dönüm noktasına öncülük ediyor mu?

Post-İnternet, çokça incelediğim ve ilgilendiğim bir dönem, hatta üzerine Marmara Üniversitesi’nde bir konuşma gerçekleştirmiştim. İşlerimin de hem dönemsel hem de biçimsel olarak çokça referans verdiğini düşünüyorum. Ama şu son dönem de gösteriyor ki, İnternet’i kamusal alandan ayrı bir yapı olarak görmek sorunlu durumlar oluşturuyor. Ben ilgilendiğim konuları açık edebilecek görsellere çok daha rahat ulaşabildiğim için, İnternet’i sanatsal üretimimde sıklıkla kullanıyorum, ama bu mecrayı "gerçek" dünyadan ayrı konumlamıyorum. Tabii ki belirli bir tip görsel yoğunluğunun getirdiği bir estetik durum var, mesela benim sıklıkla kullandığım Google arayüzleri gibi, ama yakın zamanda bu ayrımın da okunamaz olması muhtemel. Biraz abartarak örneklemek için, “hava”nın varlığından öncesini hatırlayamaz olduğunuzda, post-hava diye bir dönem de anlamsızlaşmaya başlar, İnternet ve post-İnternet için de böyle düşünüyorum.



Sergen Şehitoğlu, (Solda) Gazza Lines (Sağda) Airplane Lines,

Sanatorium'un izniyle



Dergi projesi de diğer üretimleriniz gibi formelin sınırlarını sorgulayan, mekânsallığın dışında bir çalışmaydı. Bu bağlamda araçlarıyla birlikte daha kapsayıcı, demokratik bir yaklaşıma sahip İnternet sonrası sanatının, yine de ekrandan çıkıp beyaz küpte sergilenmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? “Ekran” indirgeyici bir tercüme olarak yetersiz mi kalıyor?

Çok doğru, formel yapıları, fiziksel nesneler üzerinde göstermeye devam ediyorum. Hâlâ geleneksel sergileme yöntemlerinin içindeyim; dergiyi basıyorum, fonksiyonları kağıtlara yazıyorum vb. Ve tüm bunları galeri, müze vb. mekânlarda göstermeye devam ediyorum; şimdilik. Bunun pragmatik sebepleri olduğunu kabul ediyorum, alışılagelmiş geleneksel düzenlerin hala işliyor olması gibi, ama İnternet’in potansiyel demokratikliğinin de aslında bir yanılsama olduğunu düşünüyorum. Bir İnternet sitesi açıp görünür olmayı beklemeniz, sokakta durup meteor çarpmasını beklemenizle aynı, yani imkânsız. Hâlâ referans sistemleri devrede, sanatın diğer düşünsel etkinliklerden en önemli farkı sunum, dolayısıyla sunulan bir yapıya ihtiyacı var. İnternet’in ve ekranın, şu an için, bu sunum eyleminde yetersiz kaldıklarını düşünüyorum.


Bilim/teknoloji, sanat yapma metodunu değiştirdi ve her gün “şimdi”yi merkezine alan yaklaşımıyla da dönüştürüyor. Sizce teknolojiyle paralel olarak sürekli değişen sanatta en önemli şey nedir?

Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, varlığını sürdürecek olan “sezgisel zihin”dir. Bu yüzden biçimsel değişimlerin, metotların veya mecraların değişimini çok önemsemiyorum. John Cage'in 4’33'ün fikrini, Rauschenberg'in Silinmiş de Kooning Çizimi’nden sezen zihni önemsiyorum. Sanat, bilim ve felsefede, bu zihnin sürekliliği var, geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu sezgisellik, düşünsel etkinliklerin en kıymetli kısmı olmaya devam edecek. Diğer kısımları taklit eden, hızlandıran gelişmeler, bana göre niceliksel olmaktan öte bir öneme sahip değiller.

Comments


bottom of page