Venedik Bienali Başkanı Paolo Baratta’nın 24 Kasım’a dek devam edecek olan 58. Uluslararası Sanat Sergisi’nin bildirisinde söylediği gibi bu yıl bienalin başlığı olan May You Live in Interesting Times (Tuhaf/ilginç zamanlarda yaşayasın) aslen bir beddua olarak biliniyor çünkü “tuhaf/ilginç zamanlar” kavramı insanda meydan okuyucu hatta tehdit edici bir his uyandırıyor. Acaba gerçekten “tuhaf ” zamanlar olacak mı? Ya da şu an o zamanlarda mı yaşıyoruz? Bu yıl bienali farklı yazarların kalemlerinden beş pavyona odaklanarak ele aldık. Bugünün yazısında Evrim Altuğ'un perspektifinden Pablo Vargas Lugo'nun Acts of God başlıklı çalışmasının Magalí Arriola küratörlüğünde sergilendiği Meksika Pavyonu ile bu yıl açılışta kapalı olan -ve ülkede yaşanan politik kriz dolayısıyla geç açılan- Venezuela Pavyonu'na yer veriyoruz
☕️ 7 dakikalık okuma
Meksika Pavyonu, Arsenale, Pablo Vargas Lugo, Actos de Dios, 2019
Venedik Bienali 58. Uluslararası Sanat Sergisi’nde beni en çok cezbeden, Arsenale’de yer alan Meksika Pavyonu’nda Acts of God (Tanrının İşleri/Ey- lemleri) başlığıyla izlediğim Pablo Vargas Lugo oldu. Bienalin kuşkucu temasına sımsıkı tutunduğunu düşündüğüm zekice işleriyle Lugo, iki kanallı video yerleştirmesi, üç parçalık soyut, yalın heykel çalışması ve renklendirilmiş kumdan ibaret bir başka ayrıksı yapıtıyla karşıma çıktı.
Sanatçı öteki pavyon ve açık alan yerleştirmelerine kıyasla aslında hayli mütevazı bir sunumda bulunmuştu ancak, sabırlı bir balıkçı gibi bekliyordu. İlk bakışta sıradan görünen bu pavyonun karanlığında, meraklı izleyicileri tavladığı çalışmaları, entelektüel olduğu kadar, dünü ve yarını birbirine düşüren sınırsız bir kara (m)izaha da yaslanıyordu. Pavyonu tecrübe ederken izlediğim şeylerin biri de -sanırım çoğunlukla Hıristiyan olabilecek- bienal ön izleme ziyaretçileri oldu. Nasıl davranacaklarını bilemiyorlardı. Yapıt onların algılarındaki tüm yerleşik düzeni dinamitliyordu. Bir çoğu da bu “saygısızlık-yersizlik-uygunsuzluğa” sabır ve anlayış göstermeden kalkıp, “cık cık cık” diyerek, gidiyordu. Ama bizim gibi pek azı da, yapıta, pavyona, en doğru ifadesiyle sanatçının emeğine saygıyla kalarak, eserdeki bu meydan okumanın tadını acı kahkahalarla çıkarıyordu.
Küratörlüğünü Magali Arriola’nın üstlendiği, arşivlik kitabıyla da sevdiğim bu sunum, Arriola’nın tabiriyle beklenmeyen ile uhrevî olan arasındaki paralel-evrensel ilişkiyi, acı komedinin de etkisiyle, performans ve kuşkuya
yaslamıştı. Ateist bir kimse olan ve Katolik bir ortamda yetişip, dinî filmlerle büyümüş, zamanla muhalif bir duruş edinmiş Lugo’nun naif, ancak son derece etkili bir grafik tasarımla da kimlik kazandırdığı parantez içindeki (Actos de Dios) bu önerme-sunumda, bence tam da bienal küratörü Rugoff’un aradığı o sıra dışı bakış ve mizahın, tabu deviren, sanatsal “deli cüreti” saklıydı. Bienal tam da Rugoff’un bu konuya bilinçli yatkınlığından ötürü, eleştirilerin de hedefi oldu. Netice olarak bilhassa sığınmacılıkla ilgili çalışmalar etik ve lüzumlu bir gürültü koparttı: Gülünç olan güldüklerimiz miydi? Yoksa büyük bir suç ortaklığıyla kendimize mi gülmekteydik ya da gülmeliydik? İşte bu zedelenme anına yakınlığıyla seçtim ben de, Lugo’nun bu laik, Meksika Kültür Bakanlığı ve birçok STK ile kültür kurumu ve markanın desteğiyle hayata geçirdiği, cüretkâr yapıtını.
Lugo’nun, kendiliğinden, tesadüflere açık bir akışla bizi maruz bıraktığı bu iki “başınabuyruk” sinematografik perdede, dinler tarihinin aktörlerinden Hz. İsa'nın dönemin yerli halkı veya kitlelerle kurduğu ilişkilerindeki naif, adeta kendisini “gülünç” durumda bırakan “mucize” anları, yeniden tasvir edilmişti. Bu yapıtta ayrıca, Mecdelli Meryem, Peter, James ve John ile Yusuf gibi kutsal figürler de, belli anlatılara yeniden bakışla ayrıksı, ikonografik ve aynı zamanda ikon kırıcı bir resmî geçit yapmaktaydı. Bir belgeselci gibi davranmaksızın, kendi bakış açısını tüm kuşkuculuğu ile “döneme ışınlattığı” duygusu uyandıran Lugo’nun bu kutsal kişilikler ve maruz kaldıkları dünya ile kurmaya çalıştığı empati, yapıtın neredeyse kültürel DNA’sına dönüşmüş gibiydi.
Öte yandan sanatçı, yaklaşık 30 dakikalık kayıtlarda izlediğimiz, Hz. İsa ve öteki kutsal figürlerin yansıttığı mucizelere tanık bölge ve devir insanlarının önyargılı bakışından yana görsel soğukkanlılığını da, bu bölük pörçük, “buluntu kayıt”vari eserinin absürtlüğü üzerinden teşhir ediyordu. Bu koşullarda sanatçının İncil’in oluştuğu coğrafyalara fiziksel olarak yakın olduğundan seçtiği ve Meksika’daki Chihuahuan Çölü bölgesinde yer alan Cuatrocienegas’ta çektiği yapıtı, Pier Paolo Pasolini, Buster Keaton, Woody Allen, hatta Samuel Beckett gibi, hakikate “bir tık” öteden bakabilen nice ismi de belleklere çağırmadan edemiyordu. Nitekim, neyin kutsal olup olmadığı meselesini, soyut bir yaklaşımla pavyona taşıdığı heykelleriyle de tartışıyordu Lugo: Devasa mermer ve traverten kütlelere, sanki dünmüş gibi elle yazılarak-kazınarak iliştirilmiş astrofizik denklemleri, ya da son derece estetik bir yapının dibinde, onu adeta bir küp şeker gibi eriten bir malzemeyle Lugo, bir yanıyla da sanatın kendi kendiyle yaşadığı kutsallık, aşkınlık ve geçicilik meselesini bir daha görselleştiriyordu.
Ezcümle Lugo, İncil’deki dört anlatıya yaslı bu yapıtı ve aynı anda hem çok basit, hem de zor heykel işleriyle, adeta boksu sevmediği halde her iki tarafa da dengeli yaklaşan ama arada, kendi de zarar görmekten kurtulamayan bir mağdur hakem gibiydi. Bizim de, aynı anda kendini sürekli türeten ve tüketen bir hakikat silsilesi karşısında böyle kalmamıza, bocalamamıza, zihnen ve ruhen zedelenmemize yol açmayı istiyordu.
Venezuela Pavyonu, Giardini, Detay
Bu arada, bonus niyetine bir parantez açalım: Venedik Bienali 58. Uluslararası Sanat Sergisi’nin şeytan tüylü temasına belki de en doğaçlama biçimde yaraşır pavyon, Venezuela’nınki idi diye düşünüyor insan. Pavyona atıl vaziyette, ama doğal haliyle bodoslama girmiş bulunup, “tavlanan”lar arasına ben de karışıyorum. Kimileri sanki bir ölünün mezarına basmış gibi, ortada bir şey göremeyince uygar uygar kaçışıyor. Kimileri de, “pi ar” ve “eş dost” ile, entelektüel içerik tazyikli açılış harala gürelesinden buraya sığınıyor, soluklanırken bu bitki(n) pavyonun eski duvarında organik bir direniş abidesi, hatta bir Pierre Huyghe işi gibi organikçe yükselen, artık iyice ağaçlaşmış sarmaşığı hayranlıkla süzüyor. Ortada bir tırmık, duvarda geçen yılki Mimarlık Bienali'nden hüzünlü bir şema - hatıra: “Venezuela’nın Pavyonunun Şairane Uzam-Şiiri.” Pavyon ardında, renkli, ahşap ve geometrik soyut biçimli bir sütun irisi, ona refakat eden harika bir Venedik ışık banyosu. Daha ironik, samimi ne olabilir ki? Sonra bir filmden aşırdığım şu harika sözü anımsıyor ve pavyondan ayrılıyorum: “Bu, gerçekle kurgu arasındaki fark işte: Kurgu mantıklı olmalı. “Sahi, küratörü kim olabilir günümüzde, hakikat sonrası hakikatin? Trump? Maduro? Bunlar tekila sorular... Neyse. Kafanızı şişirmeden kapatalım şu parantezi.
Comments