Ya içindesindir çemberin ya da içinde!
- Misal Adnan Yıldız
- 29 Mar
- 3 dakikada okunur
Mizahı ve absürtlüğü araçsallaştıran, popüler kültürün evrensel bir imgesini yerelleştirerek direnişin eğlenceli ama eleştirel yüzünü temsil eden Pikaçu figürü ve yaşananlara dair...
Yazı: Misal Adnan Yıldız

19 Mart hepimizi sonuçları hâlâ bilinmeyen siyasî bir sürece savurdu. Diasporada sabahları kolay olmaz. Son günlerde her sabah, uzun gecenin sonunda sızılmış uykumdan birden kalkıp panikle, gözlüğümü arar gibi, Türkiye’yi arıyorum. Yerinde mi, diye… Yerinde ve umut var. Baskıya boyun eğmeyen gençlerin, Gen Z kuşağının ironik, eleştirel, otoriteden bağımsız ve kendine güvenen tavrı, İstanbul’un renkli protesto ve direniş tarihine yeni bir estetik getiriyor. Sokağın dili değişti; her yerden şiir, mizah, edebiyat ve eleştiri kültürü fışkırıyor. Sokaklarda Mevlânâ posterleri ve semazenlerle beraber Batmanlar, Pikaçular, Örümcek Adamlar ve Jokerler “uçuşuyor.” Bu kararlı kolektif bilincin mesajları net ve imaj üretimleri, bedenlerini kullandıkları keskin bir dil üzerine kurulu, performatif... Bu “maskeli balo” sahnesi, bu karnaval aslında bir tür müjde. Sanat tarihi, siyaset ve sosyoloji okumuş herkesin anlayacağı bir teaser!
Kimlik ve söylem popüler kültürden bağımsız inşa edilemez. Kim olduğumuzu nasıl tanımladığımız ve bunu nasıl ifade ettiğimiz, popüler kültürde dolaşan imgelerden, anlatılardan ve normlardan etkilenmeden var olamaz. Bireysel ya da toplumsal kimlikler, medyadan, filmlerden, dizilerden, şarkılardan, TikTok gibi trendlerden etkilenmeden gelişemez. Söylem de bu kültürel üretimlerin içinde şekillenir. İnternet’le büyüyen bu gençlik, elbette otoriteye karşı kendi pozisyonunu tarif ederken, ortak hafızasının kahramanlarına tutunacak. Bir mesaj nasıl bu kadar hızlı ve net postalanır? Bu sorunun yanıtı da bu da gençlerde. Kostüm ve maskeleriyle sadece fişlenmekten, tarayıcı kameralardan ve emniyete çağrılma korkusundan kurtulmuyorlar, aynı zamanda politikacıların görünmeyen maskelerini ve konuşmadığımız siyasi yalanları açık ediyor. Maskeleri ve kostümleri varlıklarıyla M. Bakhtin’in işaret ettiği toplumun hiyerarşik yapıların, resmi ideolojilerin ve normatif rollerin geçici olarak askıya alındığı “karnavalesk” kavramını akla getiriyor. Bu viral görüntüler net bir şey daha söylüyor: “İstanbul’da olanlar eş zamanlı olarak her yerde oluyor ve olabilir.” Bu bir momentum.

Avrupa Birliği ve Amerika, özellikle Ukrayna, Suriye gibi sonuç bekleyen savaş ve kriz süreçlerinde olduğumuz için kimse hükümetin ilişkisini riske atmak istemiyor. Bu zamanlama dış ilişkilerdeki dengeden sonra verilmiş kararlar üzerine kurulu. Ama hesaplanamayan artık gelecekleri ellerinden alınmış, ilk kez kendinden önceki kuşaktan daha fakir olan, gideceği yönleri, olasılıkları ve fırsatları çalınmış; otorite ve biat çemberine kıstırılmış gençlik. Onların isyanı hepimize iyi geldi; uzun süredir değiştiremediğimiz siyasi makinemiz, halının hep aynı saçaklarına takılıyor; artık süpürmüyor, temizlemiyor. Sadece transgressive bir döngü gibi, aynı sesi çıkarıyor.
Jokerler, Batmanlar hikâye; sahnede iki aday var. Genetik kodumuz öyle kolay değişmiyor. Karagöz ve Hacivat üzerine kurulu hiciv tarihimizi hatırlarsak, ironik olan bir diploma hikâyesinin içindeyiz. Erkekliğin kurumlar, siyaset, ekonomi ve diğer her şey gibi krizde olduğu bir dünyada, çatlağın eğitim üzerine olması, diplomanın cumhurbaşkanı olabilmek için bir şart olması, eğitimle ve sınıfla ilişkisi… Uzun süredir nedenini kestiremediğimiz kolektif can sıkıntımız, milli buhranımız, kültürel şizofrenimiz otoriye uzun süredir hayır diyemediğimiz için miydi? Gençler eğer isyan etmezse büyüyemeyecekler, bizler de haklarımıza sahip çıkmazsak öğrenilmiş çaresizliğimizden kurtulamayacağız.
Türkiye’nin Nobel Edebiyat Ödüllü yazarı Orhan Pamuk, İtalya’da Corriera della Sera, Almanya’da Die Zeit ve İngiltere’de The Guardian’da aynı anda yayınlanmak üzere yazdığı yazısını, T24 İnternet sitesi de yurtdışı basınla birlikte yayınladı. Yazıda çok önemli bulduğum bir kısım oldu: “Burada trajik ya da trajikomik olan şey, aynı şeyin bundan 27 yıl önce Erdoğan’ın da başına gelmiş olması. 1998 yılında Tayyip Erdoğan, İstanbul’un sevilen ve seçilmiş başarılı belediye başkanıyken onun siyasal İslamcılığını tehlikeli bulan laik kurulu düzen ve ordu, halka okuduğu siyasi bir şiiri bahane ederek onu mahkemeye verip 10 ay hapse mahkûm ettirmişti. Erdoğan İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan alınmış ve dört ay hapis yatmıştı. Ama hapse atılması, kurulu düzene boyun eğmeden meydan okuması onu halk kitlelerine tanıtmış, popüler bir siyasetçi olma yolundaki ilk zor adımları atmasına da yardım etmişti. Bugün kendisine 27 yıl önce yapılan şeyi, İmamoğlu’na yaparak onun siyasal kariyerine Erdoğan’ın yardım ettiği bazı yorumcular tarafından çok sık tekrarlanıyor.”
Yasaklandıktan sonra daha güçlü dönen herkes gibi Erdoğan da toplumsal vicdan tarafından Türkiye’nin bağrına basıldı, cumhuriyet tarihindeki en uzun iktidara taşındı. 19 Mart’ta belki de panik butonu ile hareket edildi ve bazı şeyler hesaplanamadı. Yaşananlar İmamoğlu’nu halkın gözünde şimdiden “kahraman” yaptı. Denklemin sürprizi Gen Z ise hepimizi ikna etti. Kimse bu cumhuriyete, demokrasiye dokunamaz. Bize cumhuriyetle “verilmiş” olanı şimdi onlar yeniden “kazanıyor.” Sokağın, kamusal vicdanın ve halkın mesajı net, seçimle gelen seçimle gidecek. Böylece Türkiye en derinlerde sakladığı Malezya gibi, İran gibi olma fobisini yenecek ve kendi olabilecek. Çünkü bu kuşakta da gördüğümüz gibi, halk demokrasi, cumhuriyet ve toplumsal adalet duygusunu çoktan içselleştirmiş.
Comments