top of page
Elif Akçalı

Yapay Gözyaşları/Acımadı ki/Ağlayan

Eda Sütunç, 6 Kasım-27 Aralık 2020 tarihleri arasında Sanatorium'da yer alan kişisel sergisi Gelecek Tezgâhları'nda çeşitli "hikâyeler dokudu”. Sütunç'un sergisinde yer alan Yapay Gözyaşları, Acımadı ve Ağlayan isimli eserlerinden yola çıkarak sergiyi değerlendirdik

Yazı: Elif Akçalı



Eda Sütunç, Acımadı ki, 2020, HD video, Stereo, 03:11, Fotoğraf: Zeynep Fırat



Eda Sütunç’un Yapay Gözyaşları ve Acımadı ki isimli iki performans videosu ile Ağlayan isimli heykeli, daha önceki işlerinde de belirgin bir tema olan, (incelikli bir şekilde dişileştirilmiş) öznenin domestik nesneler, gündelik işler, mekanlarla bedensel ilişkisini araştırıyor. Bir yandan kabullenme, bağlanma ve konformizm etrafında dönen, diğer yandan da isyan, reddetme ve kaçış fikirlerini çağrıştıran bu ilişkinin bana göre dengesiz bir yapısı var. Yapay Gözyaşları'nda yavaş, sabırlı ve huzurlu bir şekilde gözyaşı üretme uğraşı tuhaf bir sıradanlık içeriyor. Ama neden yapay gözyaşları üretsin ki? Doğal gözyaşları mı kurudu? Ağlayamıyor mu ya da ağlamayı mı unuttu? Ağlamak zor ya da imkansız mı? Gözyaşları yapay, ancak onları ısrarlı bir şekilde üretme eylemi, duygunun yapay olmadığı izlenimini veriyor. Bu eylem bir gereksinime işaret ediyor. Gözyaşlarını salıverme ihtiyacı var; bedenin doğal olarak karşılayamadığı bir gereksinim. Fakat o halde neden yapay gözyaşları?



Eda Sütunç, Gelecek Tezgahları, Sergileme görüntüsü, Fotoğraf: Zeynep Fırat



Ben bunu bedenin kontrolünü ele alan, yapması gerekeni ona istemsizce yaptırmaya zorlayan bilinçli bir çağrı olarak görüyorum. Sanatçının bedeni dişiliği belirtmese de, onu kuşatan kapalı mekan, ve uğraştığı, evi ve evcilliği ima eden nesneler dolaylı olarak bir ev kadını figürüne işaret ediyor. Küçük vantilatör, ayna, bıçak ve soğanlar, gündelik ev işlerine dair nesneler değil; performans aracılığıyla sıradan anlamlarının ötesine geçiyorlar. Belki de işin dengesiz yapısı tam da buradan kaynaklanıyor. Önemsiz gündelik eylemlerin tanıdık sürekliliğine kaptırmışken kendini kontrol etmeye dair görünür bir arzu, sıradanı altüst etmek için bir arzu var. Özne memnuniyetsiz, ancak gitmiyor, durmuyor, kendisini mekanik bir varlıkla değiş tokuş etme noktasına dek. Bana öyle geliyor ki, kendini inkar etme döngüsüne, daha doğrusu, kendisiyle ve var olduğu yer ile Lauren Berlant’ın “zalim iyimserlik” dediği bir ilişkiye kapılmış.



Eda Sütunç, Ağlayan, 2020, Epoksi, galvaniz boru, serum, iğne,

206 x 85 x 75 cm, Fotoğraf: Zeynep Fırat



Acımadı ki'deki katlanarak artan gerilim, belki zalimliği açısından daha belirgin. Kendini döven bir beden, “acımadı ki” diye bağırıyor; bu eylem kelimelere karşı bir hareket, bedensel tepkiye karşı bir düşünce gibi. Burada iki kimlik doğuran, bölünmüş bir kişilik var belki. Kim kimi dövüyor? Kimin eylemi gerçek? Birinden biri inkar içinde mi? Eğer “acımadı”ysa yüz ifadesini nasıl okuyoruz? Sonsuz ve acı veren dayağa tutunmak, bana öyle geliyor ki, ona inanmanın belirtisi. Mesele dayağın kendisinin doğası değil, ona inanmak ya da onu arzulamak. Beden dayağa boyun eğiyor çünkü onu gerekli görüyor ve arzulanır olduğunu düşünüyor. Fakat aynı bedenden, acıdığının kanıtı olan istemsiz cevaplar fışkırıyor. O yüzden iki performanstaki iki beden sonsuza dek bu döngüye kapılmış halde. Beden-siz heykel Ağlayan bu performansların nihayetinde geride bıraktıkları bir soyutlama mı? Ya da bu, sanatçının performanslarda dönüşmeye çalıştığı gerçek beden mi? Yine evcillik ve dişilik iması veren bir yüz izi, borular, yapay gözyaşları ve bir tepsi. Sonsuza dek mekanik bir döngüde.



Eda Sütunç, Gelecek Tezgahları, Sergileme görüntüsü, Fotoğraf: Zeynep Fırat


Comments


bottom of page