Deniz Kulaksızoğlu’nun (Tebrikler) isimli kişisel sergisi 31 Ekim - 1 Aralık 2024 tarihleri arasında OG Gallery'de gerçekleşti. Sanatçının pratiği aracılığıyla nesnelerin özgürleşmesi üzerine düşünüyoruz
Yazı: Murat Alat
![](https://static.wixstatic.com/media/9c95f9_f25da0fa65664e9faf8a1b8cf68be184~mv2.jpg/v1/fill/w_980,h_655,al_c,q_85,usm_0.66_1.00_0.01,enc_auto/9c95f9_f25da0fa65664e9faf8a1b8cf68be184~mv2.jpg)
Deniz Kulaksızoğlu, (Tebrikler) sergisinden görünüm, OG Gallery izniyle
Karanlık çöktüğünde koktuğunda kömür sokak
Şehrimin tadı ağzımda yine
İs pas kir kömür plastik çöplük lastik egzoz esrar
Ezhel, Şehrimin Tadı
Uyandım. Saat 6:30 ya da öyle bir şey. Kişiliksiz okul üniforması, ağıza atılan lezzetsiz iki üç lokma, şafak sökerken beklenen servis, aralık ayazı, okul yolu. Halbuki yatak sıcacıktı, yatak güzeldi, yatak güvenliydi. Yatak gerçeklerin değil rüyalarımın yurduydu. Rüyalarım neden gerçek değildi?
![](https://static.wixstatic.com/media/9c95f9_c52b90f17f7e4ea4801e306c8c89fdac~mv2.jpg/v1/fill/w_980,h_641,al_c,q_85,usm_0.66_1.00_0.01,enc_auto/9c95f9_c52b90f17f7e4ea4801e306c8c89fdac~mv2.jpg)
Deniz Kulaksızoğlu, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir gökyüzüne dönüşmüş olarak buldu, 2024, Demir, sünger, alüminyum döküm,tuval üzerine yağlı boya, saten nevresim takımı, mdf, puzzle, dijital baskı
Deniz Kulaksızoğlu’nun (Tebrikler) adlı sergisini gördüğümden beri damağımda bir tuhaf tat. Gereğinden uzun süren çocukluğumda, üzerime çelik kafes gibi kapanan bir dünyada muteber vatandaş olmak uğruna çektiğim ezadan, dört bir yana çağlayan hayallerimi darağacından kurtarmak için harcadığım çabadan ve özgürlüğe çalan anları yakalayabilmenin verdiği suçlu hazlardan mürekkep bir bulamacın kekremsi tadı. Bu tesiri ne yarattı?
Deniz Kulaksızoğlu kesinlikle bir heykeltıraş, artık bundan eminim ama onun üzerinde çalıştığı malzemeler salt uzamda yer kaplayan cisimlerden ibaret değil. O envai çeşit cismin yanı sıra bu cisimlere dolanmış neşe, keder, hüsran ve heyecan gibi bilimum ruh halini de şekilden şekile sokmakta mahir. Onun eserlerinde fi tarihinden beri psuche çatısı altında derleyegeldiğimiz, günümüzde ise yekününü derdest edip dört başı mamur bir özneye iliştirerek acımasızca psikolojinin ve hatta psikiyatrinin mahkemesine sevk ettiğimiz bu “şey”ler, cisimlerin bağrında tam da ait oldukları yerde beliriyor. Neyin soyut neyin somut olduğunun muallakta kaldığı, özne ile nesne ayrımının ilga edildiği bu alacakaranlık vaktinde belki de ruhla bedenin bir olduğunu kabul etmek en hayırlısı.
Deniz Kulaksızoğlu, yarına ödev var mı?, 2024, paslanmaz çelik, 13 sene kullanılmış okul çantası, pla, yumurta, uv baskı
Deniz Kulaksızoğlu’nun (Tebrikler) adlı sergisini gördüğümden beri damağımda bir tuhaf tat. Gereğinden uzun süren çocukluğumda, üzerime çelik kafes gibi kapanan bir dünyada muteber vatandaş olmak uğruna çektiğim ezadan, dört bir yana çağlayan hayallerimi darağacından kurtarmak için harcadığım çabadan ve özgürlüğe çalan anları yakalayabilmenin verdiği suçlu hazlardan mürekkep bir bulamacın kekremsi tadı. Bu tesiri ne yarattı?
Cisimleri terbiye etmek ya da onları özgürleştirmek, ister Michelangelo'nun Davutu olsun ister Duchamp'ın Çeşmesi adına heykel denen uğraşım has tasası. Terbiyeli ya da özgür fark etmeksizin bu cisimlerin onlarla aynı atmosferi paylaşan insanlar üzerinde sıradışı tesirler yaratmaya muktedir olduklarının da nispeten uzun süredir farkında sanat çevresi. Şayet böyle düşünmesem Rodin’in üzerime saldığı dehşeti nasıl açıklarım? Yine de cisimleri kullanarak tesirler yaratmakla cisimlerle cisimlere dolanık ruh hallerinin arabuluculuğuna soyunmak arasında bir fark var, buna kaniyim. Yoksa bir türlü nasıl tasvir edeceğimi bilemediğim, dört eli üzerinde duran mekanik bir yaratığın çelikten göğüs kafesine hapsedilmiş, işkence aletine benzer uzun uzun vidalarla gerilmiş, başından geçenlerle epriyip soluk turuncu bir renge evrilmiş Eastpak sırt çantasının açık ağzından gördüğüm rahminde saklı, üzerine stickerlar yapıştırılmış yumurtaların bana yaşattırdıklarını dahası bu garip şeyin bunları nasıl yaşattığını mermerin içinde gizli ideal formun gün yüzüne çıkmasıyla ya da enigmatik bir sanatçının ruh halinin dışavurumuyla izah etmem mümkün değil. Burada başka bir “şey” var, şerh düşüyorum.
Bir elma en az onu dalda görüp kırmızılığına vurulan biz insanlar kadar hayal gücünü bünyesinde barındırmasa nasıl evrim yolculuğuna çıkar, nasıl bu uğurda kendini bize beğendirip bizi baştan çıkartma, bizi yanına katma arzusuna sahip olur? Sonsuza dek çoğalmak, tohumlarını kâinatın dört bir yanına saçmak her bir elmanın yegâne hayali değil mi? Peki ya periyodik tablodan rastgele seçtiğim rodyum ya da galyum elementleri de bu aynı yolculuğu hayal eder mi, benzer bir arzuyla titrer mi? Androidler elektrikli koyun düşler mi demeden önce rodyumun hayal gücünü, arzulama yetisini sorgulamak gerekmez mi? Hayal gücü, arzu gibi insani sayılagelen ruhani hasletleri itinayla ruhtan azade tuttuğumuz nebatata ve elbette hayvanlara; ruhu geçtim canlılıktan bile pay vermediğimiz inorganik varlıklara iliştirmek kabul ediyorum ki hâd safhada spekülatif hatta belki de düşünce işinin erbaplarının gözünde bir sabuklama. Ben yine de hayal kurma hakkıma sıkı sıkıya sarılıyorum ve hatta eli yükseltiyorum: Hayal kuruyorum öyleyse varım.
Deniz Kulaksızoğlu, umarım daha gelmemize vardır, 2024, servis koltukları, tuval üzerine yağlı boya, 3d print örümcek (pla), 22 senelik spider man oyuncağı
Serviste, alacakaranlıkta, motordan gelen mazot kokulu havayı içeri üflemekten başka bir halta yaramayan kaloriferin mide bulandırıcı sıcaklığında, radyodan yayılan dandik müzik eşliğinde, okula varmama on küsur dakika kala hayal kuruyorum. Peugeot J9 minibüsün, üzerindeki desenlerin hangi akla hizmet tasarlandığını halen bilemediğim gri ve mavi, ziyadesiyle kirli, haddinden fazla ergonomik yine de hiçbir şekilde sempatik olmayan koltuklarının üzerinde iğreti oturmuş, hayal kuruyorum. Atlar, çayırlar, mavi gökyüzü, özgürlük. Hepimiz mi bu hayali kuruyoruz? Muhtemelen bu hayal de sınai bir üretim. Ama hayal kurmak güzel. Hayal kurmak neyin hayalini kurduğundan bağımsız özgürlüğün ta kendisi. Peki gri ve mavi koltuklar da benimle aynı hayali mi kuruyor? Onların da mayasında özgürlük var mı?
Bir elma en az onu dalda görüp kırmızılığına vurulan biz insanlar kadar hayal gücünü bünyesinde barındırmasa nasıl evrim yolculuğuna çıkar, nasıl bu uğurda kendini bize beğendirip bizi baştan çıkartma, bizi yanına katma arzusuna sahip olur? Sonsuza dek çoğalmak, tohumlarını kainatın dört bir yanına saçmak her bir elmanın yegane hayali değil mi? Peki ya periyodik tablodan rastgele seçtiğim rodyum ya da galyum elementleri de bu aynı yolculuğu hayal eder mi, benzer bir arzuyla titrer mi? Androidler elektrikli koyun düşler mi demeden önce rodyumun hayal gücünü, arzulama yetisini sorgulamak gerekmez mi?
Deniz Kulaksızoğlu, utangaç ama olsun (susamak gibi), 2024, paslanmaz çelik, epoksi, cam mutant şişe, beyaz kum
Bir sentetik malzeme neyi hayal eder gerçi? Ben bilmiyorum lakin Deniz Kulaksızoğlu, ister sentetik olsun ister organik bir malzemenin hayallerini tekinsiz bir biçimde seziyor, kendi sinir sistemini söz konusunu malzeme ile paylaşıyor ve ayakları bembeyaz ince kuma gömülmüş, dikene benzeyen uzuvlarının uçlarında geniş yapraklarmışçasına beliren şeffaf epoksi parçalarıyla yer yer kaplanmış metal strüktürden müteşekkil bir yaratığın peçesinin açılmasına vesile oluyor. Bu zinhar bir yaratma eylemi değil zira özneye her daim ayrıcalıklı bir rol atfeden alışılageldik yaratıcılık söylemlerinin aksine bu yaratık, yaradanı addedebileceğimiz varlığı da yaratan bir yara, bir yarık. Mevzubahis olan bir yaratılıştan ziyade bir yarılış. Kendimi zaten hep orada olan bu yarığın içinde, zaten hep olduğum yerde buluyorum. Bu yaratığa hayran kalıyorum.
(Tebrikler) seyredilecek, anlamlandırılabilecek, deşifre edilip bir söyleme tahvil edilebilecek şeylerden mürekkep bir sergi değil. Ancak beni boydan boya kateden yaranın, yarığın içinde birarada olduğum envai çeşit malzemeyle aramda olan bağlara dikkat kesildiğimde hatta adına ben dediğim şeyin bu ucu açık bağların bir öbekleşmesinden pek de başka bir şey olmadığını fark ettiğimde (Tebrikler)’in sinesine yuvalanmış yaşamdan ve onun hayaller olarak zuhur eden yaratma kudretinden pay alıyorum. Ben de hayal kuruyorum ve böylece beni fasit bir döngüde mahpus bırakan geçmişimin hükmünden özgürleşiyorum. Yaşıyorum.
Nesnelerin özgürleşmesi biz kendini özne sananları da elbet bir gün özgürleştirecektir.
Comments