Kabaağaçlızade Mehmed Şakir Paşa'nın kızı, II. Abdülhamit devri sadrazamlarından Cevat Paşa'nın yeğeni, Halikarnas Balıkçısı'nın kız kardeşi, 1940’lı yıllar Türk modernizminin ve savaş sonrası Fransa’da avangardın önde gelen sanatçılarından Fahrelnissa Zeyd’in 120. doğum yılını kutluyoruz
Yazı: Necmi Sönmez
Fahrelnissa Zeid, 1944, Bağdat Defteri, Özel koleksiyon
7 Ocak 1901 Büyükada’da doğan ve 5 Eylül 1991’de Amman’da vefat eden Fahrelnissa Zeid’in 120. doğum günü için kaleme aldığım bu yazıda, onun uzun sürmüş olan sanat yaşamında şimdiye kadar yeterince üzerinde durulmayan özelliklerine yoğunlaşmayı hedefliyorum. 2017’de Tate Modern ve Deutsche Bank Kunsthalle’deki retrospektif sergileriyle kesin olarak kabul edildiği gibi, uluslararası sanat ortamında kabul görmüş olan ilk modern Türk ressamı olan Fahrelnissa’nın yakasına yapıştırılan “sentez”, “Doğu-Batı diyaloğu”, “Bizans-İslam sanatı bileşimciliği” söylemlerinden uzaklaşmak bir zorunluluktur. Ancak Zeid’in yaşarken kendi kendisine biçtiği fiktif elbiselerden (Prenses ressam, Doğulu Ressam) sonra üzerine konulan etiketlerinden (Müslüman kadın sanatçı, Ürdünlü sanatçı) sıyrılarak onun sanatına aracısız olarak yakınlaşılmasının zamanı gelmiştir. Hatta geçiyordur bile...
Kendi ismi bile on farklı yazılış biçimiyle karşımıza çıkan, stilini, tarzını arkasındaki tüm köprüleri yıkarak üç kere köklü biçimde değiştiren bir sanatçı olarak Fahrelnissa tuhaf şekilde kendi iç dünyasını yansıtan resimleri, desenleri, boyalı taşları, kemikleri, ışıklı heykelleri, vitraylarıyla bir çırpıda anlaşılması mümkün olmayan bir bütünlük geliştirmiştir. Düz bir şekilde değilde, inişli çıkışlı bir sanatsal gelişim çizgisine sahip olan sanatçı, karşıtlıkları bünyesinde barındırarak kendine özgü bir çizgi, form ve renk anlayışını köklendirdi. Onun tutkularından, heyecanlarından yola çıkarak oluşturduğu “resim dünyası” sıradışı ve çizgi ötesi karakterlere sahip olduğu için kendisini bir çırpıda ele vermez. Fahrelnissa’nın üzerindeki “belirsizlik kabuğu” kaldırıp, onun neden önemli, tekil ve vazgeçilmez bir sanatçı olduğunu tartışmaya açmak onun 120. doğum gününde kendisine verebileceğimiz en güzel hediyedir. Biyografisindeki eksikliklerin, yanlış bilgilerin ancak 2017’de düzeltilmeye başlandığını, önemli bir çok resminin kaybolduğu, sanatının arkasındaki itici gücün psikolojik depresyonlarının, hüzünün olduğunu kavradığımızda “melankolik” bir Fahrelnissa’nın varlığıyla yüzleşmiş oluruz. İlk bakışta kavramak kolay olmasa da Fahrelnissa’yı Fahrelnissa yapan özgüvenini elden bırakmadan iç dünyasının ritimlerine bağlı iniş-çıkışlarla içinde “yaşam acısının” olduğu bir imge dünyası üretmiş olmasıdır. Onun resimlerini böylesine farklı kılan, sanat tarihindeki akımlar, gelişmelerden, soyut ya da figüratif arasındaki çekişmelerden uzakta, yaşadığı döneme tanıklık eden bir yaklaşımla “varoluş nedenini” imge üretirken duygularıyla renkleri, formları arasında muhteşem bir birliktelikle kurgulamasıdır. Daha yeni yeni gün ışığına çıkan günlükleri, şiirsel metinleri onun içinde kopan fırtınaları dile getirirken kullandığı sözcüklerle de ruh dünyasını etkileyici biçimde betimlediğini ortaya çıkarıyor.
Fahrelnissa Zeid, 1950-55, Londra'daki Irak Büyükelçiliği,
Tavanda Lynn Chadwick heykeliyle, Yazarın Arşivi
Henüz 14 yaşındayken yapmış olduğu Büyükannem resmiyle yeteneğini ortaya koyan Fahrelnissa, sadece bir yıl eğitim aldığı İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nden (1919-20) sonra çalışmalarını tek başına sürdürmüştü. İlk evliliğini yaptığı yazar İzzet Melih’in Paris bağlantıları sayesinde 1928’de gittiğini bildiğimiz Académie Ranson’da Roger Bissière bir dönem çalışması dışında erken döneminde kendisini nasıl geliştirdiği hakkında pek az bilgiye sahibiz. İlginç olan Fahrelnissa’nın öğrencilik dönemi başta olmak üzere, 1920, 1930’lu yıllarına ait resimlerinin günümüze kadar ulaşamamasıdır. 1933’de Irak Krallığı’nın Türkiye’de büyükelçisi Prens Emir Zeid’le evlenen Fahrelnissa, İstanbul, Berlin, Bağdat, Budapeşte arasında geçirdiği 1945’lere kadar dışavurumcu bir tarzda modern bir yorumu nasıl geliştirmişti? Bu sorunun yanıtını bulmak kolay değildir. 1943’te II. Dünya Savaşı’nın ortasında gerçekleştirdiği iki tablo onun yaşam acısını görselleştirdiği ilk önemli çalışmaları arasında yer alır: Budapeşte, Budapeşte-İstanbul Ekspresi, Üç Yaşama Biçimi (Harp). İlk tabloda buz pateni yapanlar arasında siyah şapkasıyla izleyiciye sırtını dönmüş bir figür görülür. Bu intihar etmeyi denemiş olan sanatçının kendisidir. Yaşamın doğum, gelişme ve ölüm anlarını alegorik olarak yorumlayan ikinci tabloda o yıllarda tüm dünyanın tanık ettiği savaşın bezdirici etkisi gözlemlenir. Fahrelnissa’yı sanatçı olarak ortaya çıkaran 1945’te Maçka’da yer alan Ralli Apartmanı’ndaki dairesinde 172 resmiyle ilk kişisel sergisini açmasıdır. İzmir Halkevi’ndeki sergisinin ardından 1946’da tablolarını kendi evinde ikinci kez sergiledikten sonra İngiltere’ye büyükelçi olarak atanan eşiyle birlikte Londra’ya yerleşen Fahrelnissa, 1949’da Paris’te de bir atölye açarak oldukça verimli bir döneme girer.
Unutmamak gerekiyor ki, çok uzun bir süre gerçekçi, figüratif, dışavurumcu, fovist tarzlarda çalışan Zeid, 1944-49 arasındaki dört yıllık bir kendini sorgulama sürecinden sonra soyut sanata yönelmişti. Arkasında bıraktığına değil, önündekine bakan bir ressam olarak Zeid tamamen içinden geldiği gibi çalışıyordu. Ancak onun hakkında yazı yazan ünlü sanat eleştirmenlerinin klişeler, kategoriler üzerinden ilerleyen yaklaşımları, sanatçının yaptıklarıyla değil, daha ziyade onun kökleri, ailesi, geçmişiyle uğraşıyordu. Charles Estienne, Jacques Lassaigne başta olmak üzere dönemin ünlü eleştirmenlerinin, sanat tarihçilerinin Zeid’i Orientalist, egzotik bir bakış açısıyla ele almaları daha sonra birçok kereler tekrarlanacak olan klişelerin oluşmasını sağlamıştır.
Fahrelnissa & Necmi, 5 Haziran 1990, Institut du Monde Arabe, Paris, Zeid sergisinin açılışında, Fotoğraf: İbrahim Öğretmen
Cehennemim (1951), Bir Göğe Doğru (1953), Basel Karnavalı (1953) Güneş Arenası (1954) gibi başyapıtı eserlerini Paris’te üretirken Zeid dev boyutlu tuvallerinde içinden geldiği gibi, olağanüstü bir coşkuyla çalışıyordu. Nereden geldiği kestirilemeyen heyecanın, renk birlikteliklerinin egemen olduğu bu resimlerdeki dinamizm etkisini günümüze dek koruduğu için dikkat çekicidir. Cehennemim sanatçının kaybettiği bir akrabasının acısı, çaresizliğiyle üretilmiş dramatik bir eserdir. 1954’te Londra’daki ünlü ICA’te kişisel sergisini açan Fahrelnissa, 1958’de Irak’taki askeri darbe sırasında ölümden tesadüf eseri kurtulan eşinin içine düştüğü boşlukta onu yalnız bırakmamak için bir süre kendisini tamamiyle her şeyden geri çeker. İçindeki acıyı bu kez tuval yüzeyini kazıyarak dışarı vurarak kendi sanatı içinde önemli bir değişim sürecini başlatır. Kurşun (1958), Éclatement (1958), Trajediden Sonra (1958), Arayış (1958), Melek Ayağı (1958), Siyahla Parlatılmış (1958); Yangın (1958) tabloları Fahrelnissa’nın yaşam acısıyla yoğurduğu renklerinin, formlarının etkileyici bir dışavurumudur.
Fahrelnissa’nın sanatında 1949’da soyut çalışmaya başladıktan sonraki en önemli kırılmalardan biri de 1970’de eşi Emir Zeid’in vefatından sonra portreye yönelmesi olmuştur. Olağanüstü etkileyici soyut kompozisyonların arkasından gelen dev boyutlu figür resimleri onun eşini kaybetmiş olmanın verdiği acıyı, içine düştüğü boşluğu şekillendirdiği arayışları olarak yorumlamak yanlış olmayacaktır.
Solda: Fahrelnissa Zeid 1949'da, 10 Rue Jean-Bart,
Takı atölyesinde, Fotoğraf: Maywald, Yazarın arşivi
Sağda: Fahrelnissa Zeid, 1944, Bağdat Defteri, Özel koleksiyon
1975 yılında Paris’ten ayrılıp Amman’a yerleşmeden önce Fahrelnissa tüm masraflarını kendisi üstlenerek yakın arkadaşı ve galericisi Dina Vierny’nin oğlu Olivier Lorquin ile hayatı, sanatı üzerine son derece ilginç bir film çeker. Buradaki konuşması, kendisini ifade biçimi onun geç döneminde neden portre ve figürasyona dayalı bir arayışa girdiğinin altını çizer. 1946’dan 1975’e kadar Londra ve Paris’te yaşayan sanatçı artık hayatını değiştirmesi gerektiğinin, farklı bir yönelime girmesi gerektiğinin farkındadır. Herkesin göze alamayacağı bir cesaretle Paris’teki atölyesini kapatarak oğlu Raad ve ailesinin yanına taşınır. Ürdün’de portreler üzerine yoğunlaşır. Ama unutmamak gerekiyor ki sanatçı ilk kez portre çalışmıyordu. 1940’lardan itibaren portreler, otoportre temasıyla ilgilendiğini bildiğimiz Fahrelnissa, gerçekçi, dışavurumcu, gerçeküstücü tekniklerle insan yüzünün farklı psikolojik derinliklerine girmeyi denemiş ve ilginç görsel sonuçlar edinmişti. Ancak 1980 sonrası portreleri bir çoğunu tam olarak bitiremediği için sorunlular. İlginç olan canı istediği gibi şekillendirdiği, bir kaç konuşmasında da açıkça “oyun oynadığını” söylediği portrelerinde Fahrelnissa’nın kendi geçmişine, yaşadıklarına yönelerek, hayatı ile sanatı arasındaki aracısız bağlantıyı bir kez daha ortaya çıkarmasıdır. Bunu öylesine etkileyici, özgüvenli bir şekilde gerçekleştirir ki, soyut ile figür arasındaki karşıtlık ortadan kalkar, resmin yeterliliği ya da zayıflığından çok, fırçayı eline alan Fahrelnissa’nın kalbinden geçenler ortaya çıkar.
Resimleriyle 1985’te İstanbul’da, kendisiyle 5 Haziran 1990’da Paris’te tanıştığım Fahrelnissa beni derinden etkiledi. Resimlerini anlatırken kullandığı ifadeler, elimi tutarak söylediği cümleler belleğimden hiç çıkmadı. 7 Ocak’ta 120. doğum günü kutlayacağımız Fahrelnissa’ya olan tutkumun birçok sınırı aştığını biliyorum. Hayatın serenatları karşısında durmadan dans ettiğini söyleyen bir ressam olan Fahrelnissa’nın etrafında ben de döndüm, dönüyorum, döneceğim.
Kommentare